Süleyman Demirel 12 Mart 1971 darbesi sürecinde “dün dündür, bugün bugündür” sözleri Türkiye siyasetin özeti gibi. Demirel’in bu sözleri, merkez ve egemen Türk siyasetinin toplumdan gerçekleri gizleme hünerlerini nasıl sergilediklerini gösterir.
Bu sözleri Demirel, görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın yerine Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in seçilmesini isteyen askerlerin, siyasi parti liderlerini ikna etmek için kamuoyundan gizli görüşmeler yaptığı günlerde söyledi.
Demirel’in, Genelkurmay’dan Semih Sancar’la görüşmesini basın mensuplarından inkâr etmesinden bir gün sonra, Sancar bu görüşmeyi itiraf etti. Bu hususu ertesi gün gazetecilerin hatırlatmaları üzerine Demirel, Türkiye siyasi tarihine mal olmuş “ünlü” sözünü söyledi. Bu söz için “siyasi aktörlerin keyfi davranışlarının dile getirilmiş hali” denebilir.
Süleyman Demirel, vefatından kısa bir süre önce TBMM’de kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerine, bu sözünü “dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulamaz” şeklinde güncellediğini ifade etmiştir.
Bizim kuşak sosyalistlerinin, devrimcilerinin büyük bir öfke, kızgınlık besledikleri Süleyman Demirel’in sözleri durup dururken aklıma düşmedi.
Süleyman Demirel tipik bir önceki yüzyıl Türk politikacısıydı. Bir anlamda Türk siyasetini yansıtan aynaydı. Süleyman Demirel, kendine özün yanları çokça olan bir siyasetçiydi. Aynı zamanda geleneksel merkez Türk siyasetinin de çok tipik temsilcisi. Derin ve karanlık Ankara’nın hem gadrine uğramış hem de vitrindeki görünen yüzü olmuştur. Bu nedenle merkez Türk siyasetini onunla adlandırmak hiçte yanlış olmaz. Yani meseleyi Demirel’in şahsı değil, Türk siyasetinin kendisi oluşturmaktaydı.
21. yüzyılda dünyada çok şey değişti. Türkiye’de de doğal olarak ciddi ölçüde siyasal, sosyal, kültürel değişim yaşandı. Yıkılan iki kutuplu dünya bugün bir biçimde yeniden kuruluyor. Küresel sermayenin kurumsal yapıları, ilişkileri ve birlikleri köklü değişiklikler geçiriyor, 21 yüzyılın güç ve siyasal dengeleri eksen değişikliği yaşıyor.
Bu süreçte, Süleyman Demirel’in sözlerinde ifadesini bulan yüz yıllık Türk siyasetinin tarzının değişip değişmediği, değişti ise ne yönde değiştiğini belirleme ihtiyacı belirdi. Bu, Türkiye’nin değişim potansiyel ve dinamiklerini belirgin hale getirilmesi açısından önemli.
Önemli, çünkü 20 yıldır Türkiye’yi yöneten ve bugün hala Türkiye siyasetine yön veren iktidar partisi Süleyman Demirel’in sözlerinde anlamlaşan Türk geleneksel siyaset anlayışını, yapısını, kurumlarını ve yönetme tarzını radikal değişime uğratma iddiasıyla toplumdan oy almıştı.
Bu muhasebe süreci tabi ki, iktidar partisiyle sınırlı tutularak yapılamaz. Bir bütün olarak siyaset kurumunun muhasebesine ihtiyaç vardır. Bu Türkiye’yi normlar ülkesi olmaya sevk edebilir.
Kendisini bu muhasebenin dışında tutmaya çalışan her kim olursa olsun ister iktidar partisi, ister parlamento içi veya dışı muhalefet partisi, isterse sivil toplum kurumu, kendisini başarısızlığa mahkûm etmiş olacaktır.
Muhasebeye son iki haftadır olup bitenlerle başlayabiliriz:
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrasındaki gelişmeler ilk sırada yer alıyor. İktidar partisinin ve yandaşlarının ABD seçimleri öncesi uzun süre savundukları Trump, Putin ve Erdoğan’ın dünyaya çeki düzen verecek dünya liderleri olduğu tezleri çöktü, bunun açıklanması gerekir.
Hızla değişmekte olan küresel güç dengelerinde ve giderek belirginleşen iki kutuplu dünyada, Batıyla ilişkilerde “Hristiyan dünyası” karşıtlığı söylemi ile birlikte, NATO üyeliğinin gücüyle sürdürülen güvenlik, ekonomik ve bölgede hegemonik güç olma iddialarının reel anlamı ve sonu ne olabilir.
Günümüzün küresel dünyasında ve Cumhuriyetin ikinci yüz yılının eşiğinde, “Türkün, Türk’ten başka dostu yoktur” anlayışıyla hareket etmenin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel olanaklarının sınırlarının kalmadığının ne derece farkına varılmıştır.
İktidarın, Putin’in Ukrayna’yı işgaline ve savaş politikalarına karşı geliştirdiği çok taraflı diplomatik ilişkiler ve Türkiye’nin jeopolitik konumu sonucu, elini çok fazla güçlendirdiği ortada. Muhalefet bunu fark etmiş gözükmediği gibi, iktidarın dış politikalarına alternatif söylem dahi geliştirebilmiş değil. Bu durum dış güçlerin dikkatlerini iktidar partisi üzerinde yoğunlaştırmasına yol açıyor, Millet İttifakının bir alternatif siyasal odak olma potansiyelini ve ihtimalini zayıflatıyor.
Türkiye’nin kendi iç siyasal sistem krizinin restorasyonuyla meşgul olduğu bir süreçte, yeni iki kutuplu dünyada yeri ve konumu şekilleniyor. Muhalefet de, iktidar da bunu gerektiği kadar ciddiye alır bir görüntü vermiyorlar.
Diğer taraftan iktidar partisi, seçimi kaybetme olasılığı güçlendiğinde ve bunun belirtileri çoğaldığında, kendinden önceki partilerin sıkça başvurduğu, seçim sisteminde kendi lehine değişiklik yapmaya yöneliyor. Bunun geleneksel Türk siyasetinin yolu olduğu çok açık.
Rejim değişikliği ve bunca yaşananlardan sonra bundan, eski dönemlerdeki sonuçlara benzer sonuçlar beklemek, Türkiye toplumunun yerinde saydığı varsayımına dayanıyor.
Bu planın ne derece isabetli olduğunu bugünden söylemek mümkün değil. İlk seçim sandıkları açıldığında görülecek. Ama Türk siyasetinde hala kuralsızlığın, hukuksuzluğu kural ve hukuk olarak ikame etme yaklaşımının sürdürüldüğü çok açık.
Seçim sisteminde; temsilde adaleti, çoğulculuğu, şeffaflığı, denetlenebilir olmayı sağlamak yerine, iktidar değişiminin önüne geçmek için düzenlemeler yapılmak isteniyor.
Pazar ve pazartesi günü ülkenin dört bir köşesinde Newroz mitingleri yapıldı. Bu mitingleri öncekilerinden ayıran en önemli özellik dikkat çekiciydi.
Devletin baskısı, şiddeti, operasyonları nedenle son beş yıldır geriye çekilmiş olan Kürt gençleri, bu kez mitinglere ağırlıklarını koymuşlardı. Ve istisnasız her yerde öncekilere kıyasla çok daha kitlesel ve diri mitingler yapıldı.
Bunu geleneksel merkez siyasetinin HDP’yi, Kürtleri ittifaklardan dışlama siyasetine karşı bir duruş ve demokratik siyaset ve mücadele konusunda bir ısrar olarak da anlamlandırmak, gelecek pusulasının netleşmesine katkı olacaktır.
Bu dinamizmi bir tehdit olarak algılamak, Süleyman Demirel’de somutlaştırabilecek eski Türkiye’nin güncelleştirilmiş, format atılmış yeni halini inşa etmek demektir. Demokratik değişiminin potansiyeli olarak değerlendirmek ise, toplumsal barışın önünü açacaktır.
Hakan Tahmaz