İran devriminin 1979’da yarattığı müthiş heyecanı şimdi hatırlamak bile zor. Üzerinden 43 yıl geçmiş; üstelik de berbat bir diktatörlüğün, acımasız bir baskı rejiminin 43 yılı.
Hatırlamak zor, ama hatırlamak gerek. Devrim 54 yıllık bir hanedanı, hem de Ortadoğu’nun en büyük ordularından birine sahip olan bir hanedanı devirmişti; dile kolay! Dahası, günümüz için de geçerli olan bir dizi ders çıkartılabilecek bir devrimdi.
Birincisi, başarı için sokaktaki kitlelerin yanı sıra devrimin işyerlerinde de yayılması gerekir. Nitekim 1978 sonbaharında önce Tahran’daki ana petrol rafinerisi, iki gün sonra beş başka rafineri greve çıkar. Yine iki gün sonra Tahran’daki tüm hükümet memurlarının grevi başlar. Yıl sonuna doğru genel grev ilan edilir. Ve en önemlisi, işyerlerinde grev komiteleri (“şuralar”) seçilir. Bunların görevi grevleri örgütlemek ve koordinasyon sağlamaktır, ama aynı zamanda alternatif bir iktidarın potansiyel organlarını oluştururlar.
İkincisi, rejimin sokaktaki kitlelere karşı uygulayacağı şiddet kitleleri sindirebilir, ölen ve tutuklanan sayıları arttıkça korku ve yorgunluk ağır basabilir. Ama tam tersi de olabilir, öfke yükseldikçe kitlenin kararlılığı artabilir, tankların önüne giderek büyüyen bir kitle çıkmaya devam edebilir. En önemlisi, kitlenin kararlılığı polise ve askere sirayet etmeye başlayabilir. Kolluk güçlerinin arasından bazıları ellerinde silahlarıyla kitlenin saflarına katılabilir. Bu, rejimin çözülmeye başladığının işaretidir.
Bu iki açıdan, 1978-79 klasik bir devrimdir, başarısının temelini bunlar oluşturmuştur.
Şah’ın devrilip yurtdışına kaçmasından sonra nasıl bir iktidar olacağı mücadele konusudur. Ve bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağının garantisi yoktur. İktidara bir yandan mollalar, bir yandan komünist partisi Tudeh ve gerilla örgütleri taliptir.
O yıllarda Türkiye’de de tartışma konusuydu, ne mutlu ki artık değil: Geri (“feodal, yarı feodal”) ülkelerde sosyalist devrim olabilir mi, yoksa önce burjuvazinin millî kesimini iktidara getiren bir millî demokratik devrim aşaması mı olmak zorundadır? Böyle bir zorunluluk varsa (yani tarih Stalinist aşama teorilerine uygun olarak hareket ediyorsa), o zaman işçi sınıfı birinci aşamada taleplerini dayatmamalı, millî burjuvazinin kuyruğuna takılmalıdır.
Bu aşamalı devrim inancı İran solunda egemendi. Dolayısıyla “Birinci aşama Humeyni’nindir” diye düşünüldü, muhalefet edilmedi (hatta Humeyni desteklendi) ve nihayet mollalar iktidarlarını pekiştirmek için tüm muhalefeti katletti.
Oysa tarih kitabî aşamalarla ilerlemez. Bunu bilen, şuralara odaklanan ve bağımsız bir işçi sınıfı perspektifini vurgulayan bir örgüt olsaydı 1978-79 farklı sonuçlanabilirdi.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)