COVID-19 pandemisi altı ay sonra tekrar Türkiye’nin birinci gündemi oldu. Birinci dalgayı, bazı ülkelere göre daha kısa sürede ve daha az sayıda insanın ölmesiyle atlatmış olmanın kof böbürlenmesinin sonu geldi.
COVID-19 pandemisinde vaka ve ölüm sayılarının hızla yeniden artmaya başladığı bir dönemde, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, doktorların meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB’nin) kapatılmasını isteyen saldırılarını hangi hesap, plan ve amaçla yaptığı tartışma konusu.
TTB, COVID-19 vakalarının Türkiye’de ilk görüldüğü günlerden itibaren, meslek örgütü olmanın sorumluluğu ile ve görevi gereği Sağlık Bakanlığını uyardı, eleştirdi, etkilemeye çalıştı, önerilerini kamuoyuyla paylaştı. Sağlık Bakanlığı ise TTB’yi yok saydı. Bakanlık, COVID-19 Bilim Kurulu’na TTB temsilcisi almadı. Bakan, ilk kez Eylül ayı başında, TTB Genel Başkanı ve yöneticileriyle bir araya geldi. Görüşmeden somut bir sonuç çıkmadı.
Aksine kısa süre sonra Bahçeli, TTB’nin kapatılması çağrısı yaptı. Hekimlerin yüzde seksen sekizinin üyesi olduğu toplumsal bir kurum, MHP lideri tarafından vatana, millete ihanetle suçlandı.
Cumhur İttifakı’nın parçası olan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ise iyice saçmalayarak, 80 öncesindeki gibi TTB ve bazı sivil toplum kurumlarının kızıl işgalden kurtarılması gerektiğinden söz etti.
Yaz mevsiminin son günlerini yaşadığımız bir zamanda, 2020-2021 eğitim öğretim döneminin başlamasının arifesinde, bu sözler büyük fecaate ve endişeye neden oldu. İktidarın gayri resmi küçük ortağının harekete geçmesinin zamanlaması manidar. Altı aydır izlenen pandemi politikasına ve bakanlığın açıkladığı günlük verilere olan güvensizlik, toplumda hatta Cumhur İttifakı partilerinin seçmeninde dahi hızla artıyor. Bir araştırmaya göre, Nisan 2020’de açıklanan verilere inananların oranı yüzde 62, inanmayanların oranı yüzde 30 iken, 4 ay sonra Ağustos 2020’de inanların oranı yüzde 36’a düştü, inanmayanlar oranı yüzde 59’a yükseldi. Bu yükselişte en büyük pay sahibi ise iktidar ortağı partilerin seçmenleri. Ağustos 2020’de AKP seçmenin yüzde 59’u, MHP seçmeninin yüzde 37’si açıklanan verilere inanmadığını beyan etti.
Böylesi bir süreçte TTB’nin itirazları haklılık kazanıyor, eleştirileri, uyarıları, öneri ve değerlendirmeleri hayat tarafından doğrulanıyor. Bu da kamuoyunda TTB’nin etki gücünü artıyor. TTB ve hekimler, COVID-19 konusunda halkın sesi ve kürsüsü oluverdi. Sağlık Bakanlığı ise pandeminin ilk döneminde daha güvenilir bulunurken, bugün tercihleri nedeniyle ve hükümetin marifetiyle epeyce yıprandı.
İşte MHP lideri Devlet Bahçeli’nin TTB’ye karşı kampanya başlatmasına yol açan, toplumdaki bu değişimdir, iktidar politikalarına güvensizliğin artmasıdır. Altı ay sonunda iflasın eşiğine gelen COVID-19 politikaları sonucunda 600’ü aşkın hekim, toplamda 7000’den fazla yurttaşımızı kaybettik. Olanların derin acısı ve endişesiyle TTB, 4 Eylül – 18 Eylül 2020 tarihleri arasını “Yönetemiyorsunuz, Tükeniyoruz Haftası” ilan etti. Bu tarihler arasında, tüm hekimleri ve sağlık çalışanlarını, sağlık hizmetlerini aksatmadan, eylem ve etkinlik yapmaya çağırdı. Bu çağrı doğrultusunda 17 Eylül’de, birçok ilde sağlıkçılar “siyah kurdele” taktılar, COVID-19 pandemisi döneminde kaybettikleri meslektaşlarını anmak için 1 dakikalık saygı duruşunda bulundular.
MHP lideri Bahçeli’nin bu çağırısına, büyük ortağı AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl yaklaşacağını yakın bir zamanda öğreniriz. Ama şunu söyleyebiliriz ki, Bahçeli’nin çağrısı da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Anayasa Mahkemesi Başkan ve Üyelerine yönelik açıklamaları da hükümetin son dönem politikasının bir uzantısı.
Bu politikanın ne olduğuna geçmeden önce İçişleri Bakanı Soylu’nun açıklamasını kısaca hatırlayalım. Soylu’nun, 14 Eylül’de Kızılcahamam’da Toplumsal Olaylarda Müzakere Kursu töreninde yaptığı konuşmanın haberi şu şekildeydi:
Anayasa Mahkemesi, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunundaki “şehirlerarası karayollarında toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlenemez” kararını iptal etti. Bunu üzerine Bakan Soylu, AYM Başkanına karşı sert ve adeta tehdit içeren sözler sarf etti. “Nesini iptal ettiniz. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na söylüyorum kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım, sen var mısın?” diye konuştu.
Bu sözler, kamuoyunda, AYM Başkanına ve üyelerine tehdit ve müdahale olarak değerlendirildi. Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükler, hak ve hukuk doğrultusundaki az sayıdaki kararları nedeniyle bu sözler ediliyor, tam teslimiyet için baskı yapılıyor. Anlaşılan sıra toplumsal meslek örgütlerini ele geçirmeye gelmiş.
Cumhur ittifakı, devlet kurumlarını ele geçirdikçe ve tek merkezden yönetim konularında yol aldıkça, kendi sesinden farklı ses çıkmasın, sözünden başka söz söylenmesin istiyor. Bu konuda her geçen gün tahammülsüzlüğü daha da derinleşiyor. Kurumları ele geçirmeye paralel, TTB, TMMOB, Barolar gibi yarı resmi toplumsal ve meslek örgütlerinin kamu yararına çıkan seslerini kısmanın, kamu yararına çalışmalarını engellemenin yollarını arıyor. Bilimi, toplumsal dayanışmayı, duyarlılığı değersizleştiriyor.
Hükümet, yargının yürütmenin emrine bütünüyle girmesinden sonra hukuk, adalet arayışının ve mücadelesinin son etkin savunucuları, yargının bileşeni avukatları etkisizleştirmek ve meslek örgütlerini ele geçirmek için kısa süre önce barolar yasasında değişiklik yaptı. Çoklu baro modelini getirdi.
Toplumsal duyarlılığı ve direnci yüksek bütün sosyal kesimleri baskılayarak Türkiye’yi, tam tek sesliliğe mahkûm etmek, aslında tam boy sessizliğe gömmek arzusuyla hareket ediyorlar. Toplumun en kıymetli kurumlarına, mesleklerine karşı teslim alma operasyonu, kampanyası yürütüyor.
Yandaş baro kurmak için İstanbul’da 2000 avukatı iki aydan fazla bir zamanda zor bulmak, İstanbul sözleşmesine karşı yürüttükleri kampanyada karşılaştıkları direnç, yarı resmi toplumsal meslek örgütlerini ele geçirmenin ve etkisizleştirmenin, Meclis’te operasyon yasası çıkarmak kadar kolay ve basit bir iş olmadığını göstermiş olsa gerek. TTB’yi ele geçirmek için Meclis’te yasa çıkarmayı belki başarabilirler. Ama TTB’yi ele geçirmenin ve etkisizleştirmenin o kadar kolay olmayacağını 17 Eylül’deki Türkiye çapındaki “Yönetemiyorsunuz, Tükeniyoruz” sokak eylemleri gösterdi. Hatta böylesine bir yasa çıkarma girişimi, Cumhur İttifakının sonunu hızlandıran bir gelişme olabilir. Her şeyin bir sınırı ve sonu var.
Hakan Tahmaz