“Umarım bu sefer de hayal kırıklığına uğramayız” dedi bir arkadaşım. İran’dan söz ediyorduk.
Ne demek istediğini anlamak zor değil.
Dünyanın her yanında, ama belki de özellikle bizim buralarda, Ortadoğu’da, büyük kalabalıklar sık sık ayaklanıyor. Sadece son 10-12 yılı düşündüğümüzde bile bir dizi devrim, ayaklanma, kalkışma görüyoruz: Tunus, Mısır, Cezayir, Sudan, Yemen, Bahreyn, Suriye, Irak, İran...
Ve bunların ilk beş tanesi onyıllardır iktidarda olan acımasız diktatörlerin devrilmesiyle sonuçlandı.
Ama daha sonrasında hiçbiri çok da olumlu bir şekilde gelişmedi; sosyalizm bir yana dursun, doğru dürüst bir demokrasiye bile evrilmedi. Dahası, Mısır’da devrilen diktatörün yerini askerî diktatörlük aldı, Suriye’de her şey eskisinden de kötü oldu.
Arkadaşımın hayal kırıklığı kaygısı anlamsız değil yani.
Ama çok anlamlı da değil. Çünkü ayaklanmanın, devrimin başarı garantisi yoktur ve olamaz.
Devrimleri bastırmak için seferber olan egemen sınıfların ellerindeki güçleri düşündüğümüz zaman, niye başarı garantisi olamayacağı hemen anlaşılır. Bu güçlerin toplamı, yani devlet, tepeden tırnağa silahlıdır (Lenin, meselenin özüne inerek devletten “özel silahlı adam müfrezeleri” diye söz eder.) Ve bu silahlı güç, temsil ettiği sınıfın iktidarını korumak için insan öldürmekten hiç çekinmez; çekinmeyeceğini de herkes bilir.
Tam da bu nedenledir ki, büyük emekçi ve yoksul kitleler öyle kolay kolay ayaklanmaz, tankların önüne çıkmayı kimse kolay kolay göze almaz. Ne kadar öfkeli olsalar, mevcut düzenden ne kadar nefret etseler, ölüm, cezaevi, işkence, işini kaybetme korkusu genellikle ağır basar.
Sonra bir gün, kimsenin önceden tahmin edemeyeceği bir nedenle öfke korkuyu aşıverir, kitleler sokaklara dökülür. Bardağı taşıran damla Tunus’ta bir gencin kendini yakması olmuştu, İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesi oldu.
Devletin ezici gücüne ve bu gücü kullanmakta hiç tereddüt etmemesine rağmen devrimlerin başarılı olabilmesinin iki temel nedeni var.
Birincisi, ayaklananların kitleselliği, kalabalıklığı, öldürülemeyecek kadar çok olmaları.
İkincisi, işçilerin üretimi durdurması, ekonomiyi ve ülkeyi felç etmesi.
İşçi sınıfının harekete geçmesi hem ayaklanmanın başarıyla sonuçlanmasını hemen hemen garanti eder, hem de kurulacak yeni düzenin sosyalizme doğru gelişmesinin koşullarını yaratır.
Niye? Çünkü işçi sınıfı işyerindeki kollektif üretimin dayattığı kollektif bilince, örgütlü davranma ve dayanışma geleneğine sahiptir.
Evet, işçi sınıfının harekete geçmesi de ille başarıyı garantilemez, ama onun harekete geçmediği yerde sosyalizmden söz etmek mümkün olmaz.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)