Azıcık düşünelim:
7 Haziran seçimleriyle birlikte barışı sırtlanacak güçlü bir parti (HDP) şekillenmeye başladıktan sonra bu korkunç savaş ortamı ortaya çıktı.
Gerçekten toplumsal bir hareket dalgasıyla yükselen ve geleceği çok açık olan bir parti (HDP) AKP’nin neredeyse koşulsuz gücünü dengeleme potansiyeli yarattı. Ve terör saldırıları ile savaş tamtamları aynı anda hızla devreye girdi.
Her şey adeta satrançtaki hamlelere benziyor. Suruç’ta bombayla katledilen 32 insan... Susturucuyla öldürülen polisler, yemek yerken öldürülen astsubay ve eşi... Cinayet, bomba vb. sarmalında yukarı doğru tırmanan bir sinir ve duygu hâli...
Belli ki, çok ciddi araştırılması gereken bir vakalar zinciri var ortalıkta. Ama PKK’nın (PKK kontrollü veya değil ya da PKK adı altında Gladio türü bir örgüt, fark etmez) işlediği cinayetleri adeta bekleyen ve önceden hazırlanmış cevapları doğrulayacak bir şekilde “gazanız mübarek olsun!”, “haydi Mehmetçik!”, “Allahu ekber!” nidalarıyla koşa koşa savaşa giden bir sağlam irade söz konusu.
Ve Meclis’te verilen araştırma önergesi, AKP ve MHP oyları ile reddediliyor. Çünkü belli ki, karar verilmiş, ceza kesilmiş: HDP “terörist” ilan edilecek; PKK vurulurken savaş havasına iyice gireceğiz; erken seçime gideceğiz ve savaş tamtamlarının gürültüsü altında kahraman AKP ve çözüm-barış süreci hakkında “Bize hiçbir faydası yoksa bu işe niye girdik?” diyen başkomutan, “fayda sağladığı” bir savaşla zafer kazanacaklar...
Ama bu, sırf savaş olsun ya da sırf erkeklik olsun diye sergilenen bir performans değil. Bu, bizzat sınıf egemenliğinin devamı için verilen bir savaş. Erkek diliyle konuşan, en azından gerilime, yetmezse savaşa ihtiyaç duyan bir iktidar sınıfının savaşı...
Bu her zaman böyleydi. Bir zamanlar bize devletin kutsallığını pazarlayanların yaptığı gibi... Yani “yeni Türkiye”de bu konuda yeni bir şey yok...
6-7 Eylül’lerden, 12 Eylül’lerden, 28 Şubat’lardan devralınan “muhteşem” tecrübelerin ışığında, gene muhteşem bir “kamuoyu oluşturma operasyonu”na şahit oluyoruz aslında...
Beyazların “Şeriat istiyor musun, istemiyor musun?” icadına paralel olarak, “terörist dedin, demedin” ikilemine sıkıştırılan bir totaliter atmosfer bu... Devletin terörizmini görmemeyi, Roboskili insanları, Canan’ı, Uğur Kaymaz’ı öldürenleri görmemeyi, gizli bir takım odakların yaptıklarını da her zamanki olağan şüphelilere yamamayı başarabilen; dolayısıyla, herkesi kendi teröristini saklamaya iten bir totaliter hava bu...
Ne kadar güçlü bir “propaganda makinası” ve onun “gerçeklik” inşası! Sadece Sovyetler’de ya da Nazi Almanyası’nda değil, McCarthy döneminde komünizme karşı açılan ve Amerikan medya tröstlerinin dahil olduğu savaşa benzer şekilde, amansız bir savaş vermemiz gerektiğini anlatan ideolojik bir makina çalışıyor.
Bu makinanın parçası olarak, eski İslamcı-yeni muhafazakâr, kibirli entel takımı, gazete köşelerinden muhteşem strateji tahlilleri yapan yazar-çizer tayfası, twitter’dan seferberlik ilan eden trollerin dahil olduğu yeni bir sınıf, “yeni Türkiye”nin “biz”ini ve dolayısıyla “düşmanları” da inşa ettiler.
Eski Türkiye’yi taklit eden bu takımın, eski beyazlardan pek farkı yok. “Beyazlığın” kendisini sorgulamak yerine eski beyazları kafaya takıyor bu yeni beyazlar. Tabii, bir de eskiden de beyaz olup, mesela “boğaza karşı viski içmek” fiilini hem eskiden hem de yeni Türkiye’de beceren, ama bu “fiilleri” yeni beyazlar tarafından “şimdi bizden oldukları için” çok da dert edilmeyen her devrin beyazları var...
Her şey 90’larda Kürt meselesinde sonsuz derecede devletçi ve infazcı olan ana akım medyasının ve totaliter kafalı makbul seçkinlerinin mantığıyla yürüyor. Sadece gazeteler, gazetelerde tetik çekenlerin adları değişmiş durumda. Yeni beyaz-seçkinler içine girdikleri ve 40 bin insan öldürme kapasitesine sahip beyaz kabın içinde aynı şekilde savaşın kamuoyunu kuruyorlar.
Ferhat Kentel
(BasNews)