31 Mart seçim sonuçları ve tartışmaları daha çok uzun bir dönem etkilerini sürdüreceğe benziyor. Seçimlerin siyasal sonuçlarından öte seçim ve sandık güvenliği konusu Türkiye’nin çok partili sisteme geçiş sonrası bizzat iktidar partisi eliyle son derece sarsıcı bir dönem yaşanıyor. Esasen, seçimlerden ziyade sayım sonuçlarının netleşmeye başlaması sonrası yaşananlar önem kazandı.
Türkiye, seçimleri “düzgün” yapmakla her zaman övünmüştür. Muhaliflerin, bu konudaki çeşitli eleştirileri ve itirazları ise hep kulak ardı atılmış, abartıldığı iddia edilmiştir.
İktidar partisinin oyların sayımından şikâyet ettiği ne Türkiye’de ne de başka bir ülke de vaki değildi. Seçimlerin sağlıklı, güven içinde yapılmasını sağlamak durumunda olanların bundan yakınması için arka planında başka şeylerin olması gerekir.
1990’lı yıllarda bölge illerinde OHAL koşullarında seçimlere gölge düşüren güvenlik bürokrasisinin uygulamaları ve müdahaleleri görmezlikten gelindi ve bölgede farklı yasalar uygulandı. Bölge söz konusu olunca büyük bir sessizlik ve hızla da milli mutabakat oluşuyordu.
AK Parti’nin iktidar olmasıyla çeşitli sıkıntılar yaşansa da bu özel uygulamalara büyük ölçüde son verildi. Şikayetler azaldı. Ta ki 2017 referandumuna kadar. Yerinden edilmiş, boşaltılmış, yıkılmış harabeye dönmüş yerleşim yerlerinde hukuksuz sandık birleştirmeleri, HDP’nin çalışmalarını önlemeye yönelik baskılar, güvenlik önlemleri ve sayım hileleri yeniden devreye sokuldu.
Ayrımcılık bulaşıcıdır
AK Parti’nin devlet kurumlarını ve olanakları kullanarak muhalefeti baskı altına alarak yürüttüğü son referandum kampanyasından şikâyet eden ana muhalefet partisi ve AK Parti karşıtlarının birçok kesimi bunları önemsemedi, ağızlarına almadılar.
Bugün de aynı tutum sergileniyor. Hem de HDP’nin muhalefet partilerine koşulsuz destek verdiği bir seçim sonrasında. HDP eski Eş Başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın Edirne cezaevinden, “Bütün halkımıza, tabanımıza çağrım, varsa azıcık hatırım, ricam şudur ki gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir” çağrısı yaptığı ve bunun seçim sonuçlarına önemli etkisi olduğu bir eşikte.
Bu bahsi kapatmadan şunu belirtmek isterim. HDP’nin seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı itirazlarının birinin bile seçim kurullarınca kabul edilmemiş olması ve her biri için alelacele ret kararı verilmesi ne derece sorunlu ise muhalefet partilerinin bu ayrımcılığı yok sayması da bir o kadar sorundur. Bu bariz ayrımcılık daha derin siyasal ve sosyal sorunlara kapı aralayan bir yaklaşımdır.
Seçim sonuçlarına ilişkin tartışma AK Parti döneminde hiç eksik olmadı. CHP her seçimde bir biçimde hile konusunu gündeme getirdi. İktidar partisi yetkilileri ise Türkiye’de seçim sisteminin, açık sayımın güvenliğinden dem vurarak muhalefetin itirazlarını başarısızlıklarını gizleme çabaları olarak tanımladı. Seçim sistemini yere göğe sığdıramıyordu.
17 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde muhalefetin itirazları daha da arttı, sayımlar şaibeli ilan edilme aşamasına kadar vardırıldı. Yüksek Seçim Kurulu tartışmalı bir hal aldı. Bu seçimlerde ise YSK’nın yanına devletin resmi Anadolu Ajansı (AA) da eklendi.
Bir ilk, iktidar sayımlardan şikayetçi
Bir hafta önce gerçekleşen 31 Mart seçimlerinin sayımında ortaya çıkan tablo işin boyutunu değiştirdi. Neredeyse ülkenin dört bir yanında sayımlara itiraz edildi. Bunların başını da kaybettiği her yerde seçime itiraz eden iktidar partisi çekiyor.
Bir haftadır İstanbul’da sandıkların sayımıyla ilgili süren tartışma ve itirazlar var olan siyasal krizin daha da derinleşerek süreceğini gösteriyor. 17 yıl sonra AK Parti muhaliflerinin ele geçirdiği moral üstünlüğe dahi tahammül edemeyen iktidar, yasal zemini ve demokratik teamülleri zorlayan uygulamalarla iktidarı ve ekonomik, siyasal rant alanlarını terk etmemek için direniyor.
AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Pazartesi günü Rusya’ya gitmeden önce İstanbul Atatürk Hava Alanında yaptığı basın toplantısında kurduğu “Biz burada organize bazı suçların işlendiğini gördük, görüyoruz” ve İstanbul seçimlerini kastederek “usulsüzlük bazı değil, neredeyse bütünü usulsüz” cümleleri iktidar partisinin içine düştüğü acizliğin göstergesi olsa gerek.
Yenilgiyi tatmaya hazır olmadığı anlaşılan AK Parti yönetimi birçok şeyi göze almış görünüyor. Nitekim bu açıklamadan bir gün önce AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, “Sandığın başında bir şeyler oldu, sandığın başında en yetkili kişilerce bir şeyler yapılmış olabilir” ifadesiyle bunu ima etmişti. Tabii, her şeyi kontrol eden iktidar partisinin kendisi için en kritik illin seçim kurullarındaki ‘tezgâhı’ engelleyememesini kendi seçmenine dahi inandırmakta zorlanacağı açık.
Bütün bunlar olup biterken yanıtlanması gereken bir dizi soruyu yanıtlamaktan kaçınıyor iktidar partisi. Bunlardan biri sadece büyükşehir belediye başkanı oylarının sayımında hile yapanlar, ilçe belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliği oylarının sayımında hile yapmamışlar mı? Sahte seçmenler sadece iktidar partisinin kaybettiği başkanlık seçimlerinde mi oy kullanmışlar; iktidar partisinin kazandığı yerlerde hiç hile, yanlış yok mu? Bu “çamura yatmak” “koltuğu bırakmak istememek” değilse nedir? İnsan hafızasının bunu alması pek mümkün değil.
31 Mart seçimlerinden sonrasında olup bitenler, seçimle gelenin seçimle gitmeye rıza göstermemesi olarak algılanması, toplumdan siyasete ve demokratik kültüre negatif etkilerinin ağır faturası nasıl karşılanacak acaba? Türkiye ekonomisinin bu yüklü faturayı kaldırabilecek güce sahip olmadığı aşikâr. Bu da irkiltmiyorsa söylenecek başka bir şey yok demektir. Sandık sonuçlarını kabul etmemenin siyasal, toplumsal altüst oluşu da beraberinde getirme potansiyelini göz ardı etmek herkese kaybettirecektir. Yarım yamalak demokrasi ağır darbe vurur. Türkiye’nin kendine gelmesi uzun yılları alır. Bu risk göze alınamaz. Alanlara da hiçbir hayrı dokunmaz.
Hakan Tahmaz
(www.hakantahmaz.com)