Orhan Pamuk, son otuz beş yıldır farklı nedenlerle hep gündemde. Bugünlerde de bir fotoğraf nedeniyle gündeme geldi. Yıllarca nasıl gündem olduğuna bir bakalım:
İlk önce harika iki romanla “Sessiz Ev” ve “Cevdet Bey ve Oğulları”yla edebiyat dünyasının gündemindeydi. “Kara Kitap” ile hem Türkiye’nin hem Dünya’nın, Ermenilere dair vicdani bir açıklama yaparak ırkçıların, Nobel’i aldığında yazarları yarış atı gibi algılayan okurların (Yaşar Kemal’le yarıştırmak) gündemindeydi. Son yıllarda ise “Kafamda Bir Tuhaflık” ve “Kırmızı Saçlı Kadın” kitaplarıyla gündemdeydi. Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı’yla aynı karede olduğu bir fotoğraf nedeniyle bugün yine gündemde, hem ulusalcıların hem de AKP karşıtlarının gündeminde.
“Orhan Pamuk” en az okunan ama en çok konuşulan yazarlardan biri. Bir kitabını okuyup bütün kitaplarını okumuş gibi hakkında yorumlar, tartışmalar, yargılamalar alıp başını gider. O, ya sevilir ya da yerden yere vurulur. Tipik Türkiyeli tavrı. Az da olsa arada kalan kişiler var, onlar hakkını verirler, yine de “ama o da/ ama üslubu/ ama Türkçesi…” diye cümle kurmaktan da geri durmazlar. İyi ki bir Orhan Pamuk’umuz var da edebi, siyasi entelektüelliğimizi onun üzerinden konuşturuyoruz(!)
Bir yazar hakkında bu kadar çok konuşulması ilginç. Buna, öfkenin birine yönlendirilmesi desem, değil. Kanımca nedeni önemli ve değerli bir edebiyatçı olması, Nobel’i alması, kendi siyasi yönünü öne çıkarmasa da Türkiye gündemini ve bazı çevreleri etkileyecek cümleler kurması. Bu üç konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar yapmaya çalışacağım, lakin bu yazının ana odağı bir fotoğraf ve o fotoğraf üzerinden Türkiye panoramasına bakmak.
Herkes, hayatını şöyle bir yoklayıp kimlerle iletişim halinde olduğunu, kimlerle görüştüğünü, kimlerle aynı fotoğraf karesinde yer aldığını hatırlasa iyi olur: MHP’li tanıdıklar, Kemalist akrabalar, Kürt dostlar, Ermeni yoldaşlar, Romen komşular… Birbirinin siyasi tavrını, sosyal sınıfını bilirler, lakin saygı çerçevesinde tanıdıklığın, bilinmenin rahatlığıyla iletişim kurarlar. Bu iletişimler, gündem olmaz da Orhan Pamuk’unki olur, o göz önündedir ve eleştiri oklarına daha bir açıktır. Bu nedenle Pamuk’a, “Daha dikkatli olmalı” diyenleri duyar gibiyim. O dikkatli zaten. Neyi ne kadar konuşacağını, neyi nasıl yapacağını bilecek ölçüde dengeli, akıllı biri.
Orhan Pamuk güzellemesi yaptığım düşünülmesin, ona dair eleştirilerim de olacak. Asıl konuya döneyim. Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı’ya ne siyaseten ne fikirleri ne de kişilikleri itibarıyla yakın olmam mümkün değil. Bir ortamda yan yana gelsem özelikle tanışmam, ama tanıştırılırsam medeni bir şekilde iletişim kurarım.
Birçok insan onlardan hoşlanmıyor, onlara kızgın ve tepkililer. Haklı da olabilirler. Bu insanlar diyelim ki Orhan Pamuk’a değer veriyorlar, ama onlarla aynı karede görünce sinirlendiler. Madem önem veriyorlar(!) bir durun, boğaz dokuz boğum, yutkunun, sonra eleştirin. Eleştirmek değerli bir şey ama yaptıkları eleştiri değil, linç etmek. Bu insanlar, Pamuk’a twitter ve diğer sosyal medya kanalları üzerinden saldırmaya, hakaret etmeye başladılar.
Entelektüel ve siyasi derinlik içeren(!) çeşitli kişilere ait bu söylemleri, üzerinde hiçbir düzelti yapmadan aşağıya aldım, şöyle:
“−Orhan pamuk edebi anlamda yeterli bir Türkçeye asla sahip değildir. Kısacası Orhan Pamuk Türkçe bilmemektedir.
−Abi orhan pamuk adam mıdır?
−Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Biri sözde ermeni soykırımı iftirasıyla nobel aldı, diğeri her dosyada adı geçen, kaotik bir tip. İkisinin de gerçekleri elbet birgün bu resim gibi ortaya dökülür.
−ermeni seviciler...
−rakı şarap vayyyy biliyormu akp bunları
−Hayatımda gördüğüm en esnek, en şekilsiz ve duruşu olmayan masalardan biri. Karakteri olmadığı belli. Gerçi ahşap işte, ne beklenebilir ki?
−Şu fotoyu da gördüm ya... Kimse bana bundan sonra Orhan pambik demesin... Fena dalarim arkadaş”
Aynı siyasetten değilim, fikirlerimiz de her zaman uyuşmuyor ama ben daima 'Orhan Pamuk' diyeceğim. Neden mi?
Çünkü gencecik bir kadınken ve milli eğitim tedrisatından geçmiş, Osmanlıyı en barışçıl imparatorluk (!) sanırken “Beyaz Kale” diye bir romanla karşılaşmıştım. Resmi tarihe dair ilk sorgulamam onunla olmuştu. Sonra diğer kitaplarına yöneldim. Zevkle okudum “Sessiz Evi”- “Cevdet Bey ve Oğulları”nı. “Kara Kitap”ı elime biraz geç aldım ve yavaş yavaş okudum. Bir çırpıda okunacak roman değil ki. İyi ki de değil, bir okur olarak zorlanmak zevkliydi. Bu kitapların ardından “Benim Adım Kırmızı” geldi ve kitapla ilgili bir atölyeye katıldım, atölyede Orhan Pamuk’un derinliğini daha iyi anladım çünkü Alman Çevirmen İngrid İren, bu kitap ve Pamuk üzerine nefis bir çözümleme yapmıştı. Beş sene önce de “Beyaz Kale” ile ilgili bir atölyeye katıldım ve daha önce keşfedemediğim derinliklerini gördüm. Oysa ilk okuduğum yıllarda edebiyat baronları “Beyaz Kale” ve “Kara Kitap”ın konularının çalıntı olduğunu söylüyordu, toyluğum nedeniyle onlara cevap verememiştim. Bu yazı vasıtasıyla değinmek iyi olacak: Bir edebi eserde konudan daha çok onun nasıl işlendiği önemlidir. Edebiyat fakültesinde hocalarımız “Leyla ile Mecnun” üzerine birçok mesnevi yazıldığından ama sadece Fuzuli’nin mesnevisinin büyüklüğünden bahsederdi. İşte bu iki kitap da böyle.
Dört beş sene önce Orhan Pamuk “Kafamda Bir Tuhaflık” kitabını yayımladı. Diğer kitaplarına göre benim için eleştirilecek yönleri var ama yarattığı Mevlut karakteri, Türkiye’nin ve İstanbul’un son altmış, yetmiş yıllık değişimini anlatışı müthiş. “Kırmızı Saçlı Kadın” romanı ise en çok eleştireceklerimden biri, çünkü aceleye getirmiş gibi, çünkü popüler kültüre hitap eden bir kitap olmuş gibi. Ama konusu çok derin. Keşke bu kitabında da ele aldığı konuları diğer kitaplarında olduğu gibi ince ince işleseydi.
Pamuk’un en çok eleştirildiği bir yönü de Türkçeyi kullanması. Yukarıda saydığım kitapları yazan birinin Türkçesi nasıl kötü olabilir ki? O her şeyden önce Türkçenin yazarı, Nobel’le birlikte Türkiye’yi Dünya’ya duyurdu. Türkçeyi iyi kullanamayan birçok yazar var, Halide Edip, Aziz Nesin gibi, ama onlara değer kaybettirmiyor bu. Peki, Orhan Pamuk neden değersizleşsin?
Yıllar önce bir gazetede, Turgut Özal’ın, karambolde Türkiye’nin başına gelmiş, önemli bir başkan olduğunu söylemişti ve dikkatli bir dille ona olumlu yaklaşmıştı. Ben de bu açıklamasından dolayı hayal kırıklığına uğramıştım. Ne büyük bir yanılgıymış benimki. Bir yazardan her şey olmasını beklemek ne büyük bir aymazlık. O hep yazsın, yeter ki yazdıklarıyla ufuk açsın. Öyle de yapıyor. Türkiyeliler yazarların kendi dillerinden konuşmasını bekliyor. Bazı sosyalistler, milliyetçiler, İslamcılar kendi beklentilerine göre yazması talebinde. Oysa bir yazarın en önemli özelliği doğaya, insana, insan haklarına odaklı yazmasıdır.
Türkiyeli eğitim görmüş birçok insanın en büyük sorunu birey olamamak. Bence birey kendine güvenen, ne istediğini bilen, kendi eksikleriyle yüzleşebilen, bunları dile getirmekten çekinmeyen, gerektiğinde öz eleştiri yapabilendir. Eleştiri kültüründen uzak bir toplumda siyasi kutuplaşma, etnik kökenler, dinsel farklılıklardan dolayı ayrımcılık, ötekileştirme hat safhada olabiliyor. İletişim dili, tartışma platformu ortadan kalkıyor; kavgacı, hakaret amiz, otoriter bir dil hâkim oluyor.
Orhan Pamuk ünlü biri olduğundan ötekileştirmenin, kutuplaşmanın nesnesi, hakaretlerin odak noktası olmaktan kurtulamıyor. Anlamadan, okumadan, incelemeden hatta kendi yaşamına bakmadan birileri hakkında bir şey söylemek kolay, en zor zanaat ise kendini eleştirmektir. Bireysel ya da toplumsal olarak kendine bakmadan, kendini eleştirmeden “eleştiri yapmak” pek de sağlıklı olmasa gerek.
Bir haber kanalında okuduğuma göre Rasim Ozan Kütahyalı, Orhan Pamuk ile olan fotoğrafının hikâyesini anlatmış, Cüneyt Özdemir'in "Orhan Pamuk ile arkadaş mı oldunuz?" sorusuna: "Aramızda sürekli bir kankalık durumu yok. Zaten Orhan Pamuk öyle biri değildir" demiş. Güzel demiş. Orhan Pamuk nasıl biri? Onun hakkında birer cümleyle yargılamada bulunanların kişilikleri nasıl?
Orhan Pamuk çok büyük, o cümleleri kuranların büyüklüğü ise cümlelerinin cürmü kadar.
Figen Dayıcık Fırat