Seçim sonrasının klasik muhabbetindendir; “seçmen” ne tür mesajlar verdi sorusu enine boyuna tartışılır.
Tabii ki öncelikle sadece kendi siyasi kimliğinin başarısızlığını görmeyi bir türlü beceremeyenlerin yorumları var. Mesela AKP’li Burhan Kuzu’nun “Kazanamadık; vatandaş kaosu seçti, kendi bilir” şeklindeki yaklaşım, parti dinine inanmış belli bir iç militan halkada revaç görebilir ama buna benzer yaklaşımları “entelektüel” olduğu varsayılan çevrelerde görmek, düşünce iklimimizin pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Mesela seçim atmosferine sadece siyasetin, partilerin merceğinden bakanlarla, o partilere oy veren insanların ruh hallerini ve o hallerin karmaşıklığını anlamaya çalışanların pek aynı minvalde yorum yapmadıklarını da gördük.
Mesela, partileri sadece o partilerin tepesindeki insanlardan oluşan bir “kurum” gibi gören, vatandaşın hangi duygu ve gerekçelerle oy verdiğini, bir partinin bir vatandaş için neyi temsil edebileceğini göremeyen bir “siyaset bilimci”, seçim akşamı, “üç partinin Erdoğan karşıtlığı yapıp, paralele düştüğü” yönünde, kelime oyunuyla karışık tahlil yapıyordu. Yani ona göre, AKP gibi “vizyonu” olan bir partiye karşı, HDP’ye, MHP’ye ya da CHP’ye oy vermek ancak “tuzağa düşmek” anlamına gelebilirdi.
Bu türden seçmeni tuzaklarda arayan yaklaşımları bir kenara bırakıp, kesinliği, doğruluğu ya da yanlışlığı hiç bir zaman ispat edilemeyecek, başka yorumlarla tabii ki kesişebilecek yorumlar yapabiliriz.
Her şeyden önce bu seçimlerin birinci ve ikinci önemli sonucu doğrudan birbiriyle ilintili…
Birinci sonuç, 12 Eylül diktatörlerinin koyduğu, “yeni Türkiye” adına, “eski”yle çıkar ilişkisini hiçbir zaman bırakmayan AKP’nin, “biz koymadık ki, kaldıralım” pişkinliğiyle kaldırmadığı ahlaksız barajı HDP tuzla buz etti. HDP sadece barajı parçalamadı; Türkiye’nin ulus algısını demokratikleştiren; kültürel kimliklerine ilişkin çoğulcu bir zihniyet, sınıf meselesine, altta kalmışlara umut getirebilen bir siyasal ses oldu ve bu ses toplumun çeşitli aktörlerinin dertlerine tercüman oldu.
HDP sadece anlattıklarının içeriğiyle kazanmadı; aynı zamanda tarzıyla, özellikle de Selahattin Demirtaş’ın üslubuyla kazandı; bir siyasal dilin tevazuuyla da başarabileceğini gösterdi.
Bu açıdan bakıldığında önemli ve birinciyle ilintili ikinci sonucu da anlamak mümkün: başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin tavanının yaymış olduğu, savaşçı, kutuplaştırıcı, nobran, kibirli dilin sınırını gördük. “Adamlar çalıyorlar ama iş yapıyorlar”, “çalsalar da onlar bizim din kardeşlerimizdir” söylemiyle kendini yeniden üreten bağlılık, “hem suçlu hem de güçlü” hallerini daha fazla kaldıramadı. Öyle anlaşılıyor ki, AKP’ye yakın olan seçmenler arasında Güneydoğu’da HDP’ye, muhtemelen Orta Anadolu’da MHP’ye kaymalar oldu ve belki daha da önemlisi AKP’den başka alternatif bulamayan ama AKP’ye oy vermekten utanan bir kesim ise sandığa gitmedi.
Tabii ki AKP birinci parti oldu. Ama bu birinciliğin bir kısmını en azından Soma örneğinde kendini gösteren bir birincilik olduğunu söyleyebiliriz. Soma’da bir önceki seçimlerde AKP’nin yüzde 53 olan oy oranı bu seçimde yüzde 37’ye düştü. Yani evet, maden katliamında işyeri sahibiyle en az eşit derecede sorumlu olmasına rağmen, AKP gene birinci parti oldu… Çünkü AKP bir anlamda ekonominin istikrarı (ya da dinimiz) icabı bir “zorunluluk”, yani “oy vermezsek madeni kapatırlar ve işsiz kalırız” korkusunun partisi… Ama en azından yüzde 16’lık düşüşe sebep olan kitleyi artık ikna edemeyen bir kibrin partisi…
Sonuç: bu seçimlerle, AKP’nin, “içinde “adalet” bulunan “vizyonu”ndan geriye bugün yeni bir sınıfın iktidarının kaldığını gördük. Toplumun büyük bir kesimine göre, “Yeni Türkiye” sloganının içinin boşaldığını, çünkü “AKP’nin artık yeni olmadığını” ve HDP’de kendini gösteren bir “yeni” dalganın toplumun merkezine doğru yürüdüğünü görmüş olduk.
Ferhat Kentel
(BasNews)