Cuma akşamı, Diyarbakır’da faaliyet gösteren Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) tarafından çevrimiçi olarak düzenlenen, “Tigris Diyalogları” toplantısına katıldım. Kısa bir süre önce HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar ile ilki yapılan toplantının ikincisinin konuşmacısı, eski başbakanlardan, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ydu.
Katılımcıların büyük bir kısmı Diyarbakır ve bölge illerindendi. Benim gibi İzmir, İstanbul ve Ankara’dan da az sayıda sivil toplum temsilcisi, gazeteci ve akademisyen davetliydi. 50’nin üzerinde katılımcıyla Zoom üzerinden gerçekleşen, “Yeni Dönemde Türkiye Siyasetinde Muhalefet ve Gelecek Partisi’nin Tutumu” başlıklı toplantı, iki saat olarak planlanmıştı, ama dört saat sürdü. Mithat Sancar’da da benzeri olmuştu. Bunun nedeni toplantıda tartışmaların ağırlığının Kürt sorunu gibi kallavi bir konu olmasının yanı sıra, mevcut çatışma halinin bir an önce bitmesine ve barışa duyulan ihtiyacın aciliyeti oluşturuyor.
Bu durumu açılış konuşmasını yapan DİTAM Başkanı Mehmet Vural : “Türkiye, Kürt sorununu kendi içinde çözemediği için sorun uluslararası boyut kazandı. Ama çözümü imkânsız değildir. Kürt halkını kendi hak ve kimliğinden mahrum bırakmanın bir anlamı yoktur. Kürtler’in de bu ülkeden ayrılma imkânı yoktur” sözleriyle anlattı.
Eski milletvekillerinden, DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurttaş’ın yöneticiliğini yaptığı toplantıda, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, yazdığı son kitabının ismi olan “Sistemik Deprem ve Dünya Düzeni: Dışlayıcı Popülizme Karşı Kapsayıcı Demokrasi” kavramı üzerinden, dünya ve Türkiye sistemine yönelik analizler içeren, uzun bir konuşması yaptı.
Ancak sunuş çerçevesinde çok az soru soruldu. Örneğin Davutoğlu sunuşta “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle sarsılan devlet yapısı iyice çözülüyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, siyaseti çözüyor, siyasetin doğasını bozuyor. Ya bu sistemik depremin içinde var olan enkazın altında kalacağız ya da hep beraber bu enkazdan çıkmanın yolunu bulacağız” sözlerini sarf etti. Ama bu sözlerden sonra kimse “peki bu sistemi referandumda desteklediniz, şimdi pişman mısınız” mealinde bir soru yöneltmedi. Kürt sorunu ve çözüm süreci eksenli sorular ve eleştiriler ağırlıktaydı. Sorulmayan soru kalmadı denebilir.
Davutoğlu, izleyebildiğim kadarıyla sorulan soruların tamamına yanıt verdi. Sunuş sonrası yapılan ikinci oturum basına kapalı gerçekleştirildiği için bunlar üzerine bir şey yazabilmem mümkün değil. Ancak yönelttiğim soruyu, cevap babında yapılan konuşmanın genel çerçevesini ve genel bir değerlendirmesini yapmak istiyorum.
Çözüm sürecinde bir süre Dışişleri Bakanlığı ve bir süre de Başbakanlık yapmış olan Ahmet Davutoğlu’na Barış Vakıf Başkanı sıfatıyla Çözüm sürecinde devletin en büyük yanlışı, eksikliği sizce nedir ve er ya da geç Kürt sorunu masada müzakereyle çözülecek, yeni bir çözüm süreci için ne yapılmalıdır? sorularını yönettim.
Hasmını şeytan olarak görmemek
Soruma verdiği yanıtlar ilginç olduğu kadar önemliydi. Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin gözlemci olduğu Filipinler örneğini vererek “psikolojik eşik aşılamadı, süreç boyunca psikolojik destek diri tutulamadı, karşılıklı güvensizlik giderilemedi, özgürlük güvenlik dengesi doğru kurulamadı“ biçiminde yanıtladı. Bu belirlemede dikkat çeken iki önemli noktayı gözden kaçırmamakta yarar var. Birincisi devletin güven geliştirici olmaması diğeri ise güvenlik, özgürlük dengesinden söz ederek esas olarak kamu düzeninin bozulmasına göz yumulmasının yanlış olduğunu belirtmesi. Yani şu meşhur “özerklik uygulamalarına ve Kobani eylemelerine” göz yumulmasını esas sorunlardan görüyor.
Psikolojik eşiğin aşılamaması ve güvensizliğin giderilememesi sorunu ise konunun bam telini oluşturmakta. Güven sorunu çatışma sonrasında barış arayışlarında karşılıklı aranan en önemli unsur. Müzakereye geçişin psikolojik eşiği. görüşmelerinde İngiltere Başbakanı Tony Blair”in danışmanlarından Jonathan Powell “1997 Kasım ayı idi. Sinn Fein”in iki lideri Gerry Adams ve Martin McGuinness ile bir araya geldiğimizde, ellerini sıkmamıştım. Çünkü IRA babamı öldürmüş, kardeşimi ölüm listesine almıştı” diyor. Ama Powel görüşmeler ve temaslar sırasında değişti, konuyla ilgili yazdığı kitabında “sorunu çözmek istiyorsanız, hasmınızı şeytan olarak görmemeyi öğrenmelisiniz, biz öğrendik” diye anlatıyor.
Davutoğlu’nun da itiraf ettiği gibi Türkiye iki yıl boyunca bunu başaramadı. Peşrev dönemi aşılamadı, tarafların birbirine nefretle yaklaşması son bulmadı. Dünya deneyimlerinde olduğu gibi, çözüm sürecinin kapalı devre yürütülmesi bir noktada anlaşılırdı. Ama her gün her saat medya üzerinden, birbirinden çok farklı, yalan yanlış sızdırılan bilgilerle gazete manşetlerine çıkan, köşe yazılarına, haberlere konu olan çözüm süreci senaryoları yazıldı. “Üç aşamada silah bırakma”, “merdiven usulü çözüm sureci”, “Kandil İmralı’ya direniyor”, “PKK liderlerinin gönderileceği ülkeler”, “PKK’da aleviler etkisizleştirildi”, “geri çekilmede asker etkisizleştirildi” gibi onlarca haber yapıldı. Güvensizliğin aşılmasının önünde bariyerler olduğu bir gerçekti. Bu türden, kamuoyunu ve karşı tarafı maniple eden haberleri uyarı sinyali olarak algılamak, sürecin sonunu çok hızlı ve kolay getirdi.
Ahmet Davutoğlu’nun, yeni çözüm sürecinde siyasi irade kim olacak sorusu ve geçmiş süreçteki siyasi muhataplarla ilgili yaptığı değerlendirmeler dikkat çekiciydi. Net ve güçlü siyasi irade olmadan, tarafların kendi içinde rekabetinin sert ve açık sürdüğü koşullarda, çatışma çözümünün başarıyla yürütülmesinin imkânsızlığına dikkat çekti. Burada özellikle (polisi kastederek) devletin güvenlik güçlerinin kontrolünde ciddi sorunlar yaşandığını dile getirdi. Çözüm sürecinde siyasi iradenin sorunlu olduğunu anlatırken, ben sürecin her iki siyasi liderinin durumunun sık sık abartıldığını hatırladım.
Yeni bir çözüm süreci için kimlik siyaseti yerine değerler siyaseti yapılması gerektiğini (buna dair bir soruda, çoğunluk kesimleri kastettiğini açıkladı), tekleştirilmiş bir muhataplıkla müzakerenin sonuca ulaşmayı zorlaştırdığını, çoğulcu bir muhataplığın başarıya ulaşmayı sağlayacağını vurguladı. Başbakanlığının son döneminde, çözüm sürecine tekrar geri dönmek amacıyla, bölgedeki dini liderlerle, kanat önderleriyle ve sivil toplum örgütleriyle gerçekleştirdiği toplantıları, bir model olarak uygulamaya koymak istediği anlaşıldı.
Ahmet Davutoğlu’nun, bütün bunların yanı sıra çözüm sürecinin bitirilmesinin önemli sorunları olarak Suriye’deki gelişmeleri ve Gezi direnişini göstermesi, Gelecek Partisi’nin sorunlara yaklaşımını özetledi. Davutoğlu’nun bu türden toplantılarda kendisinin hiçbir yanlışın içinde olmadığını savunması, bugünkü durumdan tek başına Recep Tayyip Erdoğan’ı sorumlu tutması, partisinin ciddi handikabı.
Hakan Tahmaz