Sibel Erduman

Sibel Erduman son yazıları

Sibel Erduman tüm yazıları

24.11.2021 - 13:44

Kapitalizmin sahte evrenselliğinin bir arızası olarak mülteciler

Tanju Özcan 2011'den bu yana CHP'nin Bolu milletvekiliydi. 2009 yılındaki yerel seçimlerde Bolu Belediye Başkan adayı olmuştu, kazanamayınca Meclis’e girdi. 10 yıl boyunca milletvekilliği yaptıktan sonra, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde CHP'nin o dönem Muharrem İnce'nin liderliğindeki ulusalcı kanadıyla birlikte hareket etti. Ama belediye başkan adayı olabilmek için, uzun süre birlikte siyaset yaptığı İnce'yi 2018'deki Cumhurbaşkanlığı kampanyasında yalnız bıraktı.

CHP'nin ulusalcı kanadıyla hareket ettiği dönemdeki çıkışları, seçmen yoğunluğu milliyetçi ve muhafazakâr olan Bolu halkında istediği etkiyi yaratmaya başlamıştı. 31 Mart seçimlerinden önce açıkça şunları söyledi: "Seçilirsem Suriyelilere ruhsat vermeyeceğim, bir kuruş belediye kasasından yardım yapmayacağım. İçime sinmiyor, kabullenemiyorum… Bu misafirlik fazla bile uzadı…" Ve nitekim Özcan, Kuran'a el basarak görevini devraldıktan hemen sonra yaptığı açıklamada, atacağı adımları somutlaştırdı: "Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Gitsinler istiyoruz." 

Bolu Belediye Meclisi'nde alınan kararla bunlar hayata geçirildi. Suyun metreküpüne vatandaşlar 2,5 TL, yabancılar ise 2,5 dolar ödeyecek. Bolu'da evlenen yabancılar, nikâh ücreti için tam 100 bin TL ödemek zorunda kalacak. Bu uygulamaların hiçbiri hukuki değildir ve nitekim mülteci meselesi hukuki değil politiktir. 

Bu, ‘bizim’ insanımız olarak inşa edilen yurttaşlık pahasına, mültecileri ekonomik ve mali bir yük olarak görüp toplumsal açıdan marjinalleştiren, intikamcı eğilimin bir parçasıdır. Sığınmacı ve mültecinin istenmeyen, yabancı ve harcanabilir bedenini düzenleyip denetleyen bir gözetimdir bu. Neoliberal küresel kapitalist rejimin hegemonyası içinde, belirlenmiş bir yaşam yerinden yoksun olan mülteciler, bu anlamda sistemin kurucu istisnasına, sistemin yapısal adaletsizliğine ve eşitsizliğine karşılık gelir. Yani sistemin arızasının belirlenmesine yardımcı olur, bu arızanın hakikatini temsil eder. 

Piyasa sisteminin içindedirler, ama kendilerini tüketimin mutlak keyfine bırakmaları mümkün değildir. Kapitalizmin evrenselliğinin başarısızlığını, mevcut evrensel sistemin yalanının temsil ederler. Bizim örneğimizde en asgari tüketim hakkı (ki suyun zaten bedava olması gerekir) ellerinden alınmaktadır mesela. Burada yaşadıkları için “cumhuriyetin” içindedirler ama kanunda kutsanan demokratik haklardan (haklar Türkiye bağlamında çoğunluk için askıda olsa da gene de mültecilerle yurttaş olan bizleri eş tutmamak lazım) yoksun bırakılırlar. 

Politikanın esas alanı Bolu belediye başkanının yaptığı gibi bir ‘çıkar müzakeresi’nden (ki Özcan sadece bir politik oy devşirmenin ötesine geçip, bizzat daha önce Türkiye içindeki azınlıklara uygulanan ırkçı tutumu sahiplenir aslında) ibaret olmayıp, daha fazlasını hedeflemeyi içerir. 

‘Mülteci krizi’ (“Kriz olmadan mülteci olmaz, onları mülteci yapan şey kriz olduğu için, bu mülteciler krizi de yanlarında getiriyor gibiler. Kriz onlara yapışmış görünüyor.” Frank Ruda Önce Trajedi, Sonra Trajedi, Avrupa Mülteciler ve Sol, Metis Defterleri), şimdi doların fırladığı ve her geçen gün daha da yoksullaşan insanların arttığı aynı derecede olmasa da toplumsal bünye içinde kendine göre bir yeri olmayanların gittikçe çoğaldığı bir Türkiye’de, sistemin arızasını temsil eden proletaryanın hakikati içinde üstlenildiğinde, mülteci krizi olmaktan çıkar. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlar müşterek sorunlardır. 

Bir diğer nokta da “onlar da bizim gibi iyi, masum insanlar bakın önemli olan onları anlamak kendimizi onlara açmak” gibi genellikle hoşgörülü bir tavırdan da uzak durmak gerek. Mesela, geçenlerde Afganistanlı birisinin bir kıza cinsel istismara başvurup kafasına taşla vurması. Karşımızda böyle bir topluluk yok ve neden olsun ki, bunu beklemek de bir çeşit üstün pozisyonu gerektiriyor, kötü bile olamıyorlar. Üstelik zaten bu topluluğun genel evrensel hukuk içinde bir yeri yokken (Avrupa’nın Türkiye ile yaptığı anlaşma uluslararası insan hakları anlaşmasına aykırı zaten) birden bire hukuksal bir durumla karşı karşıya kalıyorlar ve hukuk sisteminin içine bu şekilde ancak dâhil olabiliyorlar, bir suç işlediklerinde, bu durumun kendisi abes zaten. 

Sibel Erduman


Bültene kayıt ol