Sibel Erduman

Sibel Erduman son yazıları

Sibel Erduman tüm yazıları

26.03.2020 - 13:37

Salgın sonrası geri döneceğimiz bir doğa var mı?

Yani bir yanda sessiz, dilsiz ve tamamen nesnel bir doğa diğer tarafta iktidar mücadelelerinden hikâyelerinden ve öznelerden kurulu doğanın sınırlamasından bağımsız bir kültür!

Ekolojik krizin özü, Marx'ın kaydettiği, kapitalist verimliliğin artmasının neden olduğu “metabolik yarık” olarak adlandırılan bir olgudur. Kapitalizmde bu tartışılan yarık sadece insanlar ve doğa arasındaki metabolik sürecin sermayenin kendisinin değerlenmesine tabi olduğu anlamında radikalleşmiyor, bu çatışmayı patlatan şey kapitalizm ve modern bilim arasındaki yakın bağlantı. (bugün karşılaştığımız bu salgının bu kadar yayılmasının en önemli nedeni ilaç şirketlerinin önleyici ilaç ya da aşı araştırmalarını uzun süre önce durdurduğunu ve devletlerin de verdikleri bütçelerle daha kazançlı olan alanlarda kullanmasıolduğunu unutmamak lazım)  bu nedenle bazı ekolojistler yeniçağın terimini Antroposen'den Kapitalosen'e değiştirmeyi teklif ediyorlar.

İnsan kültürünün gücü ise sadece doğa olarak deneyimlediğimiz şeyin ötesinde özerk bir sembolik evren inşa etmek değil, aynı zamanda insan bilgisini somutlaştıran yeni “doğal olmayan” doğal nesneler üretmektir; genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, siborglar gibi. Yani doğanın içeriden doğallığını bozuyoruz. 

Yukarda da belirttiğim gibi doğa ile kültürü diye bir ikilik yaratmak sanki insansız kendi içinde hiç değişmeyen bir ‘doğa’ ve karşısında da kültür olduğunu varsayıyor. Ama esas tehlike modern bilimin temel yapısının doğaya hükmetmeye, onu manipüle etmeye ve sömürmeye yönelik olduğu düşüncesi değil bilimin ve sermayenin özel birleşiminde gerçekleşiyor. Bilim, sermayenin yanına sıkıca yerleşmiş, emekçilerden alınmış ve sermaye ve uygulayıcılarına tahsis edilen nihai bilgi figürüdür.

Bu nedenle, her iki kutuptan da ayrılan bir bilime ihtiyacımız var: sermayenin etrafında dönmesinden ve geleneksel bilgelikten ayrı kendi başına durabilecek bir bilime. Yani “sezgisel olarak” varlığımızın istikrarlı zemini olan ana doğaya güvenmemizi söyleyen bir bilgelik ama bu zemin zaten modern bilim ve teknoloji ile zayıflatılmış bir zemin artık. Bu, doğa ile bir olduğumuz otantik hisse doğru geri dönüş olmadığını kabul etmek gerektiği anlamını taşıyor.

Bu neden önemli: İnsanlar olarak biz sosyal varlıklarız, kendi başımıza olduğumuz ve her koyun kendi bacağından asılır (şehirlerden kaçmak ve kendine bir sığınak bulmak isteyenler bunu elbette olanakları varsa yapabilirler ama bu da artık gittikçe sadece zenginlerin yapabileceği lüks bir değişiklik) diye sadece 3-4 yüzyıldır içinde yaşadığımız kapitalizmin getirdiği bir tasavvuru terk etmemiz gerek. 

Zaten insan hiçbir zaman doğa ile bir olmadı; alet kullandı ve bu aletleri kullanarak ‘doğa’da yaşadı ve gelişti. Sosyal olabildiğimiz için evrimde ayakta kaldık, şimdi de sermaye despotluğuna karşı birlikte olduğumuzda “başka bir dünya mümkün!” diyebiliyoruz.   

Sibel Erduman


Bültene kayıt ol