Pop sanatçısı Gülşen çok uzun süredir bir linç kampanyasının hedefindeydi. Yeni Akit ve iktidara yakın çevreler onu “açık saçık giyindiği” gerekçesiyle “ahlaksızlıkla” suçluyorlardı. Bu koroya Milli Gazete gibi sözde muhalif “6’lı masa” bileşenleri de dahil oluyordu. Toplumun değerleriyle uyuşmadığı, sapkın olduğu, gençleri yozlaştırmaya ittiği gibi sağ muhafazakâr argümanlarla karalama kampanyası sürdürülüyordu.
Gülşen yalnızca iktidarın kafasındaki kadın profiline uymayan kıyafetler giydiği için değil, aynı zamanda sahneden açıkça LGBTİ+ bireyleri savunduğu için de hedefteydi. 8 Mart’ta alanlara çıkan kadınlar, ahlakçı koronun hedefinde olan LGBTİ+lar, Gülşen’in şarkılarını isyanlarının sözü hâline getirmişlerdi. Bütün bunlar, cinsiyetçi ve homofobik iktidarın canını sıkmak için yeterliydi.
Sonunda, onun üstüne gidecek hamleyi yapacak bahane bulundu. Gülşen’in aylar önce, alakasız bir dönemde, sahnede bir arkadaşıyla şakalaştığı görüntüler bir anda birileri tarafından bulunup servis edildi. Sanatçı hakkında “İmam hatipte okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor” sözleri nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216. maddesi kapsamında resen soruşturma başlatıldı, ifadesi alındıktan sonra "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçlamasıyla tutuklandı. Birkaç gün sonra ise “ev hapsine” alındı. Hiçbir yere kaçma şüphesi olmayan bir sanatçı, üstelik yargılandığı suçtan ceza alsa bile hapis yatmayacak olan biri, iktidarın topluma göz dağı verme hırsının sonucu olarak böyle bir muameleye tabi tutuluyor.
İfade özgürlüğü
Gülşen’in tutuklanması ve daha sonra ev hapsine alınması açık bir hukuksuzluk, iktidarın yaşam tarzı anlayışına uymayan “aykırı” kişilere bir gözdağı, aşırı sağın hassasiyetlerinin topluma hukuk yoluyla zorla dayatılma girişimidir. Bir sanatçı sahneye istediği gibi çıkabilir, istediği gibi dans edip şarkı söyleyebilir. Toplumun gözü önünde olan birinin LGBTİ+ları savunması ise ancak gurur duyulacak bir eylem olabilir.
Burada Gülşen’in sözü geçen video kaydında söylediği sözlerin detaylı bir analizine gerek bulunmuyor. Cumhurbaşkanının Gezi Parkı protestolarına katılan milyonlarca kadına “sürtük” dediği, bir imamın “oruç tutmayanların ve namaz kılmayanların sopalanması” çağrısını yapabildiği, iktidarın çeşitli sözcülerinin AKP karşıtı olan her kesimi, bu toplumdan dışlananları sık sık benzer ifadelerle hedefe koyduğu bir ortamda, ifade özgürlüğü konusunda öncelik hiç kimsenin sözlerinin “tutuklama” tehdidi altında olmamasıdır. AKP-MHP iktidarı tarafından sınırları çizilen sert siyasi ve toplumsal iklimde “nefret suçu” işleyenler ve toplumu kutuplaştıranlar bellidir. Ancak bu tehdit ortadan kalktıktan sonra imam hatip liseleriyle veya Gülşen’in kelimelerinin muhtevasıyla ilgili bir tartışma yapılabilir. Şu an demokrasiyi ve özgürlüğü savunanların tek görevi, iktidar çevreleri tarafından keyfi olarak tutuklanan bir sanatçının rahat bırakılması olmalıdır.
Arka arkaya saldırılar
Üstelik Gülşen’in başına gelenler tekil bir durum değil. Türkiye’de aylardır çeşitli konserler, gençliğin yoğun olarak katıldığı müzik festivalleri arka arkaya iptal ediliyor. Gerekçeler yine toplumun belirli bir kesiminin inanç ve ahlak değerlerinin toplumun tümüne dayatılmasıyla ilgili. Festivallerde alkol tüketimi, aşırı sağcıların “sapıklık” olarak kodladığı danslar, gençlerin “kızlı erkekli” olarak eğlenmesi... Birtakım aşırı sağcı odaklar, iptal edilen festivallerin listesini kendi gurur tabloları olarak sosyal medyada duyurmaktan bile çekinmiyor. Bütün bunlar yaşanırken iktidar medyası ise AKP’nin kimsenin hayat tarzına karışmadığını iddia etmeye devam ediyor.
Hatırlayacağınız gibi, Tayyip Erdoğan birkaç ay önce benzer bir saldırıyla Sezen Aksu’yu hedef almıştı. Cumhurbaşkanı, yıllar öncesine ait bir şarkısının sözleri nedeniyle “Adem efendimize, Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimiz” demişti. Ancak kamuoyunun muazzam tepkisi ve Sezen Aksu’nun direnişi karşısında geri adım atmak zorunda kalmış ve “Benim oradaki hitabımın muhatabı Sezen Aksu değildir” demişti.
Gülşen’in hukuksuzca susturulmaya çalışılması da benzer tepkilere yol açtı. Hükümet tabanından pek çok kişi de sanatçıya yapılanların haksızlık olduğunu dillendiriyor. Bunun yanı sıra, AKP-MHP iktidarı bütün anketlere göre seçimleri kaybetmeye doğru giden bir azınlık koalisyonu. Bu tür hamleleri yaparken bunu gizlemeye, çoğunluğun iradesiymiş gibi davranmaya çalışıyorlar. Ayrıca, giderek küçülen tabanlarını konsolide edebilmek için, o tabanın en sağcı kesimini konsolide ederek buradan bir seferberlik yaratmaya çalışıyorlar. Ekonomik ve politik gerekçelerle dağılmakta olan dindar-muhafazakâr seçmenleri toplumu kültürel değerler etrafında kutuplaştırarak kendi taraflarında tutmaya devam etmeye çalışıyorlar.
Dayanışma
İktidarın bu tür hamlelerine kaybettirecek olan asıl şey ise, farklı ekonomik ve sosyal mücadelelerde ortaya çıkan dinamiklerin birleştiği, öfkesini tek bir kanaldan sisteme ve onu yönetenlere yöneltebildiği bir hareketi inşa etmek. Bu tarz saldırılara karşı yaygın ve kitlesel eylemler olabilse, hatta bunlar zaman içerisinde giderek başka mücadelelerle birleşip merkezileşebilse, iktidarın bu adımları atarken bin kere düşünmesi gerekecektir.
Bu tam olarak gerçekleşmese de, 16 LGBTİ+ örgütünün ortak açıklaması, kadın örgütlerinin Gülşen’i savunmak için eylem yapması önemliydi. Türkiye’de seçimlere gidilen süreçte 6’lı masa ve onun dışarıdan destekçileri bize sürekli “provokasyona gelmemek” için sokağa çıkmamamızı söyleyebilir. Oysa baskılara, yasaklara karşı yapılması gereken seçimleri beklemek değil işyerlerinde, okullarda, mahallelerimizde örgütlenmek ve sokağa çıkmaktır. Özgürlük sokakta kazanılır.
Ozan Tekin
(Sosyalist İşçi)