Bundan 30 yıl önce Stalinist rejimlerin çöküşüyle birlikte liberal demokrasilerin zaferi ilan edilmişti. Kapitalizm, “insan toplumunun içinde yaşayabileceği en iyi sistemdi”; dolayısıyla artık alternatif aramaya gerek yoktu.
Sistemin ideologlarının bu iddiasının ömrü pek de uzun olmadı. 1990’larda Batı dünyasının çeşitli yerlerinde neoliberalizme karşı işçi hareketleri yeniden ortaya çıkmaya başladı. 1999’da Seattle’da başlayan antikapitalist hareket, egemen sınıfın kurumlarını itibarsızlaştırdı. Ardından ABD’nin Ortadoğu işgallerine karşı tarihin gördüğü en büyük savaş karşıtı hareket ortaya çıktı. Yetmedi, 2008’de çok büyük bir küresel ekonomik kriz patlak verdi. Bunu Ortadoğu’da Tunus ve Mısır’la başlayıp tüm bölgeye yayılan, diktatörleri deviren isyanlar takip etti. 2000’lerde dünyanın birçok yerinde aşırı sol hareketlerin büyümeye başlaması sürecini, sisteme yabancılaşan insanların öfkelerini istismar eden aşırı sağcı hareketlerin de güç kazanması ve tüm dünyada Trump ile birlikte başlayan otoriterleşme dalgası izledi. Egemen sınıflar içerisindeki neoliberal konsensüs de darmadağın oldu.
Bunun ardından, 2019, küresel isyan yılı olarak tarihe geçti ve 25 ülkede birden kitlesel rejim/hükümet karşıtı protesto gösterileri yaşandı. Pandemi, kapitalizmin eşitsizliklerini görünür kılan ve derinleştiren bir başka dönem oldu. İnsan yaşamı ile kâr güdüsü karşı karşıya geldiğinde egemen sınıfın hiçbirimizi önemsemediği ortaya çıktı. Bu arada iklim krizi de BM kurumlarına bile “kırmızı alarm” verdirtecek hâle büründü.
Yani nihai zaferin ilan edilmesinin ardından kapitalizmin bir günü bile aslında olaysız geçmedi.
Bugün emperyalist hegemonya mücadelesinin sonuçlarını Ukrayna’da işgal ve savaş, Tayvan’da savaş tehdidi olarak yaşıyoruz. Binlerce insan savaşlarda ölmeye devam ediyor. Afganistan’dan Suriye’ye, Ortadoğu’daki savaşlar büyük bir mülteci akınına ve bununla birlikte ırkçılığın yükselmesine yol açtı. Ekonomik krizden bir türlü çıkılamadı ve şu an en “ileri” ekonomilerde bile enflasyon ve hayat pahalılığı tartışılıyor. 42 ülkede 161 milyon kişi gıda konusunda aşırı uç bir tehlikeye savruldu. Enerji fiyatlarına fahiş zamlar gelmeye başladı. İklim krizinin etkileri büyüyüp aşırı sıcaklar, kuraklık, seller ve orman yangınları şeklinde büyük bir ekolojik yıkımın içinden geçmekte olduğumuzu gösteriyor.
Neoliberal merkez partileri erirken, politik kriz istikrarsızlığı derinleştiriyor. İngiltere’nin başbakanı birkaç haftada istifa etmek zorunda kalabiliyor. Kapitalizm çoklu bir krizin içerisinde, deyim yerindeyse tel tel dökülüyor.
Ancak dönem sadece felaketler çağı değil: Felaketler, ama aynı zamanda isyanlar çağı.
Kapitalizmin krizlerden kurtulamadığı günlerde sıradan insanların inisiyatifleriyle gelişen hareketleri de heyecanla izliyoruz. Arnavutluk’ta Mayıs ayında sokağa çıkan işçiler “Oligarkları vergilendirin, halkı değil” diyerek yükselen hayat pahalılığına karşı direndiler. Sri Lanka’da yoksulluk nedeniyle başlayan isyanlar sonucunda başkan devrildi. İngiltere’de “Artık yeter” hareketi çok geniş kesimlerin ilgisini çekiyor. Ücret artışları, yükselen enerji faturalarına bir yanıt olarak kamulaştırma, gıda bankalarına duyulan ihtiyacın sona erdirilmesi, hızla yükselen kiralara karşı önlem alınması ve zenginlerin vergilendirilmesi gibi talepler dillendiriliyor. Başta demiryolu olmak üzere birçok sektörde on yıllardır görülmedik ölçüde yaygın grevler yaşanıyor. Güney Afrika’da iki rakip sendika birleşti ve greve gitti, 11 şehirde yüzbinlerce işçi sokağa çıktı. Sudan’da askeri diktatörlüğe karşı halk isyanı başladı, Darfur’da sağlık emekçileri ve petrol işçileri grevde. ABD’de de demiryolu işçileri greve gidiyor. İran’daki halk isyanı, kitle grevleri ve eylemlerle rejimi sarsıyor.
Bu tarz isyanlar son derece önemli ve bunları yalnızca heyecanla izlemekle yetinemeyiz. Çünkü solun, sendikal hareketin yoksulluğa karşı mücadeleyi örgütleyememesi ve başı çekememesi durumunda hükümetler sağcı yanıtlar üretiyor, göçmenleri hedef hâline getiriyorlar. Dolayısıyla insanların sisteme yönelik tepkilerini, yoksulların isyanını kanalize edebileceğimiz alternatifler, eylemler, protestolar, örgütlenmeler yaratmamız çok çok önemli.
Tüm dünyada antikapitalist sol kendini bu mücadeleler içinde var edebilir ve etmelidir de. Zira bugünün krizlerine verilebilecek yanıtlar sosyalizm mücadelesindedir.
Ekim Devrimi yoksulluğu bitirmek ve eşitliği sağlamak için atılmış devasa bir adımdı. Aynı zamanda ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, LGBTİ+ fobisinin panzehriydi. Ezilen uluslar Bolşevikler’in öncülüğünde işçi sınıfının mücadelesiyle özgürleşti. I. Dünya Savaşı’nı Almanya ve Rusya’daki devrimler durdurdu. Ekonominin kâra değil insan ihtiyaçlarına göre planlandığı ekonomiler yayılabilseydi, iklim krizi bugünkü durumuna gelmeyebilirdi.
Dolayısıyla çare “kâr değil insan” diyenlerin yeni bir dünyayı yaratma potansiyelinde. Uluslararası Sosyalist Akım’ın 30’u aşkın ülkedeki tüm örgütleri kendi yerellerinde, böylesi öfkelerin parçası olup mücadeleye yön vermeye çalışıyor. Biz de Türkiye’de bunu en güçlü şekilde yapmalıyız.
Kapitalizmin krizine karşı sosyalist alternatifi büyütmek için örgütlenmeliyiz.
Ozan Tekin
(Sosyalist İşçi)