Koronavirüs nedeniyle felakete doğru hızla ilerliyoruz. İnsanlık virüse karşı çaresiz olduğu, ilacı ve aşısı bulunamadığı için değil. Virüs saldırısını felakete dönüştüren; devlet yöneticilerinin, insan hayatını değil piyasayı, ekonomik motivasyonu önceleyen akılsız, işin ciddiyetini kavramaktan uzak yaklaşım ve politikalarıdır.
İnsanların kaliteli, nitelikli yaşamlarını sürdürmesini sağlayan sağlık hizmetlerini piyasanın emrine sunan, neoliberal politikaların yanı sıra virüs saldırısını siyasetin aracı olarak kullanan siyasetçiler, felakete gidişi kolaylaştırıyorlar. Az sayıda ülke yöneticisinin bu çok kapsamlı ve katmanlı krizle baş etmesi pek ihtimal dahilinde bir şey gibi gözükmüyor.
Tekil örneklerin kapasitelerinin çok ötesinde yaygın bir virüs saldırısıyla ve koşullarıyla karşı karşıyız. Küreselleşen dünyanın “küçük köylere” dönüşmesinin de bir sonucu, felaket de küresel çapta olacak. Her ülke felaket sonrası yaptıkları ve yapamadıklarıyla yüzleşecek. Kononavirüs sonrası dünyada birçok şey eskisi gibi olmayacak. “Yeni” dünyadaki yerimizi, konumumuzu, durumumuzu koronavirüse karşı mücadeleye nasıl katıldığımız tayin edecek. Virüsün yaygınlaşmasına ve küresel bir felakete dönüşmesine yol açan politika, yaklaşım ve anlayışlardan ne derece uzaklaşabilme becerisi gösterdiğimiz, dünyadaki pozisyonumuzu belirleyecek.
Koronavirüs, Çin’de ilk görüldükten sonra yaşananların da gösterdiği gibi, insanlığın birikimi ve mücadele tecrübesi ile bilimin gelişkinliği sonucu, eski virüs saldırılara göre çok daha hızlı ve etkili şekilde bertaraf edilecek. Hiç kuşkusuz buna en büyük katkıyı, hayatlarını ortaya koyarak hizmet veren, insanların yaşama tutunması için gecesini gündüzüne katan sağlık çalışanları ve kendi tercihlerinin dışında zorunluluktan işine giden emekçiler sunmuş olacak.
Ankara tehlikenin büyüklüğünün farkında değil
Türkiye’nin bu süreçte iyi sınav verdiği iddiası gerçeği ne kadar yansıtıyor, bunu önümüzdeki yıllarda çok daha net göreceğiz. Türkiye’nin bütünlüklü bir virüs stratejisi olduğunu söylemek mümkün değil. Başka bir ifadeyle Ankara, kapalı devre politikalarla saldırıyı savuşturmaya çalışan, sınırlı bir politik yol izliyor. Saldırı öncesi sağlık politikalarını gözden geçirip radikal, virüsün yaygınlaşmasını ve muhtemel ağır sonuçlarını önleyici bir yol izlemekten çok uzak bir pozisyonda duruyor.
Hükümet, virüs öncesindeki siyasal güvensizliğin derinliğini ve köklü olmasını dikkate alan bir yöntem ve tarzla davranmıyor. Felaketin büyüklüğünün farkında değil.
Ankara, son birkaç yıldır diline doladığı ve uzun süre siyasi ranta dönüştürmeyi becerdiği “beka” yalancı memesinden kalma siyasal, toplumsal kutuplaşmayı sürdüren, farklı olanı dışlayıcı, ayrımcı siyasetine devam ediyor. İlk günden itibaren kulaklarını muhalefete tıkadı. İktidarı eleştiren, uygulanan kriz politikalarıyla arasına mesafe koyan sivil toplum örgütlerini sürecin dışında tutarak sorunu siyasal anlamda araçsallaştıran bir yaklaşım sergiliyor.
Muhalefeti dışlamak akılcı yol olamaz
Hükümet, toplumda korona sonrası ortaya çıkan dayanışmacı yaklaşımlara güç vererek, şeffaf ve katılımcı bir süreci işletmiyor. Siyasi partileri ve konuyla doğruda ilgili sivil toplum örgütlerini bir tür sürecin öznesi yapacak bir süreç örgütlemiyor. Tek adam rejimi anlayışıyla ve yönetim tarzıyla “evde kal” çağrıları örneğinde olduğu gibi alınması gereken zorunlu tedbirler konusunda toplumu zamanında motive edemiyor, tepeden inme zorunlu karantina kararları alıyor.
Bu yaklaşım aynı zamanda güç zehirlenmesinin, aşırı ve kof güven duygusunun da yansıması. Bu nedenledir ki, Çin ve İran’da yaşananlar ciddiye alınmadı, tedbir alma konusunda lakayt davranıldı, geç kalındı. Hükümetin bu tavırları, güvensiz siyasal ortamda anlaşılır nedenlerle, muhalefet tarafında yanlış idari bir tutum olarak değil, siyasal bir tutum olarak değerlendirildi.
Muhalefeti önemsememe, ciddiye almama ve devre dışı bırakma tutumuna paralel olarak sorunun doğrudan muhatabı ve yarı resmi kamu kurumu niteliğine sahip Türk Tabipleri Birliği gibi meslek kurumları ve sendikalarla diyalog kurulmadı. Bu kurumlar halen de sürece dâhil edilmiyorlar. Bir anlamda değersizleştirilmeye çalışılıyorlar.
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemine uygun olarak oluşturulan Bilim Kurulu’na, TTB’den temsilci davet bile edilmedi. Sağlık Bakanı bugüne kadar TTB yöneticileriyle görüşmüş, bilgi paylaşmış, önerilerini dinlemiş değil. Buna gerek /ihtiyaç duymamış olmaları, korona sorunu konusunda ve sonrasına ilişkin dar görüşlü olduklarını gösteriyor. “Biz Bize Yeteriz Türkiye” gibi sorun alanları bol kampanyalardan medet umuluyor.
Keza, Çankaya Köşkü’nde yapılan Coronavirüs zirvesine, emek ve meslek örgütleri ile muhalif kesimlerden hiç kimse çağrılmadı. Hükümet, virüsle boğuşan sağlıkçıları, zorunlu olarak işe gidip tehdit altında, işsiz kalma kaygısıyla çalışan emekçileri gözeten tek bir tedbirin olmadığı paketle toplum karşısına çıktı. Tedbir paketi, toplumu rencide edici, ama Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nu neşelendirici bir tarzda açıklandı. Hükümet bu tutumuyla, “sosyal devlet” ve “demokratik yönetim” anlayışının sınırlarını topluma göstermiş oldu.
Diğer taraftan virüse karşı en korunaksız yerlerin başında gelen cezaevlerindeki siyasi tutuklara karşı düşmanca, ayrımcı ve evrensel hukukta yeri olmayan politikalarda ısrar ediliyor. Hak savunucularının ve hukukçuların; siyasetçi, gazeteci, muhalif tutuklu ve hükümlüleri kapsamaya bir infaz yasasının ayrımcılık olacağına ilişkin görüşleri, toplumun geniş kesimleri tarafından paylaşılıyor ve ortak bir talep olarak dillendiriliyor. Bunu görmek istemeyen, anlamayan hükümetin krizi doğru yönetemeyeceği gibi, geleceği de olmayacaktır.
Bunlar, koronavirüsün bütün dünyayı sarstığının farklında olmayan siyaset insanlarının eskide kalacak düşünce, davranış ve yaklaşımlarıdır. Neoliberal sistem, her yönüyle deprem yaşıyor. Siyasal, sosyal, kültürel değişimin nasıl bir hal alacağı, boyutları, virüsle mücadele sürecinde ortaya çıkacak. Bugün insan hayatına değer verenler yeni bir toplum yaratacaklar. Yeni toplumun değerleri, “evde kal” çağrısıyla sınırlı bir yaklaşımın sonucu şekillenmeyecek. İnsana, insan olduğu için değer veren yaklaşımla, insanların evlerinde güvenli, güvenceli ve sağlıklı kalabilmelerini garanti eden anlayış ve politikalarla olacak.
Hakan Tahmaz