HDP’nin bir süredir sözünü ettiği deklarasyon, eşbaşkanlar Mithat Sancar ve Pervin Buldan tarafından dün açıklandı. Seçim bildirgesi niteliğinde ve kapsamında olan deklarasyon, yeni dönemin bildirgesi ve çözümün adresi olmayı amaçlıyor.
Deklarasyonun başlığının “Adalete Çağrı, Demokrasiye Çağrı, Barışa Çağrı” biçiminde sıralanmış olması, sıralamanın tesadüf olmadığını düşündürüyor.
Öncelik ve ivedilik sırasıyla, ülkenin krizden çıkışının bu üç alanda yol alınmasıyla mümkün olabileceği anlatılıyor gibi geldi.
Bunun, bazı kesimler tarafında sürdürülen “önce tek adam yönetimine son vermeliyiz, önceliğimiz demokrasi olmalı” tartışmaları göz önüne alındığında, çok önemli, anlamlı bir ayrıntı olduğu anlaşılıyor.
11 maddeden oluşan deklarasyon ilk okunduğunda yeni bir şey yok gibi görünüyor. Deklarasyon, son dönemde farklı mecralarda ifade edilen görüşlerin, daha bir sistematik ve toplu bir şekilde kayıt altına alıyor.
Ama deklarasyon her şeyden önce; HDP’nin önümüzdeki seçimlerde ne yapacağı, nasıl davranacağı, kiminle neyin pazarlığını yapacağı gibi sorulara net ve açık yanıtlar veriyor. Bir çoğu güvensizlikten kaynaklanan, bir kısmı siyasi manipülasyon gayesiyle yapılan spekülasyonları anlamsız ve boşa çıkarabilecek içerikte.
HDP parlamenter sisteme geçiş programının eksenini; adalet, demokrasi ve barış olarak açıklayarak, kendi yerinin muhalefet cephesi olduğunu derli toplu kamuoyuna ilan etti, bir kez daha vurguladı.
Anlayabildiğim kadarıyla bunu muhalefetin verili durumunu da dikkate alan bir kapsam, dil ve hassasiyetle yapıyor. Muhalefet partilerine restorasyonla yetinmeme ve demokratik değişim çağrısı yapıyor.
Muhalefet partilerinin elini rahatlatmak için, politik taleplerinin kabul edilmesini isteyerek, ittifak dışında kalmaya rıza gösteren bir pozisyona çekiliyor. Meclis’in üçüncü partisi için bu büyük bir özveri. Ki bu HDP’nin elini zayıflatan ve bana göre çok tartışılması gereken bir tutum. En azından yönetime ortak olmak gibi bir yaklaşım sergilememesi, 2019 yerel seçimlerindeki tutuma benzer bir tutum. Ama bu kez barışın yolunun nasıl döşeneceğine de işaret ediyor.
HDP Eşbaşkanı Mithat Sansar’ın bir süredir vurguladığı “Kürt sorunu, bugün HDP’ye karşı alınan tavır ve yaklaşımdır” ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununu çözeceğiz, muhatabı HDP’dir” yaklaşımı ve muhalefet partilerinin buna desteği birlikte düşünüldüğünde, bu yaklaşımın ne anlama geldiği ve hangi hedefle hayata geçirilmek istendiği daha iyi anlaşılıyor.
HDP, ittifakta yer almak yerine “ilkelerde ve yöntemde buluşma ve konuşma” tutumunu benimseyerek, Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı veya kim desteklenmeli tartışmasının öncelenmesinin önünü almıştır. Kamuoyuna yansıyan altı muhalefet partisinin ortaklaşa sürdürdükleri parlamentoya geçiş programı hazırlık toplantılarına deklarasyonla dahil olmuştur. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Artık sorumluluk muhalefetin diğer partilerinin omuzlarındadır.
Sürecin yönünü ve seçim sonuçlarını; krizden demokratikleşme ekseninde çıkışta en etkili olabilecek HDP’ye, ittifakın politik yönünü belirlerken ne derece yer açacakları belirleyecek.
HDP, açıkladığı deklarasyon ile gücünü muhalefet blokuna aktarmasının politik sınırlarını net olarak ortaya koydu. Gerisi, bu tutumun HDP seçmeninde ne derecede karşılık bulacağına ve Millet İttifakı’nın yaklaşımlarına kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına doğrudan değinilmedi
Dikkat çekici olan bir başka nokta ise, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun on gün önce yaptığı ve muhalefet partilerinin tümünün paylaştıkları Kürt meselesine ilişkin açıklaması ve sonrasında çıkan tartışmalara ilişkin, deklarasyonda doğrudan hiç söz edilmemesi.
Türkiye için oldukça kritik bir seçim öncesi açıklanan tutum belgesinin, çok önemli de olsa günlük gelişmelerin gölgesinde kalması istenmemiş olsa gerek. Bu anlaşılır, doğru ve doğal bir yaklaşım.
Son günlerde bu kapsamda yaşanan tartışmalar, çatışma çözümü çalışması için ciddi bir enerji açığa çıkarmaktan oldukça uzak bir minvalde sürüyor. Bu yüzden kamuoyunun belli kesimlerinde HDP’den bu konuda daha net açılım yapması beklentisi belirdi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklaması sonrası, 2013-2015 çözüm sürecinin başlarındakine benzer siyasal hava esiyor. Herkesin ve her kesimin, gelişmelere salt kendi siyasal bagajlarıyla ve küçük siyasal dünyalarının ihtiyaçlarıyla yaklaştığını söylemek, abartılı bir gözlem olmaz.
Bu süreçte çok şeyin değiştiğini iddia edenler, kendi ezberlerini bozmamak için direniyorlar. Bu tutumlar karşısında, çözüm sürecinde tutum almaktan ve fırsatları değerlendirmekten imtina edilmesi, gerekli cesaretin ve açılımın gösterilmemesi, zaman içinde barış iradesini zayıflattığını hatırlamanın sayısız yararı var.
Kürt meselesinin çözümü, çok dinamik ve katmanlı olmak durumundadır. Tek başına hiçbir partinin ve siyasal çevrenin programına sığmaz. HDP, bu durumu gözeten bir açılım yaptı. Bunu kuvvetlendirmek yoluyla, çözüm sürecindeki gibi kolay bir biçimde barış iradesinin yerini savaş iradesinin almasını engelleyebiliriz.