Hrant Dink katledildi. Bedeni katledildiği yerde uzun süre kaldı. Altı delik ayakkabıları üzerine yazılar yazıldı. Hayatını özetliyordu belki de bu ayakkabılar. Aslında önemli olan belki de ayakkabılarından ziyade bedeninin atıl bir vaziyette tek başına o şekilde yatmasıydı.
Türkiye’nin tarihinde katliamlar, pusular oldu hep (büyük şehirlerde ve en son Diyarbakır’da da Tahir Elçi) ama Hrant Dink’in yere düşen bedeni, İstanbul gibi büyük bir şehirde en az iki yüz bin kişiyi kendiliğinden sokağa döktü. Belki de Türkiye’de ilk defa, bu kaybın trajedisini birçok değişik kesimden insanlar sahiplendi.
Daha önce de öldürülen solcuların cenazeleri kitleler tarafından toprağa verilmişti ama genellikle öldürülen kişinin görüşlerinden olanlar bu cenazeleri sahipleniyordu. Hrant Dink’in cenazesini bu kadar değişik kesimden insanların sahiplenmesi, Türkiye tarihinde bir ilk. Bir diğer önemli nokta ise bu trajediden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmamasıydı. Bir şeyler değişti. Artık hiç kimse kolay kolay Türkiye tarihindeki 1915 kara deliğini görmemezlikten gelemiyor. Bu deliği değişik şekilde yamamaya çalışanlar var ama yok sayılamıyor artık. Yani en az iki yüz bin kişinin sokaklara dökülmesi, anlık bir protesto olmadı. Bu hareket modern bir zamanda yaşadığımızın somutlaşmasıydı belki de. Yani Harant Dink’in ölümüyle birlikte, tekinsizlik, sessiz sakinliğe musallat oldu. Ve musallat olmaya da devam ediyor.
Ondan sonrasını düşünecek olursak. Gezi süreci oldu, bir barış süreci yaşandı (üst düzey planlardan ve dalaverelerden bahsetmiyorum), bizim gibi sıradan insanlar bu tekinsizlikle yüzleşmek istedi. Tekrardan unutmak değil sahiplenmek için önemli bir adımdı. Toplumun %60’ı barış istedi sahiden. Çünkü artık herkesin kucağında duruyor bu hayatın tekinsizliği. Umut da nedir ki sonunda? Hayatın tekinsizliğine rağmen olumlu şeyler yapmaya çalışmak ve çabalamak.
Sibel Erduman