Şafak Ayhan

Şafak Ayhan son yazıları

28.12.2022 - 13:34

Okul Tıraşı

"Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın."

Jacques Tati

Okul Tıraşı, son zamanların ümit vadeden yönetmenlerinden Ferit Karahan'ın filmi. Geçen sene 71. Berlin Film Festivali'nde FIPRESCI Ödülü'ne de layık görülen Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden En İyi Film Ödülü dâhil toplam 3 ödülle dönen, senaryosunu Ferit Karahan ile Gülistan Acet’in birlikte yazdığı, Ferit Karahan'ın ise yönetmen koltuğunda oturduğu filmin oyuncu kadrosunda Samet Yıldız, Ekin Koç, Mahir İpek, Melih Selçuk ve Cansu Fırıncı yer alıyor.

Filmde baskı ve disiplinin yoğun olduğu bir yatılı okulda hastalanan arkadaşını doktora götürmeye çalışan, ancak okulun bürokrasisi, idarenin vurdumduymazlığı ve zor coğrafi koşullarla mücadele etmek zorunda kalan Yusuf'un hikâyesi anlatılıyor.

Filmde geçen okul türü, kısaltma halinin dildeki karşılığıyla bilinen YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu), Türkiye 'de nüfusun az ve dağınık olduğu kırsal bölgelerde yaşayan çocukların zorunlu temel eğitimlerinin karşılanması amacıyla ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan okul olarak tanımlanır. Yatılı/pansiyonlu olarak okulda kalan öğrencilerin yemek, ders araç gereçleri, vb. ihtiyaçları devlet tarafından ücretsiz olarak karşılanırdı. 2012'den önce "Yatılı İlköğretim Bölge Okulu" adıyla hizmet veren okullar 4+4+4 eğitim sistemi ile birlikte yalnızca ortaokul düzeyinde hizmet vermeye başladı ve adı "Yatılı Bölge Ortaokulu" olarak değiştirildi. Bu genel tanımlama mevcut eğitim sisteminin genel geçer bir tanımı. Oysa durum hiç de öyle değil. Bu okullar özellikle Kürt şehirlerinde yaşayan farklı etnik kimliklerdeki, farklı anadilleri olan –ki özellikle Kürtçe –çocukları asimilasyona tabi tutarak Türkleştirmeye çalışmak amacıyla hâlâ da bölgedeki amaçları doğrultusunda hareket eden sözde eğitim kurumlarıdır. 

Filmin yönetmeni zamanında YİBO ’da altı yıl okumuş birisi ve Kürt şehirlerindeki Yatılı Bölge Okulları’nda yaşanan adına eğitim öğretim denilen insanlık dışı uygulamaların teşhirini oldukça güçlü bir şekilde yapıyor. Irkçı öğretmenler, Kürt şehirlerine geldikleri için duydukları öfke ve nefretlerini, köylerinden toplanarak anne - babalarından ayrı bırakılan çocuklara sistematik olarak uyguluyor. Kürt çocuklarının asimilasyonu için sistem tarafından özellikle yaratılan YİBO‘ların bu yönünü çok iyi vurgulayan Karahan, filmi bize sanatsal metaforlarla çok özel bir boyutta sunuyor. 

Öğrenciler arasında yaratılan ast üst ilişkileri, okul- kışla benzetimi, anadilinde eğitimden mahrum olma, inkâr, işbirlikçilik, aç kalma korkusu, yalnızlık, ait olma ihtiyacı, kabullenilme talebi, yoksulluk, verilen cezalar, ırkçılık, nefret, mutsuzluğu yüzlerine yer etmiş çocuklar, eksi otuz derecedeki yalnızlık, ilaçsız, doktorsuz buz gibi revir, yalakalık, inkâr ve soğuk mu sağok bir banyo.

Anadillerinden başka bir dil bilmeyen çocukların toplanıp Türkçe bilmedikleri ve öğrenmediklerinden dolayı sürekli sözlü şiddet ve dayakla sonuçlanan adına eğitim denilen bu sürece filmin vurgusu çok yerinde. Kürt çocuklarının Türkçeyi öğrenme çabası, Türkçe bilmeyerek okula başlayan her Kürt öğrencinin kâbusu olması filmdeki sahnelerde ironik bir şekilde veriliyor.

Filmde özellikle de inkârın betimlenmesi benim çok dikkatimi çekti. İnkâr, hem bireyi hem toplumu hem de coğrafyayı o denli içine alıyor ki ontolojik olarak görmezden gelinen koca bir halkın inkârını, tabi ki bu süreçleri birebir deneyimleyen yönetmen bir sahnede tokat gibi vuruyor seyircinin yüzüne:

Coğrafya dersinde öğretmenin tahtaya çıkardığı öğrenciye, harita üzerinde, “Bu hangi bölge, biz hangi bölgedeyiz?” sorusuna; öğrencinin “Kürt Bölgesi” yanıtı üzerine, öğretmen, “Kürt bölgesi diye bir şey yok” şeklinde cevap verir, bastıra bastıra Doğu Anadolu Bölgesi ismini söyletir.” 

Öğretmen oraya gönderiliş misyonunu tamamlıyor sarf ettiği cümlelerle, ancak bunun sadece görünüşte bir reddiye olduğunun, kendisinin de ne söylerse söylesin gerçekliğin asla öyle olmadığının o da farkında.

Tarihsel süreçte Yatılı Bölge Okulları

Peki, bu YİBO denen okulların misyonu ve vizyonu nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır. Biraz ona bakalım.

YİBO’lardan kuruldukları tarih itibariyle devlet tarafından, sürekli bir şekilde kuruldukları bölgelere “eğitimde fırsat eşitliği” getirdiği gibi iddialarla, övgülerle bahsedilir. Oysaki ilerleyen satırlarda da bahsedeceğimiz gibi bu okullarında kuruluşunun arkasındaki ırkçı arka plan hedefin asla bir fırsat eşitliği olmadığını, hep ama hep asimilasyon hedeflendiğinin kanıtı. Bu tarihsel süreçten bahsederken bu konuda oldukça geniş çaplı bir çalışma olduğuna inandığım, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünde doktora çalışmaları kapsamında Serhat Arslan’ın “Asimilasyon ve İskân Politikaları Bağlamında Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO)” adıyla yayınladığı makalesindenyararlanacağım.

Aslında bu tarz kurumlar, Kürt halkı ve Kürt şehirleri için yeni ve yabancı bir olgu değil. İttihat Terakki ile başlayan Anadolu’da farklılıkları ortadan kaldırma, toplumu var eden etnik kimlikleri homojenleştirip Türklük potasında eritmeye çalışma Cumhuriyet ile de devam etti. Kemalist ideolojinin en baskıcı yanlarını yüzyıldır her alanda bünyesinde hisseden bir halktan bahsediyoruz. Bu halk yüzyıldır kendine, değerlerine, diline, kültürüne, siyasetine yabancılaştırılmaya çalışılıyor. YİBO bu asimilasyon sürecinin sadece belli bir yerini oluşturuyor. Geri kalan amaç ise farklı alanlarda “modernite”, “ilericilik”, “aydınlanma” adıyla tanıtımı yapılan gerçekte bunlarla uzaktan yakından alakası olmayan; bölgenin bir an evvel Türkleştirilmesini ve bölge halklarının da batıdaki Türkler gibi “mutluluktan” mahrum olmaması için tüm gücüyle çalıştığının göstergesi kurumları açmak. Yatılı okullar, kız mektepleri, Halkevleri, müfettişlikler, Türk Ocakları bunlardan başlıcaları.

Tarihsel sürecin aktarımında Şark Islahat Planı, Kürtlerin çoğunlukta olduğu illeri içeren üç umumi müfettişlik kurumu raporları, meclis zabıt cerideleri araştırmalarda en çok başvurulan kaynakların başında geliyor.

Şark Islahat Planı (1925) bu asimilasyon sürecinin miladı olabilecek düşünceleri barındırır bünyesinde. Bu bölgede özel misyonu olacak okulların açılması ve Kürtçenin yasaklanması raporda belirtilmişti. Örneğin, rapordaki konuyla ilgili şu paragraf oldukça net bir şekilde ifade ediyor durumu:

“Mükemmel kız okulları açılmalı ve kızların okula rağbet etmesi teşvik edilmelidir. Özellikle Dersim’de bir an önce yatılı okullar açılmalı ve Dersim Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Dersimlilerden buradan çıkmak isteyenler Sivas’ın batısına yerleştirileceklerdir. Fırat’ın batısındaki vilayetlerde dağınık bir şekilde yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşması yasaklanacak ve kız okullarına önem verilerek kadınların Türkçe konuşması sağlanacaktır.”

Konunun diğer örnekleri yine Serhat Arslan’ın yayınladığı yukarıda bahsettiğim çalışmasında görülebilir. Ben de karşımıza çıkan oldukça önemli örneklerden birkaçına daha burada yer vereceğim:

Şark Islahat Planı’ndakine benzer bir şekilde, 1936’da Ankara’da, dönemin içişleri Bakanı Şükrü Kaya başkanlığında yapılan Umum Müfettişliği toplantısında da Kürtlerin asimilasyonu için kullanılacak önemli araçlardan biri olarak yine okul özellikle de “yatılı ve kuvvetli elemanlı köy okulları” dillendirilmektedir. Toplantıya katılan Umum Müfettişlerinden Abidin Özmen, sunduğu raporda Kürtlerin asimilasyonu için açılması gerektiğini söylediği yatılı okulları şöyle tarif eder:

Devşirme ile köy çocuklarını alıp yatılı mektepler kurmak icap eder. Bu mekteplerin binası geniş, hastanesi, eczanesi yerinde müstakil veya tez tez uğrayan bir doktorun kontrolünde, Türklük aşılamak kabiliyetiyle yetişmiş, azimli, çalışkan muallimlerin idaresinde olmalıdır. Bu mekteplerde sırf Türkçe konuşmağı ve Türklük propagandasını, Türk büyüklerine karşı sevgiyi uyandıracak bir program takip edilecek ve tahsil süresi üç sene olup çocuk senenin on, on bir ayında mektepte kalacaktır. Bu hal bir kanunla temin edilmelidir. Bu misyoner tarzında bir temsil [asimilasyon] takibidir… Hükümetçe seneden seneye bir program altında münasip muhitlerden başlayarak böyle müesseseler kurmanın zaruretine kailim [inanıyorum].

Bu düşünceler, raporlar doğrultusunda bir dizi destekle hayata geçiriliyor. Devletin asimilasyona bir araç olarak gördüğü kurumlar hızlı bir şekilde hayata geçiriliyor. 30’lu ve 40’lı yıllarda bir dizi rapor birbirini takip ediyor. Ve ortak vurgu, Türkçe’yi ve Türk kültürünü bölgede öğretmek ve hayata geçirmek için okulların görevi. Örneğin, CHP’nin 9. Bürosu tarafından 1944’te hazırlanan “Azınlık Raporu”. Bu rapor ile ilgili Serhat Arslan makalesinde şöyle diyor:

 “...Raporda ‘Doğu’da ilkin sadece Kürtlerden oluşan yerlere değil, daha çok nüfusun karışık olduğu bölgelere okul açmak gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü okulu olmayan yerlerdeki Türkler Kürtleşmektedir, oysa okul ve Türk nüfusunun da olduğu yerler Türkleşmektedir. Yani okul açılmasında öncelik nüfusun karma olduğu yerlere verilmelidir. Nitekim Kürdistan’da açılan ilk YİBO’ların yukarıda değinilen kaygı ve beklentiler neticesinde nüfusun karma olduğu yerlere açıldığı görülmektedir. 1962 sonrasında Kürdistan’da ilk YİBO’ların kurulduğu İskele (Van), Erciş, Ahlat ve Tatvan, İsmet İnönü’nün 1935’te yazdığı raporda Türk yerleştirilen ve Türkleşmeye başlayan şehirler olarak geçmektedir.”

Batıda da YİBO açalım 

1960’lara gelindiğinde Milli Eğitim Temel Kanunu’na dayanılarak Yatılı Bölge Okulları için yönetmelikler hazırlanıyor. Burada, YİBO’ların açılmasını birbirinden uzak köyler, dağınık yerleşme, zorlu coğrafi koşullar, daha önce hiç okul açılmamış bölgeler diyerek, etnik kimliklerin asimilasyon amacına hiç de değinmeden bir coğrafya problemiymiş gibi gösterilerek yönetmelikler yayınlanıyor. Yani biz o bölgelerin zorlu koşullarından dolayı bu tarz yatılı okullar açıyoruz diyor sistem. Oysaki örneklerini biraz sonra göreceğimiz meclis konuşmalarında işin aslının hiç de öyle olmadığını devlet yetkilileri bizzat kendileri ifade edecektir.

Sistem bu coğrafi dağınıklığı örnek göstererek Kürt şehirlerindeki okullaşmayı bir kalkınma süreci olarak gösterip kullansa da ne zaman Kürt şehirleri dışında bir YİBO açılması talebi ile karşılaşılsa bu durumun kabul edilemeyeceğini söylüyor. Yine Serhat Arslan’ın çalışmasından şu örneğe bakıyoruz;

“Niğde Milletvekili Yaşar Arıbaş’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na 5 Ocak 1966’da verdiği soru önergesi ve bakanlığın verdiği cevapta bu durum açıkça görülmektedir. Arıbaş’ın soru önergesi şöyledir:

Niğde ili Aksaray ilçesi Eskil kasabası, kasaba merkezine uzaklığı 50 kilometreye kadar varan 70’i mütecaviz [aşan] yaylalardan meydana gelmiş olup, yavrulara ilkokul tahsili yaptırmak pek güç şartlarla temin edilmekte ve pek çok hallerde de mümkün olmamaktadır. Bu itibarla: Mıntıkanın bu özelliği sebebiyle yatılı bölge okulu yapılmasının düşünülüp düşünülmediğinin? Düşünülmekte ise yapılmış hazırlıkların ve neticesinin cevaplandırılmasını rica ederim.

Arıbaş, YİBO’ların resmi kurulma gerekçelerinden biri olan dağınık yerleşmenin Niğde’de de olduğunu ve bu yüzden burada da okul açılması gerektiğini dile getirmiştir. Soru önergesi olumsuz cevaplandırılmış ve gerekçe söyle belirtilmiştir: “Yatılı bölge okulları yapımı, öncelikle Doğu ve Güney - Doğu illerimizin mahrumiyet bölgelerinde programlaştırılmıştır. Bu bakımdan Niğde ili Eskil kasabasında yatılı bir bölge okulunun yapılması mümkün değildir.”

Zaten Şark Islahat Raporlarından başlayarak bölgenin asimilasyon sürecine en büyük katkıyı sunacağı belirtilen bu okulların bölge dilleri olan Kürtçe başta olmak üzere Arapça ’ya karşı Türkçe’nin ve Türklüğün üstünlüğünü sağlamak üzerine inşa edildiğini ilerleyen yıllarda Kürt şehirleri dışında açılmaya başlayan şehirler özelinde de görebiliyoruz. 1944 Azınlık Raporunda, geçmişi İsmet İnönü’nün 1935’te yazdığı rapora dayanan “nüfusun karma olduğu” yerlerde bu okulların açılmasını sağlamaya çalışan düşünce ilerleyen yıllarda nerede bir farklılık varsa onu yok etmek için anında orada “okullaşarak” vücut bulacaktır.

Serhat Arslan’ın araştırmalarındaki Kürt şehirleri dışındaki YİBO’laşma süreçlerinin analizi oldukça takdire şayan. Meclis tutanaklarında da belirtildiği üzere daha sonraları Ankara, Konya, Hatay, Çanakkale, Kocaeli şehirlerinde 1965 itibariyle Hatay’da 2 tane olmak üzere birer YİBO açılıyor. Peki, neden bu şehirler? Geçmiş yıllarda MEB’in belirttiği gibi dağlık ve dağınık yerleşme sebebiyle mi bu illere açılıyor? Tabi ki hayır. Bu bölgelerin en büyük özelliği etnik çoğulculuğa yaslanan birer kent oluşları. Özellikle de çok farklı anadillerin günlük hayatta kullanılıyor olması. 1950 nüfus sayımında Türkçe dışında anadil olarak Kürtçe, Arapça, Çerkesce, Arnavutça, Tatarca, Bulgarca, Rumca, Ermenice, Yahudice olarak geçen (İbranice), Pomakça, Gürcüce, Abhazaca, Lazca çıkıyor karşımıza.

Ankara ve Konya, Kürt şehirleri dışında Kürtçe’nin en yoğun konuşulduğu batı şehirlerinin başında geliyor (malum sürgünlerden dolayı). Kocaeli ‘de ise Türkçe ’den sonra yoğun olarak konuşulan diller özellikle Abhazaca, Boşnakça, Gürcüce ve Çerkezce. Hatay’da Türkçe kadar yoğun kullanılan dil Arapça. Çanakkale’de yine Türkçe ‘den sonra Pomakça, Rumca, Çerkesce ve sayımlarda geçen adıyla Yahudice en çok konuşulan dillerin başında geliyor.

Kürtlerin Türkleştirilmesi, farklı dillerin de Türkçeleştirilmesi süreci İttihat Terakki ile başlayan asimilasyon sürecinin Cumhuriyet kadrolarınca tekrar ele alınması ve hız kesmeden üzerine de konularak hayata geçirilmesiyle devam etmektedir. Doğuda Kürtçe’ye batıda da bu toprakların diğer kadim dillerine yönelik başlatılan bu süreç “eğitim ve öğretim” ilişkileri kavramı adı altında hayat bulmaya devam etti yıllarca. Bu asimilasyon politikaları maalesef batı şehirlerinde başarıya ulaştı. Nüfusunun niceliği itibariyle Kürt şehirlerinde ise başarıya ulaşamadı. Tüm imkânların seferber edilmesine rağmen. Dışarıdan bakılınca oldukça masumane görülen okullaşma süreçleri bile sistemin tekçi, ırkçı ve asimilasyon politikalarının nasıl ilmek ilmek örüldüğünü ortaya koyuyor. Farklılıkları ortadan kaldır ve herkesi tek tipleştir. Şu an Türkiye’de 39 dil tüm bu baskılara ve yok sayılmalara rağmen yaşlı insanların birer iletişim aracı olarak konuşulmaya devam ediyor. 18 dil ise ölmek üzere, yani konuşan nesil hayata veda edince dil de yaşama fırsatı bulamayacak. YİBO’ların kuruluş itibariyle misyonu tam da buydu. Ne kadar garip, bir okul, eğitim öğretim sunmak, farklılıkları, çeşitliliği, sosyal kültürel yaşamı canlandırmayı, kültürel bağları koruyup geliştirmeyi amaç edinmesi gereken bir kurum, etnik ve kültürel asimilasyonun çok önemli bir mevziisi olarak iş görüyor.

“Okul Tıraşı “ filmiyle başladığımız bu konuyu, filmin çok değerli yönetmeni olan aynı zamanda Kürt şehirlerindeki YİBO’ larda yıllarca öğrenci olarak bulunmuş Ferit Karahan’a bırakalım. Şöyle diyor Karahan:

"11 yaşındaki bir çocuktan bahsediyoruz. Yatılı okulda altı yıl okudum ve benim için zor bir deneyimdi. Daha doğa ile iç içe olan bizim gibi çocukların bir yere kapatılıp, şehre gitmeyip, toprağa dokunmayıp, hayvanlardan, aileden uzaklaştırılıp bir kamp gibi ortamda eğitilmeleri, kendi kimliklerinden arınmaları, asimile olmaları feci kötü bir şey. Bu filmi yapmamın sebebi biraz da geçmişte yaşadığım korkuyu kırmak, onunla yüzleşmek, yatılı okulla hesaplaşmaktı.”

Şafak Ayhan

Kaynak:

Arslan, S. (2015). Asimilasyon ve İskân Politikaları Bağlamında Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) . MSGSÜ Sosyal Bilimler , (12) , 139-151


Bültene kayıt ol