“Atatürk’ü sevmeyen, onun fikir ve ideallerini geliştirip paylaşmayan her türlü şahıs, bu vatanın en büyük hainidir.”
AKP “muhalifi”, ünlü düşünür Levent Üzümcü, Twitter’da böyle buyurmuş.
Kendisini Avrupa Yakası’ndaki rolünden yıllar sonra siyasi beyanlarıyla tanımaya başlamıştık.
2011 yılında soL haber ile yaptığı, şu an artık internette bulunamayan bir röportajında DSİP’i İngiliz istihbaratının kurdurttuğunu söylüyordu. O dönem bunun zeka eksikliğinden mi, yoksa derin bir yerlerle bağlantıdan mı kaynaklandığı üzerine düşündüğümü hatırlıyorum.
Üzümcü’nün DSİP’in bağlı olduğu Uluslararası Sosyalist Akım’ın en güçlü partisinin İngiltere’de olmasından kaynaklanan takıntısı, yarım yamalak bilgilerle ilerleyen yıllarda da devam etti. 2014 yılının Şubat’ında, biz AKP’ye karşı yerel seçim kampanyası yürütürken, kendisi DSİP’in “AKP’nin bir silahı” olduğunu yine soLhaber’e şöyle anlatıyordu:
“Ama çok güçlü silahları var, örneğin DSİP gibi bir siyasi oluşumla kendilerini farklı yerlerde de temsil ettirmeye başladılar. Bu oluşum modeli de birebir İngiltere’den getirildi, “yetmez ama evet” kampanyasının mimarları. Ve Türkiye’de liberaller döndü, bunlar dönmedi. Şimdi TKP’yi ulusalcı olmakla itham etmekteler.”
2018 yılının Eylül ayında bu kez Artı Gerçek’e, Türkiye’nin başına gelmiş en büyük belalardan birinin DSİP olduğunu anlatırken, yine “kuruluşumuza” ve “kökenimize” takıyordu. Bu kez devreleri iyice yanmış, İngiliz istihbaratını, emperyalizmi filan unutmuş, bizi SWP ile değil İşçi Partisi (Labour) ile özdeşleştiriyordu:
“DSİP diye İngiltere’deki işçi partisinin özentisi olarak kurulan parti var ya, onlar da kendi kuyularını kazıyorlar. Onları kesecek olan bıçağı yalıyorlar. Anlatamadık bir türlü onlara. Bu ülkenin başına gelmiş en büyük belalardan biridir DSİP. Bize ulusalcı mı demediler, neler demediler. Etmedik laf bırakmadılar.”
Bunları yazmamın sebebi yarı meczup bir tiyatrocunun bize “saldırılarını” püskürtmek değil. 2011’de aklıma gelen sorunun yanıtını yıllar içerisinde bulmuş olmam.
Ulusalcılık büyük bir bela. AKP’nin erken dönemlerinde, bunun muhalefeti zehirleyen bir bela olduğunu, Kürt sorununda çözümden askeri vesayetle hesaplaşmaya her şeye karşı çıkan, bunları Türkiye devletinin temellerinin dinamitlenmesi olarak gören bir ideolojinin hem solla bir ilişkisi olmadığını, hem de tabanda bu konularda değişim isteği varken bu muhalefetin AKP’yi güçlendirdiğini anlatıyorduk.
Şimdi işler değişti. AKP ülkeyi artık Ergenekon-Balyozcularla, Mehmet Ağarlarla, MHP ile ittifak yaparak yönetiyor. Dolayısıyla ulusalcılık bu kez iktidar destekçiliği anlamında “geçer akçe” olmuş durumda.
Tüm ulusalcıları tek tek inceleyemeyiz, yazıya konu olan Levent Üzümcü üzerinden gidelim. Farklı zamanlarda farklı iddialar öne sürse de, DSİP’i suçlamak isterken kullandığı en önemli argüman “İngiltere bağlantısı”. Tıpkı AKP-MHP ittifakının tüm sivil toplum örgütlerini, doğayı savunanları, göçmenlerin sınırdışı edilmesine karşı çıkanları ve her tür muhalefeti “dış güçlerle bağlantılı” ilan etmesi, AB’den fon aldıklarını söylemesi gibi. Türkiye’nin iç siyasetine “kökü dışarıda” unsurların girmesine karşı AKP ile Levent Üzümcü ortak bir zihin dünyasını paylaşıyor.
Gelelim Atatürkçü olmayan herkesin “vatan haini” olmasına. Öncelikle, Marx’ın tanımını takip edersek, vatan bir mülkler toplamıdır. Yani vatan, burjuvazinin üretim araçlarının mülkiyetine dayalı ayrıcalıklarını koruması amacıyla oluşturulmuş kapitalist devletin kutsanmasıdır. Bu yüzden işçilerin vatanı yoktur; tüm ülkelerden işçilerin kendilerini sömürenlere karşı ortak, uluslararası çıkarları vardır. Bu yüzden “vatan hainliği”, tarihsel olarak egemen sınıfların, sağcıların, milliyetçilerin kullandığı bir suçlamadır. Tarihteki her büyük devrimci hareket, “vatan haini” olmakla suçlanmıştır.
Yani tarihi ezilenlerin lehine eşitlikçi-özgürlükçü bir biçimde dönüştürme girişimlerine karşı kullanılan ortak dil bağlamında da AKP ile Levent Üzümcü aynı zihin dünyasını paylaşıyor.
Bunun yanı sıra, kendini “sosyalist” olarak adlandıran birinin Atatürk’ün fikir ve ideallerini geliştirip paylaşmakla ne ilgisinin olacağını da tartışabiliriz. Seçimlerin dahi olmadığı bir tarihsel dönemi mi savunacağız? Kürtlerin ve gayrimüslim azınlıkların baskılanmasını mı? Dersim’i mi savunacağız, tüm muhalefetin ezilmesini mi? Örnekler sayısız ancak tartışmanın bir sınırı var. Bu sınır, siyasi fikirleri kriminalize edip hukukun konusu hâline getiren devlet tarafından belirleniyor. Dolayısıyla tartışmada bizim söyleyebileceklerimizin üzerinde bir sansür var, Levent Üzümcü’nün tuttuğu tarafta ise bir sansür yok. Kendisinin bir muhalif olmadığı buradan dahi anlaşılabilir.
Nitekim, kısaca özetleyelim: Levent Üzümcülerin gerçek bir “muhalifliği” yoktur, kendileri devletin egemen sınıfın başka bir kanadı tarafından yönetilmesini, bunun önderliğinde Türkiye devletinin gelişip kalkınmasını, dünyadaki etkisini ve nüfuzunu arttırmasını istemektedirler. AKP de bunu istemekte, farklı kılıflar ve ittifaklar altında yapmaktadır.
Dolayısıyla, ulusalcılığın mantıksal sonucunda AKP ile uzlaşmak vardır.
İnanmayanlar Doğu Perinçek’e, Metin Feyzioğlu’na, hatta Fazıl Say’a bakabilir.
Üzümcü’nün fikirlerine de bunlardan daha büyük bir paye asla verilmemelidir.
Ozan Tekin
[email protected]