Gündemi barış gibi görünen Türkiye, silahlanma yarışında dünyada ilk 10'a girmiş... Türkiye, “barış istiyorsan savaşa hazır olmalısın” şeklindeki reel politik özlü sözü ile birlikte, cehennem dengesi peşinde koşmaya devam ediyor yani... Zihinlerde savaş senaryoları ve gücün diliyle barış yapmaya çalışıyor.
13 senelik iktidarı boyunca yüzde 10’luk seçim barajını kaldırmaya niyetlenmeyen, buna gerekçe olarak da “o barajı ben mi koydum” diyebilen (ama kendi koymadığı başörtü yasağını kaldırabilen) AKP’nin özellikle saray versiyonuyla barış yapmaya çalışıyoruz.
Ancak “başörtüsüne özgürlük” gibi halk nezdinde puan kazandıran bir ilerleme, askeriye söz konusu olunca, bir anda “özgürlük” meselesi olmaktan çıkıp, Nur Serter’in mantığı devreye giriyor
Bir astsubay eşinin askeri lojmanlara girişte gösterilmesi gereken kimlik kartındaki başörtülü fotoğrafına karşı “çağdaşlık” vurgusu yapan ve astsubayın açtığı dava için “reddedilsin” diyen bir Milli Savunma Bakanlığı “özgürlüğün”, sivilliğin neresinde durur?
Milli irade, asker söz konusu olunca bitiyor anlaşılan! Tabii ki “milli irade”ye toz kondurmayanların askerle pek sorunu olmadığını, hatta askerle aynı yatağa girmekte beis görmediğini ve aslolanın “yeni Türkiye” kılıfı ve “ihtilalci” görünümü altındaki sınıf iktidarının yürütülmesi olduğunu görebiliyoruz.
“Valla esas biz barış istiyoruz!” cilasını parlatmak için, başta yeni devşirmeler olmak üzere, sarayın bütün havarileri seferber edilirken, Roboski’nin yaralarını sarmak neden bu kadar zor? Yoksa “orası”, gücün yetmediği ve birilerinin uluorta katır öldürme hakkını kendinde gördüğü başka paralel kuvvetlerin alanı mı?
Barışın belini kıran başka savaşlar da sürüyor... Gücün yettiği “paralel”e karşı, “inlerine girmek” üzere, poliste ve yargıda her türlü olağanüstü ihtilal koşulu yaratılırken, nedense o yargının içindeki “erkek paralellere” bir türlü “yeni Türkiye” gelemiyor. Bu erkek “paralel yargılar” karısını öldüren erkek bozuntusuna, laf olsun torba dolsun misali, 10 yıl ceza verirken, tecavüzcüsünü öldüren Nevin Yıldırım’a müebbet veriyor. Aynı paralel mahkeme, kadın katillerine uyguladığı "haksız tahrik indirimi"ni Yıldırım için uygulamıyor.
Yıldırım’la dayanışmaya gelen kadınlar için polislere “Dağıtın bunları” diye bağıran bir Başsavcı’nın “Burası benim adliyem” dediği yer kimin yeridir aslında? Orası girilemeyecek bir paralel midir?
Yoksa “Yargı bağımsızdır; biz karışamayız” mı?
Milli irade denilen şey, “başkanlık sistemi” hakkındaki görüşü sorulan ve “Biz Ak partiliyiz; reis ne diyorsa doğrudur!” diye cevap veren insanların inşasıyla sağlanan bir rızaya benziyor giderek... Bu rıza inşasının merkezinde de, o insana her sabah kalkar kalkmaz, “tuttukları reisin takımının ne kadar haklı olduğuna ikna edecek” hapları hazırlayan bir makina dairesi bulunuyor.
“Toplumun yüzde 50’si bizden nefret ediyor” diyen Bülent Arınç’a ayar veren Parti’nin ideolojik komiserleri, ya da reisi eleştirince ona “paralelci” sıfatını yapıştıranlar da barışa engel paralel görüntüsü veriyorlar.
Saray’ın iç avlusundakiler, hemen dış avlusundaki Abdülkadir Selvi’ye bile tahammül edemiyorlar. Düne kadar “nasıl da çaktı karşı takıma!” diye tezahürat yaptıkları adam , “büyü bozuluyor” deyince, avlunun ihtişamlı bekçileri “Nasıl olur da buradan kalkarak endişe yaratacak yorumlara kapı açar?” diye panik yapıyorlar...
İşin ilginç -ve hatta komik- olan kısmı da şu: AKP’nin İslamcı damarını hâlâ bir ölçüde temsil eden ve muhtemelen bu nedenle –nispeten- Erdoğanizme karşı mesafeli duranlara karşı, Saray’ın iç avlusundakiler, yani bir iki istisna dışında hayatları boyunca İslamcılıkla zerre kadar alâkası olmayan beyaz devşirmeler inanılmaz bir biçimde, adeta Kim Jong Un kutsallığında dibe doğru batıyorlar.
Ferhat Kentel
(BasNews)