Suriye iç savaşı 10.yılını geride bıraktı. Aslında bu savaşa, bir iç savaş olmaktan öte vekâlet savaşı demek daha doğru bir tanımlama. Yıkılan, yakılan, tahrip edilen, yağmalanan, yok edilen Suriye. Yerinden yurdundan edilen Suriyeliler, ama öldürülenler ve öldürenler sadece Suriyeliler değil. Bölge ülkelerinin tamamında öldürülenler ve öldürenler var. Öldürtenleri, savaştıranları; Ortadoğu’da farklı plan ve hedefi olan emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçileri olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Suriye savaşından ağır ve çok yönlü etkilenen ülkelerin başında hiç kuşkusuz Türkiye geliyor. Bugünkü güvenlikçi, militarist ve Türkiye’yi yalnızlaştıran dış politikaların uygulamaya konulması, Suriye savaşıyla başladı. AB ile müzakere sürecinde başlatılan ve gerçekleştirilen çeşitli alanlardaki yasal reformlar bıçak gibi kesildi. Eski güvenlikçi politikalara ve düzenlemelere radikal geri dönüşte Suriye’deki gelişmelerin önemli bir etkisinin olduğu, tartışmaya gerek olmayan bir gerçek.
İktidarın birçok alandaki politikalarının bahanesi, gerekçesi; “devletin bekası” ve Suriyeli sığınmacıların sorunları oldu. İktidarın, ülke kamuoyunu ve muhalefeti bu iki başlık etrafında dizayn etmeyi başardığını söylemek yanlış olmayacaktır. Suriyeli mülteciler ve Kürt sorunu bağlamında beka / güvenlik sorunu; özellikle son beş yıldır dış politikanın en önemli enstrümanı olarak kullanıldı.
Bugün beka soru, Türkiye’nin eskiden olduğu gibi ağırlıklı aktüel gündemi olmaktan düşmüş gibi görünüyor. Toplumda, Suriye kaynaklı bir tehdidin en azından şimdilik bertaraf edildiği, güvenlik politikalarında başarı elde edildiği algısı yaratıldı. Bunun ne kadar süreceği ayrı bir konu.
Suriyeli sığınmacılar sorunu, Türkiye’yi “siyasal olarak çürüten”, toplumsal olarak tökezleten bir sorun olmaya devam ediyor. Konuya ilişkin bir çalışmanın sonuçları; Türkiye Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES) tarafından, Heinrich Böll Stıftung Türkiye Derneği Türkiye temsilciliği işbirliğiyle, “İstanbul’daki Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Algı ve Tutumlar: Partizanlık, Yabancı Karşıtlığı, Tehdit Algıları ve Sosyal Temas Araştırması” başlığı ile hafta sonu çevrimiçi bir toplantıda açıklandı. Çalışmayı Dr. Burcu Mutlu, Dr. Osman Savaşkan ve Kerem Morgül yürütmüş.
Suriye savaşının 10. yılı vesilesiyle yapılan kapsamlı araştırmada, İstanbul’da yaşayan Suriyelilere odaklanılmış. Araştırmanın yalnız İstanbul’da yapılmasının esas nedeni, iki yıldır süren coronavirüs saldırısı. Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre; Türkiye’deki 3 milyon 600 bin Suriyeli sığınmacının 1 milyondan fazlası hala İstanbul’da yaşamaya, İstanbul’da tutunmaya çalışıyor. Bu da soruna dair doğru ve isabetli sonuçlara ulaşmayı sağlayacak, yeterli veri edilecek nitelikte ve genişlikte bir alan sağlıyor.
TÜSES Genel Başkanı Celal Korkut Yıldırım’ın çevrimiçi toplantının açılış konuşmasında vurguladığı gibi, İstanbul’un ”yüzyıllardan beri farklı din, dil ve ırklara açtığı kapısıyla “Dünya Şehri”, “Kültürler Başkenti” olması, bu tercih için yeterli sayılabilecek bir gerekçe.
TÜSES’in araştırması
İstanbul’un 34 ilçesinin 111 mahallesinde; 16 odak grup görüşmesi ve 32 kişiyle derinlemesine mülakatın yanı sıra, İstanbul’da yaşayan 18 yaş ve üzerinde 2 bin 284 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyla anket çalışması yapılmış.
Araştırmanın sonuçları, bilinen bir gerçeği bir kez daha hatırlattı. Türkiye siyasetinin, evrensel değerlerle çatışan, çelişen siyasal çarpıklıkları ve çıkmaz sokakları olan milliyetçilik ve ayrımcılık gibi konuları; Türkiye’nin geleceğine ilişkin risklerin kuvvetli ipuçlarını sunmaktadır. Her konuda kutuplaşmış olan Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu, Suriyeli sığınmacı karşıtlığı konusunda birleşmektedir. İstanbullular Suriyelileri hem maddi hem de manevi açıdan tehdit olarak algılamaktadırlar, hatta bunun çok ötesine geçen olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Araştırma verilerinde Suriyeli sığınmacılara cinsel obje olarak yaklaşma oranlarının yüksekliği, bunlardan en tipik olanı olsa gerek.
İktidar ve muhalefet partilerinin mensuplarının sorunu ele alışlarını belirleyen ve yönlendirenin, kutuplaşmış Türkiye’de, taraftarı oldukları partinin yaklaşımı olması, iktidardan daha çok muhalefet için bir açmaz. Sorunu çözmeye aday partilerin mensuplarının sorunu üreten iktidar partisine benzer düşünmesi veya konuyu insan hakları bağlamında ele almaktan uzak olmaları iki şeye işaret eder. İlki muhalefetin hak, adalet ve evrensel hukuk konularında iktidardan niteliksel bir farkının olmadığını, varsa da bunun toplum tarafından satın alınmadığını veya algılanmadığını gösterir. İkincisi ise milliyetçiliğin, ayrımcılığın, göçmen karşıtlığının toplumda derin bir şekilde kök saldığına işaret eder.
HDP seçmeninin Suriyelilere yönelik tehdit algılamasının diğer seçmen gruplarına kıyasla düşük olması, CHP ve İYİ Parti seçmenlerinin hemen her konuda ortalamanın üzerinde bir tehdit algısına sahip olmaları muhalefet partilerinin karşı karşıya oldukları sorunun büyüklüğüne işaret ediyor olsa gerek.
Çalışma sadece araştırma verilerini sunmak ve analiz etmekle sınır bir çalışma değil. Bulgulardan hareketle değişik konularda politika önerilerinde bulunuyor.
Sunulan bu kıymetli çalışmada; geçici koruma statüsünün içeriğinin çalışma hakkını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi, okul çağındaki tüm sığınmacıların örgün eğitime dâhil edilmesi, Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin şeffaflaştırılması ve kamuoyunun bu konuda düzenli olarak bilgilendirilmesi gibi çok sayıda öneri var.
Hakan Tahmaz
Rapora ulaşmak için tıklayın