Çözüm süreci sonrasında Türkiye’nin nasıl bir açmaz içine sürüklendiğini görmek için son dönemdeki tartışma başlığına bakmak yeterli olacak.
Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak’ın istifa krizi sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “yeni reform“ paketi hazırlayacaklarını açıkladılar. 50 gündür hala reform ile ne anlatmak istedikleri bilinmiyor, belirsizliğini koruyor.
İşveren örgütleri temsilcileriyle Adalet Bakanı ve yeni Hazine Maliye Bakanı’nın yaptığı istişare görüşmeden de içerikle ilgili bir şey sızmış değil. Reform lafı orta yerde duruyor.
İktidarın büyük ortağının bu girişiminden kısa bir süre sonra küçük ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde sosyal medya hesabından “HDP bir daha açılmamak üzere kapatılsın” açıklaması yaptı. Her ne kadar AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş “parti kapatmaya ilkesel olarak karşı olduklarını” açıklasa da Cumhur ittifakı, muhalefet partilerinin de örtük desteğiyle HDP’yi krimalize etmek için elinden geleni yapmaktan hiç bir biçimde geri durmuyor. Her fırsatı fazlasıyla değerlendiriyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın,“HDP/PKK kâmilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür” biçimindeki akıllara ziyan açıklamasıyla işi soykırıma vardırdı. Görülen o ki, bu tartışmayı hep canlı tutma gayretindeler.
HDP’nin kapısına kilit vurulmasını isteyen Bahçeli’nin “2021 yılı reform yılı olacaktır. Bizim de anlayışımız ve özlemimiz budur. Hukuktan ekonomiye, daha doğrusu hayatın her alanında 2023 vizyonuna muvafık ve müzahir bir reform seferberliğine sonuna kadar destek olacağımızın güvence ve sözünü açık çek olarak veriyoruz” açıklaması sonrasında, “yeni çözüm süreci hazırlığı mı yapılıyor” tartışmasını gizliden gizliye harılandırmak, Türk siyasetinin çaresizliği olsa gerek.
Bu tartışmayı gündemde tutanlar, Cumhur ittifakının politik çatısını ayakta tutan kolonların en kallavisinin Kürt hakları karşıtlığı olduğunu gizlemek gayretindeler. Tabi ki, toplumun barış istemini karşılayacak arayışlar herkes için kıymetlidir, herkesin umududur. Ancak bugün iktidar, antidemokratik, militarist, Türk milliyetçisi, otoriter politika ve uygulamalarını “terörle mücadele” bahanesiyle gündeme getirerek, toplumu oyalamanın derdine düşmüş durumda.
ABD’nin Suriye eski Özel Temsilcisi James Jeffrey’e cevaben, HDP’nin kapatılması çağrısından kısa bir süre sonra MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “ Ne Erbil, ne Washington, ne de Brüksel benim Kürt kökenli kardeşlerimizi sevdiğim kadar sevemez.” cümlesini kurması, telaşlarının ve acizliklerinin bariz örneğidir.
Yeni çözüm süreci tartışmasında iktidar çevrelerinin, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı, bölgenin en saygın insanlarında Mehmet Kaya’nın, İrfan Aktan’ın Gazeteduvar için yaptığı röportajdaki değerlendirmelerine dört elle sarılmaları ve yaratmak istedikleri algıya malzeme yapmaları beyhude bir çaba.
DTSO Başkanı Mehmet Kaya, “Mevcut yol Türkiye açısından sürdürülebilir değil. Ne ülkenin ekonomik kaynakları ne toplumsal yapısı ne de bölgesel ilişkiler, Kürt sorununu bu haliyle sürdürülebilir kılar. Çözülmek zorunda. Öte yandan biz Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası olarak Ak Parti’yle de görüşüyor, sorunları onlara iletiyoruz. Yaptığımız görüşmelerden, onların da mevcut politikayla yol alınamayacağının farkında olduklarını görüyoruz. 2013-2015 tarihlerindeki çözüm süreci de, Kürt sorunundan kaynaklı iç ve dış sorunların üstesinden gelinemez noktaya gelinmesi üzerine başlatılmıştı. Devletin tüm kademelerinde, Kürt sorununun çözülmesi gerektiği, aksi halde ülkenin bir bataklığa sürüklendiği kanaati hakimdi. Doğrusu bunun temenniyi aştığını, ülkenin koşullarından, gidişatından, yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz kanaatten kaynaklı bir değerlendirme olduğunu söyleyebilirim” cümlelerinde her şeyi net izah etmiş. Buna rağmen röportajdan, Cumhur İttifakı’nın yeni çözüm süreci hazırlığı içinde olduğunu çıkarmak abestir. Her şeyi farklı anlama ve anlatma becerisinde sınır tanınmamaktır.
AKP, 18 yıldır bu türden algı yönetimleriyle iktidarını sürdürdü. Mağdurların, mağduriyetlerini kullanmayı iyi becerdi. Artık bunu başaramaz oldukları görülmeye başlandığı için, yok oluşlarını yavaşlatmak için; muhalifleri, “dur bunu da yapamazsınız” diye kim ortaya çıkarsa onu “terör” kapanına almak istiyor. Tıpkı Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Ayhan Bilge, Bekir Kaya, Bircan Yorulmaz, Ahmet Altan gibi. Bir farkla, bunu artık yargıya göstermelik de olsa ihtiyaç duymadan yapacaklar.
TBMM’ye, AKP’li milletvekillerin imzasıyla getirilen kanunun teklifinden, İçişleri Bakanı’na, sivil toplum kuruluşlarının (STK) yönetimine kayyım atama yetkisi çıktı. Teklif yasalaşırsa, İçişleri Bakanı ve valilikler, STK’lerin yönetiminde bulunan ve hakkında terör soruşturması açılan isimleri görevden alabilecek, derneğin faaliyetini geçici olarak durdurabilecek ve gerekli görürse yönetimlerine kayyım atayabilecek. STK’ların yardım faaliyetleri İçişleri Bakanlığı veya valilikler tarafından sıkı denetlenecek.
Bu reform paketi, Cumhur İttifakının zihniyetine ilişkin iyi bir örnek oluşturuyor. 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle etkisizleşmiş sivil toplum kuruluşları tasfiye edilmesinin veya tam itaat etmelerinin amaçlandığı görülüyor. Bu düzenlemenin olduğu gibi kabul edilmesi sonrasında, yönetimlerinde yandaşların olmadığı cami derneklerini bile zor bir süreç bekliyor olacak.
HDP’ye oy veren 6 milyon seçmeni terörle bir biçimde ilişkilendiren bir zihniyetten, “terörle mücadele” bahanesiyle STK’ları tasfiye etmeye çalışanlardan Kürt açılımı ya da kelimenin gerçek anlamıyla reform beklemek, hayalperestliğin ötesine çoktan geçmiş durumda.
Hakan Tahmaz