“Mavera Vakfı’nın Malcolm X anısına düzenlediği ‘Dünya Yeniden Kurgulanırken: Sözümüz Var’ başlıklı deneme yarışmasında ödüller sahiplerini buldu. Yarışmada üçüncü olan Burcu Şekerci: ‘Uyuyanları uyandırmak için o gürültüyü muhakkak çıkartacağız’ dedi.”
Mavera Vakfı’nın ne olduğundan, neler yaptığından hiç haberim yok; Yeni Şafak’ın yarışma haberi de Yıldıray Oğur’un tweet’ini görmesem kuşkusuz gözümden kaçacaktı.
“Malcolm X’in anısına bugünlerde yapılacak şey deneme yarışmasında ‘sözümüz var’ hamaseti yapmak değil, Kızılay’a gitmek. Ama işte onun için sahiden cesaret lazım” demiş Yıldıray. Yani günümüz Türkçesiyle söylersek, “Boş boş konuşmayın, sıkıyorsa Somalili esnafın tabelalarını ve haklarını savunun, ırkçılığa karşı bir şey yapın” demiş.
Öldüğü günden beri Malcolm X’i sahiplenmek isteyen çok çeşitli ve çelişkili çevreler oldu. Neredeyse 60 yıl önce bir suikaste kurban giden devrimci, Müslüman, siyah bir Amerikalının bu kadar sevgiye mazhar olması ilginç bir olgu doğrusu.
Malcolm X’i sevenler arasında hem günümüz Amerika’sının radikal siyah milliyetçileri hem Amerika’nın orta sınıf siyahları var, hem Türkiye’nin dindar Müslümanları hem de biz sosyalistler varız.
Amerikan kapitalizmine büyük ölçüde entegre olmuş orta sınıf siyahların Malcolm X’e sahip çıkmaya çalışmaları su katılmamış bir ikiyüzlülük. Malcolm X’in siyahları her türlü şiddet öğesini de kullanarak sisteme karşı çıkmaya davet ettiği dönemde, bundan belki de en çok rahatsız olanlar Kennedy’nin reformları yoluyla barışçıl bir şekilde haklarını kazanmaya çalışan orta sınıf siyahlar olmuştu. Nitekim, Malcolm X’i öldürenlerin FBI mı, düzen taraftarı siyah bir örgüt mü olduğu hâlâ tartışma konusu.
Öte yandan, ayrılıkçı siyahların, radikal Müslümanların ve sosyalistlerin Malcolm X’in mirasına sahip çıkmaları, çelişkili de görünse, daha anlamlı; çünkü yaşamı boyunca Malcolm X’in görüşleri koyu bir ayrılıkçılıktan sosyalizme doğru evrilmiş, fakat tutarlı bir sosyalizm anlayışına da ulaşamamıştı. İslam ise, Amerikan toplumunun ezici baskısına ve ırkçılığına karşı bir başkaldırı olarak hep görüşlerinin bir unsurunu oluşturmuştu.
Malcolm X, 1925’te Amerika’nın Güney’inde doğmuş ve 1947’de hapse düşene kadar siyah bir Amerikalı gencin tipik hayatını yaşamış. Daha 14 yaşına gelmeden, babası ve dört amcası ırkçılar tarafından öldürülmüş, bir amcası linç edilmiş, Kuzey’de Michigan’a taşındıklarında evleri ırkçılar tarafından yakılmış, babasının ölümünden sonra tek başına sekiz çocuk büyüten annesi akıl hastanesine kaldırılmış. Birkaç yıl çeşitli geçici işlerde çalışan Malcolm X nihayet New York’a taşınmış, orada esrar ticareti, pezevenklik ve hırsızlık yaparken yakalanıp hapse girmiş.
Cezaevinde, asıl adı İslam Ulusu (Nation of Islam) olan ‘Siyah Müslümanlar’a (Black Muslims) katılmış ve serbest kaldıktan sonra da bu örgütün en ünlü üyesi, en etkin militanı olmuş.
İslam Ulusu’nun temel iddiası, beyazların altı bin yıllık egemenliğinin sona ermek üzere olduğu ve beyaz toplumun yıkılmasıyla birlikte Allah’a inanan siyahların dünyaya egemen olacağı idi. Buna bağlı olarak örgüt, siyahların siyasî olarak hiçbir şekilde beyazlarla birlikte örgütlenmemeleri gerektiğini savunduğu gibi, siyahların kapitalizmin Amerika’da kendilerinden uzak tutulan nimetlerinden yararlanabilmeleri için kendi ayrı kapitalizmlerini yaratmaları gerektiğini de telkin ediyordu. Siyahlar ayrı işyerleri kurmalı, salt siyahların dükkânlarından alış veriş etmeliydi. Bir başka deyişle, İslam Ulusu ırkçılığa radikal bir biçimde karşı olmakla birlikte, sömürüye karşı değildi; sadece siyahların beyazlar tarafından sömürülmesine karşıydı. Bu özelliğiyle de İslam Ulusu orta sınıf ve iş sahibi siyahlar arasında özellikle destek buluyordu.
Amerika’da siyahların eşitlik mücadelesi 1950’lerin ikinci yarısında hızla gelişmeye başlamıştı. Özellikle ırkçılığın tamamen yasal ve kurumsal olduğu Güney eyaletlerinde mücadele kitlesel dalgalar halinde gelişiyordu. Bu mücadele de aslen reformist orta sınıf siyahların (özellikle de Martin Luther King’in) önderliği altında gelişmekle birlikte, tabanı daha radikal siyah ve beyaz gençlerden oluşuyordu. Bu gençler arasında da “beyazları mücadeleye dahil etmeli mi, etmemeli mi” tartışması sürmekle birlikte, sosyalist beyazların izin beklemeden aktif olarak zaten mücadeleye katılmaları (Mississipi Yanıyor filmini görenler hatırlar) bu tartışmayı anlamsızlaştırıyordu.
Daha ziyade Kuzey eyaletlerinin sanayi kentlerinde faaliyet gösteren Malcolm X ile Güney’deki hareket arasında giderek bir etkileşim süreci gelişti. Güney’deki gençler Malcolm X’in müthiş hitabet yeteneğinden, radikalizminden etkilenirken, Malcolm X de iki yönde etkilendi.
Birincisi, siyahların ayrı örgütlenmeleri gerektiği ve bütün beyazların düşman olduğu doğrultusundaki görüşleri değişmeye başladı.
İkincisi, İslam Ulusu’nun siyasete bulaşmama ilkesinden vazgeçmeye başladı. Güney’deki mücadele tümüyle siyasîydi. Mücadelenin önemli bir parçası siyahları seçmen kütüklerine kaydettirme, insan haklarını kazanma, bir dizi ırkçı yasağı kaldırma hedeflerine yönelikti ve bu doğrultuda önemli başarılar elde ediliyordu.
Hayatının son döneminde Malcolm X’in görüşleri İslam Ulusu’nun temel ilkeleriyle çelişmeye başlamıştı. Nitekim, ölümünden 11 ay önce Malcolm X’in üyeliği askıya alındı. Bu dönemde Malcolm X sömürgeciliğe karşı başarılı bir mücadele vermiş olan ve bir tür sosyalizmi gündeme getirmeye çalışan bir dizi Afrika ülkesini ziyaret etti. Gana’da Nkruma ile, Mısır’da Nasır ile görüştü. Amerika’ya dönüşünde sosyalizmden, sömürgeciliğe karşı mücadeleden, kapitalizme karşı savaşmaktan söz etmeye başladı. Irkçılığı beyazların doğal bir özelliği olarak değil, kapitalizmin bir sonucu olarak anlamaya ve anlatmaya başladı: “Bir tavuğun bir kaz yumurtası üretmesi mümkün değildir… Bu ülkedeki sistemin de siyah Amerikalılar için özgürlük üretmesi mümkün değildir. Bu sistem için, bu ekonomik sistem, bu politik sistem, bu toplumsal sistem için böyle bir şey mümkün değildir.”
Nihayet, 1965 Şubat’ında Harlem’de bir konuşma yaparken bir kurşuna kurban gitti. Kurşunu kimin sıktığı meçhul, fakat Malcolm X’in ölümünden memnunluk duyanlar belli: En başta Amerikan egemen sınıfı ve ırkçılar, arkasından da barışçıl çözümler arayan ve Malcolm X’in radikalizminden rahatsız olan orta sınıf siyahlar ve bu sınıfın bir örgütü olan İslam Ulusu.
Türkiye’de Mavera Vakfı gibileri Malcolm X’i anarken kimi andıklarının farkında bile değiller kanımca. Malcolm X İslam uğruna ölmedi. Dünyanın en azgın kapitalizminin en çıplak ırkçı uygulamalarına karşı, ezilen kitlelerin özgürlük ve eşitlik taleplerini dile getirirken öldü. Sosyalizme doğru el yordamıyla adımlar atarken ve biraz da bu adımları attığı için öldürüldü.
Roni Margulies
(Serbestiyet)