Geçen hafta İstanbul'da Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin cümle kapısının üzerinde “dans” adı altında tepinilmesi hakkında "canım, n'olacak yahu, ne var bunda" minvalinde önemsizleştirmeye yönelik çeşitli açıklamalar yapıldı. Bu kısa yazıyı bu “dans” etkinliğini önemsemeyenlere bir uyarı olarak kaleme alma ihtiyacı duydum.
Bugün adına Türkiye denilen topraklarda yaşayan Hıristiyan halklar korkunç soykırımlarla katledildi; hasbelkader hayatta kalanların sayısı yok denecek kadar az, üstelik katliamlar sona da ermedi, her vesileyle Hıristiyanlara pogromlar düzenlendi, çeşitli yöntemlerle mallarına mülklerine el konuldu, aşağılama, hakaret, nefret söylemleri gündelik hayatın bir parçası oldu.
"Vatandaş Türkçe konuş" kampanyalarıyla dilleri, kültürleri yasaklandı, okullarına Türk "müdür muavinleri" atanarak kapılarına "Ne mutlu Türk'üm diyene!" yazdırıldı, her türlü ayrımcılığın en ağır örnekleri uygulandı. Hrant Dink'in, Sevan Balıkçı'nın öldürülmesinin üzerinden ne kadar geçti ki?
Tüm bu korkunç uygulamalar bugün de olanca hızıyla sürüyor. Hıristiyanlar (Ermeniler, Rumlar, Süryaniler) endişe ve korku içinde yaşıyorlar. Hemen yarın, hayır, beş dakika sonra "yetkili makamlar" tarafından silahlandırılmış ırkçı/faşist güruhların yeni bir pogromu başlatmayacağını kim söyleyebilir?
Halen günün 24 saati, haftanın 7 günü bu topraklarının binlerce yıllık sakinlerine kin ve nefret kusulmuyor mu? "Gâvur" söylemi sözde "sosyal demokratların", özde ırkçıların bile dilinden düşüyor mu? Hıristiyanlara “yerli yabancı”, “ajan”, “dış mihrakların uzantısı”, “hain” muamelesi yapılmıyor mu?
Bin yıllık Ayasofya Kilisesi daha yenilerde cami yapılmadı mı?
Bu ülkenin solcuları, devrimcileri, demokratları, daha güzel bir dünyada yaşamak isteyenleri bu kiliseleri ve Hıristiyanlarla ilgili diğer binaları canla başla korumalı, güvercin tedirginliğinde yaşayanları rahatsız edecek, endişeye kapılmalarına neden olacak en küçük bir olaya bile izin vermemeli, göz yummamalıdır.
Sonuçta bu hem vicdanî bir borçtur maddî bir borçtur (unutmayalım ki üzerinde yürüdüğümüz kaldırımda bile Hıristiyanlardan gasp edilen servetin payı var) hem de Hıristiyanların üzerinde sallanan Demokles kılıcı, ırkçılığı ve milliyetçiliği körükleyerek işçi sınıfının bakışlarını bulanıklaştırmaktadır. Bu bulanık bakış, işçi sınıfının devrim ve sosyalizm yolunda yürümesini geçtik, adım atmasının önündeki en büyük engeldir.
Keza bugün mültecilere yönelik olarak estirilen ırkçı nefret dalgası da aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Irkçı/milliyetçi nefret, ancak kapitalist sömürü düzeninin bekasına hizmet edebilir. Bunu durdurmak da, bu satırları okuyanların, senin, onun, bizim elimizde!
Atilla Dirim