AKP liderleri ve ideologları, bu savaşı bir fırsat olarak gördüler.
7 Haziran sonrası parti ve etrafında oluşan umutsuzluk havasını, uzun süredir var olan dağınıklıkları ve çatlakları, yenilgi hissiyatını tersine çevirme fırsatı.
Tüm güçleriyle yükleniyorlar. Belirledikleri merkezi hat şunu anlatıyor: AKP yüce gönüllülüğüyle “çözüm süreci” diye bir şey başlatmasına rağmen Kürtler “şımardı” ve çatışmasızlığı bozarak insanların ölümüne sebep olmaya başladı.
Kimileri bu anlatıyı abartıyor, savaşın suçunu HDP’nin yalnızca liderliğine değil tabanına da yüklüyor. Kimisi “Ne müzakeresi? Sonuna kadar terörle mücadele” diye saçmalıyor. Öcalan’ı tecrit edip, bir de HDP’ye saldırmak için onun ağzından, onun yerine konuşuyorlar.
Medyasıyla, yazarlarıyla, liderleriyle hepsi kemalist devletin “terör aşağı, terör yukarı” hattında. Teröre karşı büyük kararlılık gösterilecekmiş, son terörist etkisiz hâle getirilene kadar mücadele sürecekmiş, terör örgütüne en büyük darbe vurulmuş, daha binbir tane saçmalık.
Bu anlatının mantıksal sonucu, tüm “ulusun” AKP’nin arkasında, “terörle mücadele” saflarında yer alması.
Savaşı kim yeniden başlattı?
Sırf süregiden ölümlerden duydukları iştah bile savaşı kimin yeniden başlattığını kavramaya yeter.
Ama biz yine “Bilal’e anlatır gibi” yapalım:
Beşir Atalay, seçimlerden sonra itiraf etmişti: “Çözüm sürecini durdurarak hata yaptık”.
Erdoğan açıkça söylemişti: “Dolmabahçe’deki görüntüyü doğru bulmuyorum”.
Miting meydanlarında yüzsüzce AKP’ye oy isterken devam ettirmişti: “Kürt sorunu diye bir şey kalmamıştır”.
Çözüm sürecinin muhatabı Abdullah Öcalan aylardır kamuoyuna seslenemiyor.
Bu tabloda çatışmasızlık ortamına kimin son verdiği gayet net.
Savaşı durdurmak için kime sesleneceğiz?
AKP’lilerin pespaye argümanları şöyle devam ediyor: “PKK’nin cinayetlerine neden ses çıkarmıyorsunuz?”
Devletin çatışmasızlık hâlinde dahi, bırakın silahlı militanları, yalnızca protesto eylemi yapmak isteyen Kürtlere bile nasıl saldırdığını ve kaç ölüme sebep olduğunu (ve elbette AKP kalemşörlerinin bunlar için gıkını çıkarmadığını) hatırlatarak, yine Bilal’in kavrayacağı seviyede anlatalım:
Savaş zaten ölüm demektir. Savaşın sebebi, devletin siyasi bir sorunu, Kürtlerin kimliğini tanımama sorununu, bundan çok yıllar önce bir savaş sorunu hâline getirmesidir.
Dolayısıyla ölümlerin durmasını isteyen herkes, savaşan tarafların tümüne değil, savaşı çıkartan ve bugün hâlâ haksız bir şekilde sürdüren tarafa seslenmelidir.
PKK defalarca tek taraflı ateşkes ilan ettiğinde devlet operasyonları durdurmamıştır.
Savaşın sebebi, sürdürücüsü, bugünkü ölümlerin kaynağı devlettir.
O devleti yönetmekle yükümlü AKP hükümetidir.
Savaşı bitirmenin yolu bu devlete ve hükümete karşı mücadele etmekten, bu haydutluğu dizginlemekten geçer.
Kürt hareketinin temsilcileri farklı açıklamalar yapabilir.
Bunları veri alarak hareket etmek, ezen ulus kibrinden kurtulamamaktır.
AKP’nin gönüllü askeri olanlar…
AKP’nin savaşı yeniden başlatmasına çok sayıda gerekçe gösterilebilir.
Şüphesiz, AKP’lilerin biraz kafası çalışanları da bu operasyonların sonuç getirmeyeceğini, “terörle mücadele”nin her zamanki gibi başarısız olacağını biliyorlar.
%13 oy alan bir partinin “burnunu sürtmeleri” gerek.
Erdoğan’ın açıkça söylediği gibi, “Suriye’de bir Kürt oluşumuna bedeli ne olursa olsun izin vermemeleri” gerek.
Kandil’in bombalanması, ABD ile yapılan ittifak, AKP’nin Irak işgalinde olduğu gibi “oyunun dışında kalmaması” çabasının ürünü.
Savaşın yükünü Kürt halkının omzuna yıkmak isteyen hükümet yalakaları, bu çerçevede başlayan saldırılara ve dökülen kana ortak oluyorlar.
Geçici hükümet paçayı kurtarabilir mi?
Önceki gün, Kurtuluş Tayiz, koalisyon tartışmalarıyla ilgili bir soruya "Tek başımıza iktidar olma fırsatı varken niye koalisyon olsun? Türkiye ve Ak Parti bu oyuna gelmez" diye yanıt verdi.
Bu kadar cahillik ancak A Haber dışında bir kanal izlememekle, Akşam, Star, Sabah ve Yeni Şafak okumakla mümkün olmalı.
Gerçi onlarda bile zaman zaman dile getiriliyor: Ciddi veya gayriciddi, ister AKP ister başkaları tarafından yaptırılsın, hiçbir anket olası bir erken seçimde 7 Haziran tablosundan radikal farklılıklar olacağını söylemiyor.
HDP’nin baraj altına ineceğine dair hiçbir gösterge yok. Birçok ankette ise 7 Haziran’daki gücünü koruyor.
AKP’nin oyuyla ilgili en iyimser tahminler ise %2’lik artışı işaret ediyor. En “iddialı” AKP’liler bile “Bazı anketlerde tek başına iktidar olacağımız gözüküyor, bazılarında olamayacağımız” diyebiliyor.
Savaş, AKP’nin kaçınılmaz sonunu engelleyemeyecek.
Hatta, çözüm sürecine desteğin hâlâ %70’lerde olduğunu akılda tutarsak, büyük ihtimalle onun sonu olacak.
Barış için sokağa!
Ama bu da kendi kendine gerçekleşmeyecek.
Türkiye’nin batısında barış, özgürlük ve gerçek bir eşitlik için mücadele eden herkes, ölümlerin durmasını ve Kürt sorununun çözülmesini isteyen bu büyük kalabalığa yaslanarak, hükümete karşı barışı savunan kitlesel bir kampanyayı inşa etmek için kolları sıvamalı.
“Önce barış” diyerek, zaten kan kaybetmekte olan ve var olan tabanı da iyice kırılganlaşan AKP’yi geriletmek, AKP’nin sınırın iki yanındaki savaş planlarını altüst etmek mümkün.
Ozan Tekin