Avrupa, refahını insanlıkla paylaşmak istemiyor. 1951 yılında imzalanan Cenevre sözleşmesini ayaklar altına alarak sert hukuki düzenlemeler yapıyor. Yeni tip göçmen politikalarıyla, göçmenlere yönelik yaptırımları, ayrımcılığı ve sınırlamaları ağırlaştırıyor.
27 Haziran’da Paris’in banliyösü Nanterre’de Cezayir asıllı Nahel M’nin polis tarafından öldürülmesi sonrasında başlayan Fransa’daki yeni isyan dalgası, bir haftadır hızını kesmeden sürüyor. Marsilya savcısı, polisin üç gün önce 27 yaşında bir genç isyancıyı daha öldürdüğünü açıkladı. Fransa’daki dördüncü kuşak genç göçmenlerin isyanı bütün kıta Avrupa’sını sallıyor.
Fransa 2005’teki isyan günlerine geri döndü. Araçlar ve otobüsler ateşe verildi, iş yerleri yağmalandı, belediye binaları, karakollar ve okullar hedef alındı.
2000’li yılların başından itibaren sık sık baş gösteren buna benzer ‘Avrupa’nın ötekilerinin’ isyanlarının arka planında, küresel neoliberal politikaların adaletsizliği ve çok yönlü eşitsizliği var.
Nahel’in 2021’den bu yana durma emrine uymayı reddettiği için 5 kez polisle başı belaya girmiş. Ehliyetsiz araç kullanmaktan tutuklama emrine karşı gelmiş. Polisten kaçan bir banliyö çocuğu; binlerce gence uyan sıradan bir profil.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani, “Fransa’nın, kolluk kuvvetlerindeki derin ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarını ciddi şekilde ele almasının zamanıdır” diyerek Fransa’ya çağrı yaptı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron güvenlik güçleri içerisinde sistematik ırkçılık ve ayrımcılık olduğu suçlamasını reddetti, çağrıya kızdı.
Nahel’in onuru için yapılan gösterilere katılan gençlerin “yanlış ten rengine sahipseniz, polis sizin için çok daha tehlikelidir” sözleri Fransız medyasında geniş yer buldu.
Küreselleşmenin son durağında üreyen toplumsal sorunlara eşitlikçi, özgürlükçü ve adil çözümler üretemeyen, güvenlikçi politikalara ağırlık veren kapitalist sistem; sosyal, kültürel ve siyasal altüst oluşlara yol açıyor.
Her alanda yaygınlaşan eşitsizlikler, adaletten uzak ayrımcı politikalar ve nefret söylemi, bütün Avrupa’da ırkçılığın yükselmesinin ve neo faşist partilerin iktidara tırmanışının önünü açıyor.
Avrupa, refahını insanlıkla paylaşmak istemiyor. 1951 yılında imzalanan Cenevre sözleşmesini ayaklar altına alarak sert hukuki düzenlemeler yapıyor. Yeni tip göçmen politikalarıyla, göçmenlere yönelik yaptırımları, ayrımcılığı ve sınırlamaları ağırlaştırıyor.
Kıta Avrupa’sı yeni göçmen politikasıyla bir tarafta göçmen seçimi yapma ve ‘kalifiye göçmen’ kabul etme uygulaması geliştirirken, diğer yanda Türkiye, Fas ve Cezayir gibi ülkelerde göçmen depoları, bölgeleri oluşturma politikası geliştiriyor.
Bunlardan biri de Fransa’da 2017 yılında polise silah kullanma yetkisi verilmesi oldu. Geçen yıl Fransa’da 13 kişi bu yıl ise 4 kişi polis tarafından öldürüldü.
Gösterilere katılan dördüncü kuşak, oturma izni olan ve Avrupa nüfusuna kayıtlı Kuzey Afrikalı veya Arap gençler soruyorlar: Polisin gözünde ben neyim?
2005 yılındaki İçişleri Bakanının kendileri gibi göstericiler için kullandığı aşağılayıcı, ırkçı ve nefret sözlerini hatırlatan gençlerin “Biz pislik değiliz” bağrışlarını bütün dünya televizyonlardan duydu.
Nahel’in, Cezayir asıllı göçmen bir ailenin çocuğu olması, Türkiye’deki Suriyeli göçmenler konusunu yeniden ülke gündeminin ön sıralarına taşıdı.
Her şeyden önce Fransa’daki göstericiler sadece göçmenlerden oluşmuyor. Çok farklı sosyal alanları ve kesimleri ateşleyen bir isyan söz konusu. Bu ateşin büyümesinde, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un güvenlikçi, sağcı politikalarının çok önemli payının olduğu gözardı edilemez.
MUHALEFETİN TURNUSOL KÂĞIDI SURİYELİLER
Türkiye’deki Suriyeli, Arap karşıtı ırkçı, nefret siyasetinin bu topraklara mayın döşemek anlamına geldiğinin farkına varılmalıdır.
2023 Mayıs seçimlerinde Türkiye siyasetini, Ata İttifakı adayında yüzde üçle ete kemiğe bürünen Avrupa kıtası ülkelerindeki neo faşist partilerinde görülen ırkçılık teslim aldı. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı esasında farklı politikalarla aynı çizgide buluştular.
Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turuna kalan her iki cumhurbaşkanı adayının Ata İttifakı’nın Suriyeli, göçmen düşmanı politikalarına açtıkları sonsuz kredi, Türkiye’nin derin bir ırkçılık ve göçmen düşmanlığı batağına saplanmış olduğunu gösterir nitelikte, vahim bir tabloydu.
AK Parti yanlış göçmen politikasıyla Suriyeli sorunu yokmuş gibi davrandı. Suriyeli sığınmacıları siyasetin aracı ve rant kapısına dönüştürdü. Temel haklarından mahrum bıraktı. Her an patlamaya hazır sosyal ve siyasal bir sorunu, kullanışlı araca dönüştürerek bunu yapmaya çalıştı.
CHP ise, Suriyelileri göndereceğiz söylemiyle ırkçılarla paralel söylem ve tutumlarla, evrensel göçmen ve sığınmacı haklarını ayaklar altına alan politikaları savundu.
Her iki ana akım Türk siyaseti bu yaklaşımla bir taraftan kıta Avrupa’sının göçmen politikasına ortaklıklarını göstermiş olurken; ırkçı, faşist parti ve görüşlerin yaygınlaşmasına ve güçlenmesine zemin sundular. Her iki ittifak Suriyeli göçmen karşıtlığında bir biçimde buluşarak Suriyelileri gönderecek Göçmen Bakanlığı kurulmasını gündeme getirdiler.
Bu süreçte sol, demokrat ve sosyalist güçler de büyük zaaf gösterdiler. Varlıklarının esas nedenlerinden biri olması gereken göçmen karşıtlığı duruşlarına gölge düşürdüler.
Kendi tarihleri bir anlamda siyasi göçmenlik, sığınmacılık ve mültecilik olan Kürt hareketi, sosyalistler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri her iki ittifakın toplumu zehirleyen ve seçmeni Suriyeli, Arap düşmanlığıyla besleyen politika ve söylemlerine karşı enternasyonal, anlamlı ve etkili bir yaklaşım göstermediler. Anlaşılır ve çözüm odaklı alternatif politikalar sergilemediler, üretmediler. Bu zehirli politikalara (sosyalistlerin, solcuların küçük bir kesimi hariç) gizli, örtük paydaşlık ettiler.
Türkiye’nin önündeki ciddi problemlerden biri olan Suriyeliler ve göçmenler sorunu büyümeye devam ediyor.
Her gün 600 kimliksiz, vatansız Suriyeli çocuk doğuyor ve eğitimsiz, mesleksiz büyüyorlar. Suriyeliler ülke kültüründen, sosyal hayatından bihaber yaşamaya; ülke insanlarımız da onlarınkine yabancı bir yaşam sürdürmeye mecbur edildiler.
Yüz bini kayıtlı 2 milyon Suriyeli düşük ücretle, ağır koşullarda, güvencesiz bir şekilde çalışma alanında yer alıyor. Türkiyeli çalışanlarla yer yer aralarında gerilim, rekabet ve çatışma konusu oluyor.
Tehlikenin farkında mıyız? Seçim değerlendirmeleri sırasında bu sorunun da masada olması artık kaçınılmaz. Göçmen karşıtlığına sürüklenmeye son vermek için ne zaman harekete geçilecek. En son Dilovası’nda ırkçı provokasyonunda tehlike çanları acı acı çaldı.
Hakan Tahmaz