Göçebe/Nomadland, Amerikan rüyasının olmadığını, hiç olmayacağını anlatan önemli bir film. Filmin gücü, senaryosunun gerçek hikâyelere dayanmasında mı, Frances McDormand’ın güçlü oyunculuğunda mı, yoksa Amerikan rüyasının aldatıcılığını gözler önüne sermesinde mi? Bu sorulara “hepsi” cevabını veririm ama daha fazlası var: İç ve dış mekân çekimlerinin güzelliği, hayata dair birçok naiflik.
Chloé Zhao’nun yazıp yönettiği film konusunu, Jessica Bruder’in 2017’de yayımlanan “Nomadland: Surviving America in the Twenty-First Century” kitabından alıyor. Bruder’in kitabının serüvenine bakmadan filmi değerlendirmek eksik kalır kanısındayım. Yazar, 2014'te “Harper’s Magazine” için emekli olmaya gücü yetmeyen, Amazon gibi şirketlerde ve mevsimlik işlerde çalışan yaşlı Amerikalıların içinde bulunduğu kötü durumu ayrıntılarıyla anlatan "Emekliliğin Sonu" başlıklı bir yazı yazar. Daha sonra bu yazıyı geliştirip kitaba dönüştürür. Kitapla ilgili araştırma yaparken yıllarca ülke çapındaki göçebeleri takip etmiş ve Amerikan işgücünün görünmez ama önemli bir bölümünü gözler önüne sermiş. Yazar, filmde rol alan Linda May ve Swankie gibi insanları daha iyi anlamak için "Halen" adını verdiği bir minibüste aylarca yaşamış, yolculuğu sırasında göçmenlerin hayatlarına tanıklık etmiş, onlar gibi şeker pancarı hasat fabrikasından Amazon lojistik merkezine kadar çeşitli işlerde çalışmış. Yaşlı insanların ürünleri tartarken, sıralarken ve kutuya koyarken beton zeminde 15 mil yürüdüğünü, eğilip çömeldiğini, merdivenleri tırmandığını ve fiziksel olarak ne kadar yıprandıklarını da gözlemlemiş.
Nomadland filmi, 2020 Eylül’ünde Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan, Toronto Uluslararası Film Festivali'nde Halkın Seçimi ödüllerini aldı. Eleştirmenler ve yayıncılar tarafından 2020'nin en iyi filmlerinden biri seçildi. Altın Küre ödüllerinde ise En İyi Film-Drama-En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ikinci ve Asyalı ilk kadın yönetmen oldu. Oscar yolculuğu nasıl olacak, merakla bekleyeceğiz.
Göçebe işçilere dair
Film, endüstri bölgesinde inşa edilmiş birçok Amerikan kasabasından biri olan Empire kasabasında bir fabrikanın kapanmasının ardından yaşamın durması hatta altı ayda posta kodunun yok olması bilgisiyle başlar, geçimini sağlamak için bir süre Amazon şirketinde çalışan ve iş aramak için yola çıkan Fern’in hikâyesiyle devam eder. Fern, temizlik, garsonluk, paketleme gibi birçok işte çalışır. Kendi gibi barınma ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan yaşlı işçilerle, göçebelerle tanışır. Bir minibüste yaşayan Fern, göçebelerle ve karşılaştığı diğer insanlarla ilişkiye girse de hep yalnızdır. Bu yalnızlaşma kapitalizmin ve Amerika’nın durumunu göstermesi açısından oldukça çarpıcı. Kapitalizm sadece Amerika’da değil, birçok yerde insanların hayatını yerle bir ediyor: Türkiye’de merdiven altı çalıştırılıp sömürülen emekçiler ve Suriyeliler, Karadeniz ve Çukurova’daki mevsimlik Kürt işçiler; Doğu ve Uzak Asya’daki çocuk işçiler. Onlar da Fern gibi hem yalnız hem de çaresiz. Çaresiz insanlardan bahsedince Ken Loach’un “yaşlı ve hasta film karakteri Daniel Blake”i hatırlamamam mümkün değil. İzlerken boğazınıza bir yumru oturuyor, film bitse de gitmeyen bir yumru. O yumru Nomadland’de de gelip boğazınıza oturuyor. Acımasız ve affetmeyen bir ekonomik sistem karşısında hayatları alt üst olmuş, bir araya gelmelerine, dayanışmalarına rağmen zor şartlarda yaşayan-çalışan yalnız ve dirençli insanların hikâyeleriyle savruluyoruz. Yönetmen politik unsurlardan uzak durduğunu, insan deneyimine ve daha evrensel olmak için politik ifadelerin ötesine geçtiğini hissettiği şeylere odaklanmaya çalıştığını belirtmiş. Aslında anlattığı hikâyelerle Amerikan politikalarının yıkıcılığını, kapitalizmin hayatları nasıl mahvettiğini politik olmayan bir dille anlatmasına rağmen oldukça politik bir film ortaya çıkmış.
Gerçekle şekillenen bir film
Filmin oyuncularından Linda May, Swankie ve Bob Wells filmde kendilerini oynuyorlar. Nomadland kitabının karakteri Linda, filmde Fern ile başrolü paylaşırken Bob Wells’in kampı göçmenlerin önemli bir buluşma yeri olur. Kendini oynayanlardan Swanki’nin yaşadıkları ve anlattıkları benim için çok dokunaklı. O kanser hastası ve zor şartlarda yaşar ama bundan şikâyet etmez. Cemal Süreyya’nın şiirindeki gibi: “Ölüyorum tanrım/ Bu da oldu işte./Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım./Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fena değildir./Üstü kalsın.” diyen biri. Geriye kalan günleri için iki arzusu var: Alaska’ya gitmek ve kırlangıçların nehir kenarında yaptığı yuvaları, doğumları esnasında suya dökülen yumurta kabuklarını bir kez daha görmek. Swankie, on yılı aşkın bir süredir yoldadır ve kurgusal arkadaşı Fern ile karşılaşıp yakınlaşırlar Fern, yeni hayatının bilinmezliğine karşı tedirgin, mesafeli davranan ve kendini çok anlatmayan biri olmasına rağmen diğer insanlarla sıcak bir ilişki kurar. O iletişim kurarken bakışıyla, gülümsemesiyle ve küçük bir hareketiyle çok şey anlatır. Bu karmaşık ve zor karakteri ancak Frances McDormand gibi iyi bir oyuncu yansıtabilirdi. Filmdeki gerçek hikâyelerin de McDormand’ın oyunculuğuna büyük etkisi olsa gerek. Yönetmen bir konuşmasında gerçek hayattaki unsurların Fern karakterini şekillendirmeye yardımcı olduğunu belirtmiş: “Her şey aynı anda oluyor çünkü Swankie gibi biriyle tanıştığımızda, onun filmde olması gerektiğini anlıyoruz ve bu, Fern'in gideceği yolculuğu bilgilendiriyor.”
Eğilip bükülmeden yaşayan bir kadının hikayesi
Yönetmen ilk filmi “The Rider” da olduğu gibi bu filminde de görüntü yönetmeni Joshua James Richards ile çalışmış. Richards, filmdeki sıcak ve sakin insanların zor hayatlarını muhteşem çekimlerle, manzaralarla bezemiş. Fern’in yolculuğuyla Amerika’nın dört bir yanına giden Zhao ve Richards’ın doğa ve iç mekân çekimleri filmi adeta şiirselleştiriyor. "Nomadland"ın görsel dili hikâyeler gibi etkileyici. Konu ve görsellik Ludovico Einaudi'nin şarkısıyla da bütünleşiyor.
Nomadland, sessiz ve ağır akan bir nehir gibi duru. Güçlü bir kadının hikayesine odaklansa da başka hikayeleri ve hayalleri gerçekleşmeyen insanları da anlatıyor.
Film hikâyeleriyle, karakterleriyle hayatın ne kadar zorlaştığını gerçekçi bir dille yansıtmış. Mucizelere, büyük tesadüflere rastlamıyorsunuz, bir kurtarıcı yok. Bunun yerine uçurumun kenarında ve kartpostal gibi günbatımı fonunda hareket eden, her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan, özgürlüğüne önem veren, eğilip bükülmeden yaşayan insanların hikâyelerini izliyoruz.
Nomadland/Göçebe onurlu, doğrularından taviz vermeyen, toplumdan kopuk bir kadının hikâyesi. Sistemin yok saydığı, unuttuğu, ezdiği insanların hikâyesi. Nomadland, Amerika'nın hikâyesi.
Figen Dayıcık Fırat
Kaynakça:
https://www.rogerebert.com/reviews/nomadland-movie-review-2020
https://time.com/5938982/nomadland-true-story/
https://www.theguardian.com/culture/2021/feb/17/nomadland-chloe-zhao-frances-mcdormand