Şu anda dünyayı yöneten kurumsallaşmış pazar güçleri, bulundukları yerin kanunları dışında, “bölgesel kısıtlamalardan - yerelliğin kısıtlamalarından arınmış”, sürekli uzak, anonimdir ve bu nedenle eylemlerinin bölgesel ve fiziksel sonuçlarını asla dikkate almamaktadırlar. Alman Federal Bankası'nın eski başkanı HansTietmeyer, “Bugün yapılması gereken, yatırımcıların güvenine uygun koşullar yaratmaktır” demiş (Paragraf Zygmunt Bauman’dan).
Bu paragrafta yeni bir şey söylenmiyor ama yalınlığı etkileyici. Öyle bir pazar ki, ‘görülmez sihirli bir el’ gibi altında kimler kalıyor ve yok oluyorsa olsun, tıkır tıkır işliyor. Hedefte her bölgeden çekip çıkardıkları kaynaklar var. Hükümetler de itaatkârlar bu arada. Durmak yok, durduğu anda hızdan uyuşanlar, bize (dünyanın geri kalan üretici, tüketici çoğunluğuna) eğer bu sistem ilerlemezse dünyanın sonu gelecek hikâyesini anlatıyorlar. Ve bireysel olarak yapabileceğimiz katkılardan bahsediyorlar (daha yeşil yaşamak gibi). Bırakın yeşil yaşamayı, kırmızı, sarı, kahverengi, beyaz olan ürünleri bile alamıyoruz.
Dünyanın sonu filan gelmiyor, asgari yaşam koşullarını idame etmek için kırmızı, sarı, kahverengi, beyaz olan ürünleri bile alamayanlar, adeta kendi eksenleri etrafında dönüp durdukları hücreler içinde hapsediliyor.
Margaret Thatcher "Toplum diye bir şey yoktur" demişti. Toplum diye bir şey var ama galiba kapitalist ekonomi ve politik işleyişte toplumsal ilişki diye bir şey yok. Bu ilişkisizlik de her türlü kısıtlamadan muaf sermayenin fink atmasına yarıyor. Bu toplumsal ilişkisizlikte bize daima "Istırabından keyif almaya bak, kapitalizmden keyif almaya bak" pompalanıyor. Bireysel olarak da çalışıp didinip bir yandan da keyif almaya bakıyoruz .
Ama zaten siyasetin öznesi, biz birbirinden ayrışmış bireyler ya da kendi alanlarımızda ‘iyi şeyler yapmaya çalışan’ kooperatifler, sivil toplum filan değil. Marks’ın bu öznenin kendi ürününe yabancılaşmış proletarya (sınıf olarak işçi sınıfı değil) olduğu, çünkü ancak böyle bir konumun kendisiyle birlikte diğer konumları da içerip aşabileceği, psikolojik, ekonomik konumlarıyla var olan öznelerin yabancılıklarını aşamayacakları fikri günümüzde daha da aşikâr sanki.
Psikolojik, ekonomik konumlarıyla toplumsal ilişkisizlik (para dolayımıyla bir pazar ilişkisi dışında) içinde olan insan toplumlarının bu ilişkisizliğinden her zaman kapitalist sermaye bir yolunu bulup anonimliğini sürdürüyor. Biz de hücreler içinde hayatımızı sürdürüp bir yandan da hücre duvarlarına kapılar açarak (mesela internet bu duvara açılmış önemli bir kapı her şeye rağmen, artık internet ortamını sanal gerçeklik diye niteleyenler vardır mutlaka ama ben öyle düşünmüyorum) dünya ile bağlantı kurmaya devam ediyoruz.
Peki sermayenin anonimliği bu aşamaya varmışken, kapısı olmayan sermayenin bu cisimsizliğini cisimleştirecek soyut evrenseli (para) somut evrensele dönüştürecek dünya proleterlerinin gücünü birleştirmek için çaba sarf etmek beyhude mi? Öz sevgide köklenmeyen bir toplumsal bağ oluşturmak havanda su dövmek mi?
Sibel Erduman