CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı, kamuoyundan haklı olarak büyük destek aldı, farklı kesimlerde umut yarattı. Aynı zamanda ciddi boyutta olmasa da eleştirildi, soru işaretlerine yol açtı.
Cuma günü İstanbul’da Barış Vakfı tarafından; çatışma çözümü konusunda çalışan çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisinin, akademisyenin ve farklı duyarlılıklarda aktivistin katıldığı “Yeni Döneme Geçişte Çatışma Çözümü: Sorunlar ve Fırsatlar Çalıştayı” düzenlendi. Çalıştayın öne çıkan tartışma başlıklarından birisi de helalleşme çağrısı oldu, doğal olarak.
Kırktan fazla katılımcının tamamının hemfikir olduğu konu, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısının olumluluğuydu.
İktidarın paniğinin, kaygısının; koltuğu kaybetme korkusu olduğu çok açık. Yirmi yıldır seçmenine “aldatıldım”, “dindar nesil yetiştiremedik” gibi farklı açıklamaların dışında hiçbir özeleştiri yapmayanlardan farklı bir tavır da beklenemez.
Ancak muhalefet cephesinde yer alan bazı kesimler, helalleşmeyle yüzleşmeyi karşı karşıya konumlandırdılar. “Önce yüzleşme”, “helalleşme nereden çıktı”, “helalleşme değil, hesaplaşma” gibi argumanlarla Kemal Kılıçdaroğlu’nun çağrısına veya yeni döneme ilişkin açılımına cepheden ve sert bir biçimde karşı çıkanlar var
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu olmakla öğünen ve bunu siyasal akçeye çeviren ulusalcı, statükocu, neo faşist partiler; değişim ve dönüşüm karşıtı oldukları için, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısına karşı çıkıyorlar, bu kendileri için tutarlı bir davranış. Bu kesimler kendilerini pirüpak görüyorlar. 28 Şubatta e-muhtıra veren orduyu, başörtülü üniversiteli gençler için kurulan ikna odalarını veya Dersim katliamını savunmaya devam ederek muhalefet ediyorlar.
Bu kesimleri değiştirme ve dönüştürme ihtimali, ancak bütünlüklü bir demokratikleşme, değişim ve dönüşüm programıyla hareket edenlerin mücadelesinin başarıya ulaşması ile mümkün olur.
Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini ne kadar yapabileceği veya iktidar olduğunda yapmak isteyeceğini teste tabi tutan bir yaklaşım ve pozisyonla çözüm önerilerini değerlendirmek, çatışma çözümü yaklaşımı değildir.
Çatışma çözümü; bütünsel programatik bir yaklaşımla, sorunların her birini kendi özgünlükleri içerisinde çözüme ulaştırmakla, demokratik çözüm ve adil barış menziline ulaşma perspektifiyle hareket etmeyi gerektirir.
Türkiye, çatışma çözümünün veya sorunun bütün veçhelerinin, yönlerinin aynı anda ve aynı yöntemle çözüme ulaştırılmasının doğru olmadığını, aceleci bir davranış olduğunu, 2013-2015 çözüm sürecinde tecrübe edindi.
Bugünün Türkiye’sinde, çatışma çözümü, radikal demokrasiye geçişin en önemli başlığıdır. Geçiş sürecinde beliren fırsatları değerlendirmek, sorunların bir bir aşılması çabasıyla olabilir. Fırsatların önüne sorunları tıkaç olarak koymak, ülkenin krizinin boyutunun farkında olmama halidir.
CHP liderinin helalleşme parantezi içine aldığı sorunlar, konular bir anlamda muhalefet güçlerinin kendi mahallelerine yönelik bir paklaşma hareketini de içeriyor. O nedenledir ki, “helalleşme değil hesaplaşma” veya “önce yüzleşme sonra helalleşme” yaklaşımı, kendisiyle yüzleşmekten kaçınma ve sorumluluğunun farkında olmama halidir.
Bunlar 1915 Ermeni katliamında karşımıza dikilen büyük duvarın taşlarıdır. “Katliam Osmanlı döneminde oldu” gerekçesi de aynı bakış. Aslında bütün bunlar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye neden demokratikleşemiyor” sorusunun yanıtını da kapsıyor. Devletin kurucu partisi kendi geçmişiyle yüzleşemiyor. Kılaçdaroğlu yüzleşmek için iki laf etti. Ya niyeti sorgulanıyor, ya da laf ağzına tıkanmak isteniyor.
Tekrar edeyim, bu yaklaşım uluslararası literatürde ciddi bir külliyata sahip çatışma çözümünden bihaber olmaktır. AK Parti gibi sorunlara “yerli ve milli” çözüm modelleri ve yöntemleri bulmak bahanesinin/ gerekçesinin ardına gizlenmektir.
AK Parti’nin, Oslo süreci başarısızlığına sığınarak icat ettiği kuralsız, gözlemcisi olmayan çözüm süreci; birçok yönüyle büyük bir muamma olmaya devam ediyor.
Barış Vakfı’nın Cuma günü gerçekleştirdiği çalıştayda öne çıkan konulardan birisi tam olarak buydu.
Her ülkenin çatışma çözümü deneyiminin ve sorunun karakterinin farklı olması nedeniyle, çözüm yöntem ve yolları da birbirinden oldukça farklıdır. Bu deneyimleri özenle dikkate almadan çözüm olamayacağı gibi, Kürt sorununun bölgeselleşmiş ve küreselleşmiş haline kendine has uygun bir yol ve yöntem yaratmadan ne kalıcı çözüme ulaşmak ne de Türkiye demokrasisine sınıf atlattırmak da mümkün olmayacaktır.
Türkiye’nin siyasal krizinde öne çıkan hukuk, adalet, hesap verilebilirlik, yargı, denge, denetleme ve kurumsal işleyiş gibi sorunları önceleyen çözüm odaklı demokrasi programı hazırlığı muhalefet cephesinde son günlerde yoğun olarak tartışılıyor.
Çalıştayda da, birçok katılımcının vurguladığı gibi; çatışma çözümünün yakıcılığı ve onun siyasal, sosyal dinamiklerini dikkate alan bir perspektifle program hazırlığı yapılmadığında, geçişin hazırlığı doğru yapılmış, toplumsal değişimin ve dönüşümün siyasal dinamikleri yeterince kapsanmış olunmayacak.
Bu nedenle geçiş sürecinde barış mücadelesini geliştirmek için çatışma çözümüne dair fırsatları zamanında ve yerinde değerlendirmek kadar, bu program hazırlığı sırasında çatışma çözümünün sorunlarını kavramak, değerlendirmek ve kapsamak, geçiş programı hazırlığı açısından da hayati önem arz ediyor.
Önümüzdeki seçimlere kadar olan süreci bir anlamda geçiş süreci olarak düşünmek, çatışma çözümü planının köşe taşlarının da belirlenmesini veya açığa çıkmasını sağlayacaktır.
Bu sadece siyasetin hayata geçirmesiyle sınırlı bir çalışma olarak kalmamalıdır. Yeniden inşa aynı zamanda güçlü ve etkili sivil toplum kurumlarının katkı ve çabalarını gerekli kılar.
Bütün dünya deneyimlerinin hikâyelerinde bunu görürüz. Türkiye’de başarısızlıkla sonuçlanmış denemelerde de sivil toplumun etkisizliği, güçsüzlüğü hatta yokluğu belirleyici olmasa da ciddi rol oynamıştır. Siyasetin Kürt sorununu veya barış arayışını araçsallaştırmasına karşı hiçbir kayda değer itirazın yapılamamış olması, ciddiye alınması gereken bir konu.
Bu eğilim ve yaklaşım büyük ölçüde devam ediyor. Kutuplaşmış, siyasal kutuplara doğru itilmiş toplum, akademi, medya, kanaat önderleri; önce çözüm ve barış arayışının siyasal adresine bakıyor.
Barış Vakfı’nın, son çalıştayı bu açıdan da kıymetli bir biraraya gelişi ifade ediyor. Birbirinden çok farklı siyasal, sosyal duyarlıklarda ve farklı disiplinlerden insanlar gün boyu barış için yol arayışını sürdürdüler.
Hakan Tahmaz