Deniz Güngören

Deniz Güngören son yazıları

Deniz Güngören tüm yazıları

29.04.2015 - 14:47

Dünyanın en iyimser yazısı

100 yıl doldu, öldürülen ve yurdundan edilenlere bir kere daha bir asır boyunca çok görülen saygılarımızı sunduk.

Aynı sloganımsı uğultular geliyordu tabii aşağılardan, ama bu kez daha da aşağıdan geliyordu; ya biz daha kalabalıktık ya da onlar artık yorulmuştu bilemiyorum. Ama kesin olan bir şey var; onlar apaynı şeyleri homurdanıyor, aynı korsan törenlerde birbirlerini ağırlıyorlar. Biz ise büyüdükçe güven kazanıyor ve değişiyoruz. Ve biliyorum, artık durdurulamaz; daha da büyüyeceğiz ve daha da tereddütsüz değişeceğiz, hem de inanılmaz bir hızla. Soykırımı öğrendiğim günden beri ilk defa, aynı inkârcı tezleri “sağduyu” diye anlatan insanlara bağırıp çağırasım gelmiyor, yapayalnız hissetmiyorum.

Peki ne oldu? Elbette bunca yıldır katilinin gözünün içine öldürüldükçe daha da korkusuzca bakan milyonlarca Ermeni’nin mücadelesini bir yana koyarak soruyorum; ne değişti? Belki de Gezi deneyimi öğretti bize, çocuğunu sokak ortasında döven tecavüzcü babaya değil de çocuğa bakıp “kim bilir ne yaptı?” diye sormamayı. Sonuçta bir sürü insan hayatında ilk defa, hem de koca bir ay boyunca, ömrünü devletin şiddetinin, tacizinin ve yalanlarının öznesi olarak geçirenlerin yerine geçti. Fakat bir şeyler eksikti; vâd ettiği gibi bir etki etmemişti Türkiye siyasetine.

Ama geçtiğimiz birkaç hafta içinde bir şey daha oldu. Devletin 100 yıllık propagandasının açtığı boşlukları kaşıyarak kendini alternatif diye yutturmaya çalışanlarla, Gezi’deki zorbalığın ana odağı ve bugünkü değişsin istediğimiz statükonun eti kemiği AKP, tek ağız, tek vücut oluverdi. Ve elbette devletin bize ilkokuldan itibaren arsızca, doyumsuzca anlattığı mavalın aynısını mırıldandılar. Türkiye’deki çürümüşlüğün AKP’den ibaret olmadığını azıcık da olsa sezinleyen herkesin bunu gördüğüne eminim. Bundan sonra kimse, kamuya, yani kendine aît bir yere girdiği için devletten dayak yerken; utanmadan gelen milliyetçilere, kemalistlere, hatta özel harekâtçı faşistlere "düşmanımın düşmanı" diye bakmayacak. Düşman değil rakip oldukları her zamankinden daha net gözüküyor artık. Başka bir deyişle, o eksik olan parçanın yeniden inşası yoluna en önemli dönemece girdik.

Hâlâ AKP’yle gizli bir akît içinde olduğunu düşünenlere hayatta başarılar dilemekten başka yapacak birşey yok elbette; ama bütün bu küflü toz bulutunun dışında, soykırımı koşulsuz tanıyan bir hareket var. Sadece bu değil tabi; barışın ne demek olduğunu bilen, ezen ve ezilene eşit mesafede durmayan ve bize "vatan" diye öğretilen şeyin sınırlarının kimlerin yok edilmesiyle çizildiğini, aynı yok edici kibirle on yıllarca burun buruna gelerek öğrenen bir hareket. Ve bu yalnızca 13 yıllık, artık iyice heyûlâ gibi olmuş ve devletten ayırt edilebilir hiçbir yanı kalmamış, azgın ve izansız bir sağcı hükümetin geriletilmesi fırsatı değil; yaşadığımız yeri, kim olduğumuzu, bizi yaktıran, boğduran, dövdüren, aç bırakan, tecavüzümüzü izleyen, deport eden insanlardan değil, birbirimizden tekrar öğrenmek için bir fırsat. Elbette unutmamak lazım; HDP hükümet dahi olsa, hangi talepleri temsil etmesi gerektiğini sokakta ve işyerinde kararlılıkla hatırlatabildiğimiz ölçüde sağa kaymasına engel olabiliriz. Ama karşımızda yorgun ve yaşlı bir dev var ve tek bir taş atımlık ömrü kaldı. Bizi politik olarak yok etmek için icat ettiği barajı lime lime etmek o deve ve kokuşmuş milliyetçiliğine vurulacak son fiske olacak. Hattâ kim bilir; -başlığın hakkını da iyice vermiş olayım- belki esas uyuyan devi bile uyandırabilir.

Deniz Güngören

[email protected]


Bültene kayıt ol