Ferhat Kentel

Ferhat Kentel son yazıları

Ferhat Kentel tüm yazıları

20.10.2015 - 20:36

“Kiri temizlemek” ya da sıradan kötülük

Ankara katliamı, her geçen gün, “insan” olanın daha çok içine işliyor. Bu “insanlar” için memleket, gözleri delen haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında çaresizliğin acı dolu yurdu hâline geliyor.

Saf kötücül beyinlerin ürettiği iddialarla boğuşmak tabii ki zor; üstelik bu beyinler, düne kadar kurtulmak için fellik fellik yardım dilendikleri, bugün ise “kutsallaşmış” devletlerine, devletleşmiş reislerine halel gelmemesi için her türlü taklayı atıyorlar...

97 insanın ölümü, yakınlarının ve onlarla aynı “barış” duygularını taşıyan insanların acısı karşısında, “kendi kendilerini öldürdüler” diyen yaratıkları görmek ne kadar acı!

Bu memleket ne kadar çok yaşadı bu duyguyu. Ne kadar çok dile getirildi bu acımasız ve aşağılık iddia...

En azından yakın geçmişe baktığımızda, 1 Mayıs 1977’de kullanılmaya başladı bu “solcular kendi kendilerini öldürdüler” hazır cümlesi...

(Lâf arasında: solculuğun o zamanki ve her zamanki hâlinin hiç iç açıcı olmadığına şüphe yok; ama bu cümle, yakın geçmiş bir zamanda da, kendi geçmiş kabızlıklarından adeta kirli bir şeyden sıyrılmak ister gibi, takıntılı bir şekilde temizlik arayan birileri tarafından da ısıtılıp kullanıldı.)

Bu memlekette, derin devletin Madımak katliamına karşı becerdiği Başbağlar katliamı ya da içinden IŞİD gibi bir taşeronun geçtiği ve çok daha meçhul Reyhanlı katliamı gibi örneklerin dışında, neredeyse bütün toplu katliamlar hep Alevilere, Kürdlere, solculara ya da barış isteyen insanlara yapıldı.

Maraş, Diyarbakır cezaevi, Fırat’ın ötesindeki faili meçhuller, Madımak, Roboski, Gazi, Gezi, Diyarbakır, Suruç... ve Ankara...

Ama kötücül ve ezberci beyinlerin mantıklarında ters giden bir şeyler var sanki... Bu solcu milleti bu kadar çok kendi kendine katliamdan fayda sağlasaydı, şimdiye kadar bin kere iktidara gelmesi gerekmez miydi? Yoksa bu katliamlar bizzat onları sürekli olarak, “yanlarında durursanız, ölürsünüz!” mesajıyla marjinal kılmayı amaçlıyor olmasın?

Paris Komünü’nden beri, sağcı (ya da Stalinist, Pol Pot türü solcu) devlet refleksi eşliğinde, korku salarak inşa olunan, “demokrasinin fazla geldiği” iddia edilen bütün devlet yapılarında ve bu devletlerin kontrol edebildiği toplumsal kesimlerde, birilerinin “öldürülebilir yaratıklar” olduğu bilgisi ve duygusu yaratıldı.

(Lâf arasında: geçtiğimiz günlerde, sahibinin sesi nadide TV kanallarımızdan birindeki bir “Aparatçiklerden toplu ve solo aryalar” programında 12 Eylül generallerine rahmet okutacak bir sağcı mümtaz şahsiyet bu “demokrasi fazlası” analizini yapabildi...)  

TRT spikeri bir aklıevvel de (bu kelime, başkasını bulamadığım için burada sadece dolgu maddesi olarak duruyor) Ankara’daki bomba patladığında, oradan sadece geçmekte olan insanlar için üzülmüş: “Yani kurunun yanında yaş da yanmasın” diyormuş...

(Lâf arasında: aslında, bombayı koyanları tanıyormuşçasına konuşmuş bu şahsiyet. Sanki onlara “bir dahaki sefere dikkatli olun; bizimkiler de öldü arada” demek ister gibi...)

“Engin hoşgörü timsali Türklük” örneği bir sokaktaki vatandaşın “Bir tane bile Türk bayrağı yoktu; ben onların Müslüman olduklarına da inanmıyorum. Üzüldüm mü? Hayır üzülmedim” şeklinde demeçlediği gibi, ölmelerinde, çıtır çıtır yanmalarında, paramparça olmalarında hiçbir sorun görülmeyen insanlar, bırakın “bizden” olmayı, insan olarak bile görülemiyor bir türlü...

Çünkü, insanlık tarihinin ilk zamanlarından beri, “düzen” şeklinde karşımıza çıkan bütün yapılarda, en bildik ve doğal referanslardan semboller üretildi. İnsan bedeninin salgıladığı ve temizlemeyi öğrendiği her şey; ter, sümük, sperm, dışkı ya da sidik ötekileri tanımlamanın aracı oldu. “Ötekiler”, temizlenmesi gereken “kir” olarak görülebildiği için kolayca yok edilebildiler.

Aslında gayet “iyi” olup, “ilk insanların” referanslarıyla kolayca “kötü” olabilen sıradan insanlar tarafından...

Ferhat Kentel

[email protected]

(BasNews)


Bültene kayıt ol