Türkiye’de sivil toplumun çok zayıf olduğundan şikâyet edilir, yakınılır. Haksız, yersiz ve gereksiz değil tabii ki.
Türkiye insanında; hakları için mücadele etme, direnme veya isyan etme alışkanlığı, kültürü, bilinci, birçok ülke insanıyla kıyaslandığında, oldukça geç gelişmiştir ve zayıftır.
Osmanlıda itaatkâr ümmet olmanın, Cumhuriyetin jakobence kurulan devletinde, ulus yaratma projesinin yanlışlığında, devletin yurttaşa yaklaşımın derinlerindeki ‘her şeyin en doğrusunu, en iyisini, en uygununu’ yöneticiler, büyükler düşünür, “devlet ne eylerse doğru eyler” yaklaşımının siyasal, kültürel sonucu. Geç kalmışlık halleri.
Osmanlı ile cumhuriyet yönetimin ortak paydası olan “Ümmetine, yurttaşına güvenmemek” hususunun, modern zamanların yurttaşlık ve sivil toplum bilincinin gelişmesinin önündeki en önemli takoz işlevi gördüğü çok açık.
Anayasa ve yasa yapıcılarında, devletin yönetiminde, her zaman yurttaşa güvensizlik ana eksen olmuştur.
1960 sonrası gelişen hak eksenli mücadele arayışlarının önü 12 Eylül darbesiyle kesildi
İkinci dünya savaşı sonrasında insanlığın büyük mücadelesiyle ve bedel ödeyerek geliştirdiği, kurumsallaştırdığı Batı’daki insancıl hukuk eksenli ‘İnsan Hakları Rejimi” ile Türkiye arasında tarihin her döneminde çoklu ve derin bir mesafe oldu. Geniş açı farklılığı kendisini korudu.
1960 sonrası sivil toplum alanında ve hak eksenli mücadelede yaşanan ilk büyük gelişme, siyasi karar alıcılarının, toplumun yöneticilerinin ve devlet kurumlarının karşısında etkili ve sonuç alıcı özgül ağırlığı olan mecralar yaratmak olmuştu. Bu arayışların önü 12 Eylül askeri darbesiyle kökten kesildi.
12 Eylül askeri darbesi sırasında cezaevlerinin kapılarında, evlatları için direnen anaların öncülüğünde başlatılan genel af kampanyası sırasında, 1986 yılında kuruluşu gerçekleştirilen İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye’de hak savunuculuğu ve sivil toplum örgütlenmesinde yeni bir eşik oldu. Bir anlamda İHD Türkiye’de hak savunuculuğunun, sivil toplum örgütlenmesinin ilkokulu olmuştur. Olmaya devam ediyor.
İşte geçen hafta, İstanbul Galatasaray’da 1000. oturma eylemlerini yapan “Cumartesi Anneleri/İnsanları”, İHD’nin mücadelesinden doğan, bizzat İHD’nin 29 yıldır sürdürdüğü bir çabadır. Bu mücadele, Galatasaray meydanıyla ve Cumartesi Anneleriyle simgeleşmiştir, böyle anılır.
Kürt savaşının tırmanışa en fazla geçtiği ve en yaygınlaştı yıl olan 1995 yılı, aynı zamanda faili meçhullerin, yargısız infazların, insan kaçırmaların en fazla yaygınlaştığı yıl oldu.
İHD İstanbul şubesinin kapısının zilinin her gün yeni bir mağdur veya mağdur yakını tarafından çalmak zorundu bırakıldığı bir dönemdi.
Rıdvan Karakoç’un ve Hasan Ocak’ın polisler tarafından kaçırılmasından sonra, İHD İstanbul şubesi Faili Meçhuller ve Zorla Kaybedilenler Komisyonu harekete geçti. Arjantin’deki Palaza del Mayo Anneleri’nden esinlenerek, 27 Mayıs 1995 tarihinde, kayıp yakınları ile birlikte Galatasaray Meydanı mesken tutuldu.
29 yıllık acılarda, dirençte ortaklaşan tek örnek çaba
Her cumartesi saat 12’de sessiz oturma eylemine başlandı. Faili meçhullerin, gözaltında kayıpların son bulması, akıbetlerin açığa çıkarılması için; faillerinin, emri verenlerin ve suçluların yargılanması için; evlatlarının, babalarının, eşlerinin kemiklerini bulup mezara koymak için.
Cumartesi Anneleri/insanları ve Galatasaray Meydanı; 27 Mayıs 1995 tarihinden itibaren Türkiye’nin geçmişiyle bu günüyle hafızasının merkezi, meydanı oldu artık. Galatasaray Meydanı, Kürt savaşının aynaya yansıyan mekânı oldu. Her hafta Galatasaray’da buluşanlar ise, yollarında, duruşlarında bir milim dahi geri adım atmayan, barışın hüzünlü birer yüzleri oldular. Kürt savaşına karşı ise, direncin sessiz sesi oldu, Cumartesi Anneleri/İnsanları.
Cumartesi Anneleri/İnsanlarının mücadelesi Türkiye’nin yakın tarihinde birçok açıdan özgül ve önemli bir yere sahip.
Türkiye’de insancıl hukuk ekseninde hak temelli mücadele yürüten benzer başka bir sivil toplum örgütü mücadelesi veya kültürü örneği yok.
İlk gün ortak belirlenen konseptte ve eylem tarzında değişiklik yapmamış, siyasal mecralara sürüklenmemiş, özüne her koşulda sadık kalarak gelişmiş, toplumsal ve siyasal etki gücü zayıf olsa da başka bir sivil toplum örgütlenmesi/platformu veya inisiyatifinden söz edebilmemiz ne yazık ki pek mümkün değil.
Bu yönüyle sivil toplum çalışması yürüten hak temelli örgüt ve platformların Cumartesi Anneleri deneyiminden çıkarabilecekleri çok fazla ders var.
Bunların en önemlilerinden biri; ortak mücadele içinde yer alanların farklı kimliklerinin birbirine eklenmeden ortak mücadelede yer alabilme becerisi göstermektir. Siyasal kimlikleri; ortak talebin, arayışın yerine, önüne geçirmemektir.
Cumartesi Anneleri/İnsanları, her zaman Cumartesi Annesi/İnsanı olarak kalabilmeyi başardıkları için, Galatasaray’dan yükselen sessiz ses, toplum vicdanında yankısını bulmayı başardı.
Her dönem bütün iktidarların yasağına, gözaltılarına rağmen; ısrarla eylemi, itirazı, sürdürülebilir kılan ilk konseptten sapılmaması, siyasal kayma yaşanmamasını sağladı. Bu yönüyle de sanırım dünyanın en uzun süreli direnişi denebilir, cumartesi eylemlerine.
Faili meçhuller cumhuriyetinin sonunu getirecek olan, bu yürüyüşün kararlığının sonucu olarak “bir tuğlanın” düşmesi olacağına inanmak ve bunun için mücadele ve ısrar etmektir. Acılarla bezenmiş yeni bir hayat kurma iradesi, isteği ve arzusudur.
Cumartesi Anneleri/İnsanları, suyun kendi yolunu açması gibi, kendi yollarını yaratmayı başarmakla kalmadılar, sivil toplum mücadelesinde çoğaltılması zorunlu örneklerden birini yarattılar.
Türkiye Anayasası’nı askıya alan AK Parti, bu tarihsel mücadeleyi kendi iktidar hedefleri için araçsallaştırıp, kullanamadığından ve siyasi sonuçlarını devletin “beka” sorunu olarak algıladığından, 300 hafta boyunca Galatasaray Meydanını kapattı. Cumartesi Annelerine bin bir zulüm uyguladı.
Yarın 1001. haftada da Anayasa Mahkemesi Kararı’na rağmen bu yasağı sürdürüp sürdürmeyeceğini göreceğiz. Bu yasakçı siyasal çember, Cumartesi Annelerinin 29 yıldır sürdürdükleri ısrarlı tutumlarıyla benzer kararlı bir mücadele ile kırılmasına çok yok. Tıpkı muktedirlere zorla kaybetme suçunun faillerini yargılatıldı gibi.
Hakan Tahmaz