Dünyada ve Türkiye’de iktidar sahipleri ve onların etraflarında yuvalanan, iktidar diline hoparlör görevi gören “evet efendimci” takım, karışık insanlık hallerini basitleştirip, hedef oluşturmakta bazı beceriler geliştirmişlerdir.
Hitler’in politikalarında buna dair onlarca delil bulunur. En basiti, Nazizm 30’ların Almanya’sının ve Avrupa’sının karmaşık sosyal, ekonomik ve siyasal meseleleri karşısında Almanlara “tek bir düşman” sunarak, Yahudileri günah keçisi haline getirmiş; totaliter felaket sadece Yahudileri değil, milyonlarca insanı katletmişti.
Tabii ki artık 1930’ların Almanya’sında değiliz. Yepyeni toplumsal dinamiklerin ortaya çıktığı, hayal edilemez teknolojilerin devreye girdiği, ulus-devletin en azından zihniyet olarak ayakta duramadığı, ulus vatandaşlarının aynı anda birden çok düzeyde aidiyet yaşadığı ve aslında hem parçalandığı hem de yepyeni kimlik alaşımları yarattığı; hem korkunun hem umudun; hem riskin hem de yaratıcılığın seviye atladığı bir zaman dilimindeyiz.
Ve böyle bir zamanda insanları tek bir düşmanla ikna etmeniz mümkün değil. En fazla, toplumun bir kısmını ikna edebilirsiniz belki ama başka bir yarısı da aynı şekilde bambaşka bir “tek düşman”a inanabilir örneğin.
Galiba daha ziyade toplumsal değişimin, farklılaşmaların yoğunlaştığı zaman dilimlerinde entelektüel kapasitesi iyice düşen ya da entelektüel derinlikten zırnık hoşlanmayan devlet cenahı, düşmanı hemen tek bir hedef altında odaklaştırmaya çalışıyor.
Türkiye’de bu konuda çoğunlukla Müslüman olmayan azınlıklar kolayca hedefe konuldu. Kaldı ki, Hıristiyan ve Yahudi azınlıklar günah keçisi olmanın ötesinde, “milli devlet” inşa etme yolunda, bizzat mallarına, topraklarına el konulacak, kolay lokma olarak görüldü.
Bu günah keçileri bazen asılan bir başbakan, bazen üç devrimci genç, bazen onlarca sağcı-solcu genç oldu. Devlet, her zaman, toplumun korkan kesimlerindeki “asma” merakına tercüman oldu.
Bazen Çingeneler linç edildi; bazen Kürtler, bazen hiçbir şeyden haberi olmayan Güney Koreliler devlet zihniyetli “sadık vatandaşlar” tarafından hedefe konup, “cezalandırıldılar” (!).
Anlaşılan o ki, toplumun değişimle birlikte ürettiği ve standart ezberleri zorlayan entelektüel kapasite karşısında devlet en kolay ve en az ahlaki olan yoldan güç ilişkilerini korumaya çalışıyor.
Eskinin standart devletinin başvurduğu, “Ermeni dölü”, “Hain Ermeni” gibi veciz ideolojik kalıplar yeniden devreye giriyor.
Şimdilerde klasik devlet refleksinin en karikatürize versiyonunu AKP’nin saftoron görünümlü profesör elemanı Burhan Kuzu’dan dinledik örneğin... Yıllar sonra tekrar, soğuk siyasal makinanın bir parçası olan bu “hukukçu” (!), öldürülen PKK’lılarda sünnet incelemesi önermişti...
Ama olay tabii ki sadece saftoronların “tespitlerinde” bitmiyor.
Cizre’de polisler halka “Hepiniz Ermenisiniz” diye bağırırken, bir takım Nazi özentileri de Kurtuluş sokaklarında “Cizre Kürtlere; Kurtuluş Ermenilere mezar olacak” diye bağırıyorlar, bağırtılıyorlar...
Şimdilerde AKP’nin ağzıyla konuşan devlet ya da devletin ağzıyla konuşan AKP’nin uzantıları geleneksel reflekslere sarılmış durumda.
Dış düşmanlar, paralelciler, Geziciler, PKK’lılar, Ermeniler şeklinde arka arkaya bir takım “düşman” figürleri sıralandığı zaman, bu devlet dili meseleyi çözdüğünü zannedebilir.
Ermeniler günah keçisi haline getirildikçe, Türklerin ne kadar “vergi vermeye meraklı”, ne kadar “askerden kaçmayan”, ne kadar “müşterilerini kazıklamayan”, ne kadar çok “namaz sırasında Allah’a teslim olmaktan başka şey düşünmeyen”, ne kadar çok “rüşvet yemeyen” yani öz itibariyle ne kadar çok “günahsız” insanlar olduğu ispat da edilmiş gibi olabilir herhalde...
Ama her vesileyle araya “Ermeni” lafını sokanlar sadece Ermenilere karşı günah işlemiyorlar; düşünmenin kendisini dumura uğratıp, günah işliyorlar....
Ferhat Kentel
(BasNews)