Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya gibi pek çok şehirde hissedilen deprem hepimizin son zamanlardaki tek gündemi. Depreme uygun şekilde inşa edilmemiş binlerce binanın yıkılması, iktidarın sorumsuzluğu ve uyguladığı yanlış politikalar, hızlı reaksiyon göstermemesi ve devlet kurumlarının organizasyon eksikliği yüzünden on binlerce insan hayatını kaybetti.
Enkaz altında kurtarılmayı bekleyenlerin yardımına hızlıca örgütlenen gönüllüler yetişti ve kısıtlı imkanları ile yardım etmeye çalıştı. Göçük altından bulunduğu yerin adresini mesaj atan ve kurtarılmak için yardım isteyen insanların tek seslerini duyurabileceği yer olan Twitter bant daraltma ile yavaşlatıldı. İlk 72 saat oldukça önemli iken, enkaz bölgelerinde büyük çoğunlukla sadece gönüllüler vardı. Ulaşılamayan pek çok köy, ilçe, bina, göçük vardı. Resmi kurumlar çok geç geldiği gibi, organizasyon eksikliği yaşadı ve bu sorun sebebiyle işleri yavaşlattı, ekipman sorunu yaşandı. Deprem alanına gitmiş gönüllü arkadaşlarımızdan duyduklarımızla ve deprem bölgesinden sosyal medyada paylaşım yapan pek çok gönüllüden ya da depremzededen olayın vahametini öğrendik.
Öfkemizi doğru hedefe yöneltmek
Hepimiz günlerdir haberleri ve sosyal medyayı takip ediyoruz, kimsenin bilmediği bir şey yazmıyorum, sadece yaşananların unutulmaması için tekrar vurguluyorum. Binlerce insanın ölümünün yarattığı öfke silinip gitsin istemiyorum. Öfkemizin, konuyla hiç alakası olmayan kimselere (örneğin Suriyelilere) yönetilmesinin önüne geçmek ve bu ırkçı refleksi engellemek istiyorum. Öfkemiz, ölmemize neden olan gerçek sorumluları hedef alsın istiyorum. Hesap sormak istiyorum. Evlerini ve yakınlarını kaybetmiş binlerce insan 1 ay sonra unutulup gitsin ve kendi hallerine bırakılsın istemiyorum. İstanbul depreminde başka binlerce insan ölmesin diye hemen gerekli adımlar atılsın istiyorum.
Büyük bir yıkım ile sarsılmışken, bir yanda büyük bir dayanışma refleksiyle çok hızlı bir şekilde örgütlenen ve yardım ulaştırmak için canla başla uğraşan insanların varlığına şahit olup umut doluyoruz; bir yandan da LGBTİ+’ların deprem bölgesinde dışlanması, yardım almalarının engellenmesi, evi yıkıldığı için çocuğu ile birlikte eski eşinin evine sığınmak zorunda kalan kadının yüzüne kaynar su dökülmesi, enkazdan kurtarılan bir çocuğun istismara uğraması gibi haberler ile öfkemiz artıyor.
Özgürlüklerimiz için haydi 8 Mart’a!
Yine her zaman olduğu gibi, depremin yıkıcılığının da en çok kadınları, çocukları, LGBTİ+’ları, göçmenleri vurduğunu gördük. Daha açık olmak adına her birini tek tek açıklamaya çalışacağım. Kadınları örneğin hijyenik ürünlere ulaşım sıkıntısı, hijyenik tuvaletlerin eksiklikleri nedeniyle kadın hastalıkları riski, şiddete ya da istismara açık olmaları gibi sebeplerle etkiliyor; çocukları istismara karşı korumasız olmaları konusunda (pek çok annesini babasını kaybetmiş çocuk olduğunu ya da kayıp olan çocukları hatırlayalım) ya da böylesine travmatik bir şey karşısında yeterli desteği alamamaları konusunda etkiliyor; LGBTİ+’ları kullanmaları gereken ilaçları erişim sıkıntısı, en temel ihtiyaçları olan barınma, karınlarını doyurma, hijyenik tuvalete erişim vs gibi ihtiyaçlarının önüne geçilmeye çalışılması, düşmanca tavırlara maruz kalmaları konusunda etkiliyor; göçmenleri de yine ırkçı reflekslerle suni sebepler yaratmak, yaşananların sorumlusu onlarmış gibi davranılması hayatlarını güvensiz hale sokuyor, yine göçmenler de barınma ya da yemek gibi ihtiyaçlarına erişme sorunu yaşayarak etkileniyor.
Yaşanan tüm bu adaletsizliklere karşı çıkmak için, kadınlar ve LGBTİ+'larla dayanışmak için, çocukların korunmasını güvence altına almak için, deprem bölgesindeki herkesin acil ihtiyaçlarının derhal yerine getirilmesi için, sivil dayanışma faaliyetlerine yapılan baskıların son bulması için, statların ve sokakların özgür olması için, depremi felakete dönüştürenleri göndermek için hep birlikte, sokaklarda yan yana olalım. Özgürlüklerimiz için, hayatlarımız için, adalet için 8 Mart’ta meydanlarda haykıralım. Bizim birbirimizden başka kimseye ihtiyacımız yok. Her yalnız bırakılışımızda, her felakette yarattığımız dayanışma ruhu ile bunu defalarca kanıtladık. Biz birlikte güçlüyüz ve bunu onlar da çok iyi biliyor.
Bilindiği üzere 8 Mart’ta dünyanın pek çok şehrinde kadınlar hak mücadelesi, adalet, özgürlük, eşitlik gibi talepler etrafında sokaklara çıkıyor, şiddet, taciz, istismar gibi konulara vurgu yapıyor. Bu talepler dünyanın her yerinde ortak talepler. Özellikle altının çizilmesi gereken yer, kadınlar gelişmiş ülkelerde de adaletsizliğe uğruyor, şiddete ya da cinsiyetçiliğe maruz kalıyor. Bu yüzdendir ki, dünyanın pek çok yerinde çıkan ses birbirine ilham oluyor, birbirinden besleniyor. Türkiye’de de her yıl hem 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerinde, hem de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadın cinayetlerinde katledilenler anılıyor ve bu kadınlar için adalet söylemleri ısrarlı bir şekilde dile getiriliyor, katillerin yargılanması talep ediliyor, İstanbul Sözleşmesi ısrarı olması gerektiği şekilde devam ediyor.
Üstelik kadın hareketi, sadece kadınlara odaklanmıyor, pek çok adaletsizliğe, gericiliğe, hayatlarımıza ket vuran sağcı fikirlere, eşitsizliğe karşı da kapsayıcı bir yerden yaklaşıyor. Bunu yaparken de yıllardır LGBTİ+ hareketiyle hem 8 Martlarda ve 25 Kasımlarda hem de Onur Haftasında kol kola yürüyor, birbirinden güç alıyor.
Bu kısma, Twitter’da gördüğüm deprem ve kadın mücadelesinin aynı cümle içinde kullanılmasının garipsendiği bir tweet üzerine özellikle vurgu yapmak istedim. Her geçen yıl daha da cesaret dolu eylemlere imza atan kadın hareketi her haksızlık karşısında ses çıkarıyor. Irkçılığa karşı duruşunu hem 3 farklı dilde yayınladıkları basın açıklamaları ile, hem de eylem alanında kapsayıcı pankartlarıyla ve sloganlarıyla kanıtlıyor. Suriyelilere yapılan ırkçılığı kınıyor, depremzedelerle dayanışıyor, depremin yarattığı acı ve öfke ile görevlerini yerine getiremeyen devletten ve hükümetten hesap soruyor, çocuk istismarının karşısında duruyor, ekonomik krize vurgu yapıyor, otoriteye karşı çıkıyor. Bu dayanışmayı sadece 8 Mart ve 25 Kasım ile sınırlamıyor, hem sokakta hem de sosyal medya gibi kanallardan gerçekleştiriyor.
Kadınlar ve LGBTİ+’lar olarak adaletsizliğe, eşitsizliğe, otoriteye, gericilere, sömürüye karşı durmak için ve hakkımız olanı almak, kazandığımız haklardan da vazgeçmediğimizi göstermek için yine 8 Mart’ta alanlarda olacağız.
5 Mart Pazar günü, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü öncesinde kadınlar ve LGBTİ+’lar Kadıköy-Beşiktaş iskelesi önünde toplandık. Kadınların adalet, özgürlük, eşitlik gibi hak talepleri için toplandığı alandaki polis sayısı, bariyerler, TOMA’larla Kadıköy’ün doldurulmuş olması sokağa çıkılmasından duyulan korkuyu ifşa eder nitelikte. 8 Mart öncesinde gerçekleştirilen bu buluşma, 8 Mart’taki polisin olası tavrının da sinyalini veriyor.
Gerek kadın cinayetlerinin önlenmesindeki yetersizlik, gerek katillerin yeterli cezayı almaması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, cinsiyet eşitliği talebine karşılık yetersiz kalan politikalar, kadın hayatının önüne ailenin öne çıkarılmaya çalışılması, LGBTİ+’ların ötekileştirilmesi, katledilmesi, şiddetin ve nefretin devlet eliyle de yayılması ile biriken bir öfke söz konusuydu. Bu öfke, depremzedelere ulaşılması ve yardım gönderilmesi konusundaki yetersizlikler, ihmalkarlıklar, halkın taleplerinin duymazdan gelinmesi ve onun yerine devlet-millet-beka vurgularının yapılması, deprem bölgesindeki kadınların hijyen probleminin çözülmemesi, erkekler tarafından uğradıkları şiddet ve çocukların maruz kaldığı istismar haberleri ile katlanarak arttı.
Atılan sloganlar sebebiyle polisin uyarı yapmaya başlaması da yine aynı büyük öfkeyle ve sloganlarla bastırıldı, baskıya karşı birlikte ses çıkarıldı. Kadınların cesaretinin sadece sloganlardan ibaret olmadığını görmek gerek. Kadınlar gerçek anlamda birbirlerine sahip çıkıyorlar ve bir kişi daha eksilmeye tahammülü olmadıklarını fiili olarak gösteriyorlar.
İstanbul’daki kadınlara her sokak başına konuşlandırılan pek çok polis aracılığıyla gözdağı verilirken, Ankara’daki kadınlar abluka altına alınarak gözaltına alındı.
Öfkenin yanı sıra dayanışmanın da oldukça yüksek olduğu bir 5 Mart oldu. İran’da Mahsa Amini’nin katledilmesi sonrasında başlayan kitlesel eylemler ve grevlerde mücadele eden kadınlardan, yine İran’da zehirlenen kız çocuklarına, Suriye’deki depremzede kadınlardan, cezaevindeki kadınlara kadar pek çok kadın mücadele içerisinde anıldı, destek mesajı verildi.
Hükümetin ve devletin, bizleri hiçe sayışı, günden güne alım gücümüzün giderek düştüğü ve fakirleştiğimiz, özgürlüklerimizin yok edildiği, baskılandığımız, seslerimizin kısılmaya çalışıldığı tüm politikalar ifşa edildi. Tam olarak bu cesaret görmek istemedikleri ve baskılamaya çalıştıkları atmosfer.
Bu baskı atmosferinin yok edilmesi, kaybettiğimiz demokratik atmosfere yeniden ulaşmak bizim elimizde. Yürümemiz gereken çok yol, kat etmemiz gereken çok engel var, fakat bizler birlikte tüm bunların üstesinden gelebileceğimizi biliyoruz.
Dila Ak
(Sosyalist İşçi)