Mehmet Can

Mehmet Can son yazıları

Mehmet Can tüm yazıları

30.09.2018 - 10:13

Filistin ulusal sorunu-V

“Ne zaman orası dense

    Aklıma burası gelir’’

                                     Özdemir Asaf

1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi ve ardından FKÖ’nün Beyrut’tan çıkarılmasıyla FKÖ önderliğinin Tunus’a; silahlı kuvvetlerinin ise Yemen, Cezayir gibi Arap ülkelerine gönderilerek dağıtılması üzerine, FKÖ Batı Şeria’ya ve Gazze’ye yönelik ilgisini -kendisini meşrulaştırma doğrultusunda- artırdı. FKÖ ve Arafat’ın Lübnan’dan ayrılıp Tunus’a yerleşmesi, hareketi sadece bölmekle kalmayıp kendi topraklarından koparmış, mücadelenin uzağına düşürmüştür. (Çubukçu, 2002:69)

Hamas ise başından itibaren Lübnan’dan doğru değil, Batı Şeria ve Gazze yerelinden örgütlenmiştir. FKÖ Filistin’den uzaklaştıkça, Hamas ortaya çıkan bu boşluğu doldurmuştur. Eğer sorunun kendisi arzuladığı kitle tabanına ulaşıp kitleselleşmişse, yani sıçrama yapıp bir üst aşamaya/evreye geçmiş ise artık aşağıdan, alt bir basamaktan sorunu tartışıp ele alamazsın. FKÖ’nün Filistin topraklarını terk etmesi, Filistin ulusal sorununu bitirmemiştir, tam aksine yazının başında da ifade ettiğim gibi FKÖ’nün boşalttığı alanı Hamas gibi silahlı örgütler doldurmuştur. Sorunu, sorunun büyüklüğüne denk gelecek bir seviyede tartışırsan ancak nihai çözüme ulaşabilirsin; fakat Hamas, FKÖ’den daha radikal eylemler gerçekleştirmeye başlayınca, intihar saldırıları vs. gibi, İsrail ve uluslararası kamuoyu, serinin diğer bölümlerinde de ifade ettiğim gibi FKÖ’yü resmen tanımaya, muhatap almaya başladılar.

Fakat FKÖ, sorunu nihai çözüme götürecek olan dört başlıkta hiçbir adım atmadı. Yani FKÖ bir tanınma karşılığında Filistin davası konusunda çok tavizler verdi. Burada aslında ulusal hareketlerin kendi yapısıyla alakalı sorunlar var. Bu yapılar, ulusal hareketler oldukları için başka, farklı bir yerden güç aktaramıyorlar kendilerine. Farklı bir etnisiteden taraftar toplamaları mümkün olmuyor. İsraillileri de kazanalım gibi bir perspektifleri olamıyor. Dolayısıyla şunu görmek lazım, birinci intifada 1980’lerin sonunda başladı, süregelen çözümsüzlük 1980’lerin sonu itibariyle bu öfke patlamasını sağladı. İsrail tanklarına karşı Filistinliler taşla direniyor. Buna bir de artarak devam eden İsrail devlet terörü eklenince, birinci intifada genişleyerek büyüdü. Tabii Filistinlilerin durumu çok zor. Fakirlik, işsizlik, mültecilik gibi yaşamsal bir sorunu da var Filistinlilerin. Olay sadece ulusal bir sorun değil, ciddi anlamda maddi ekonomik bir sorun aynı zamanda. Ulusal hareketler, programlarını oluştururken ulusal kurtuluşun yanına toplumsal kurtuluşu da koyabilmelidirler. Eğer sadece ulusal kurtuluşu hedefleyen bir programla ortaya çıkarlarsa, gidecekleri yerin sınırları bellidir. Mesela sınıf hareketine baktığın zaman örneğin, Türkiye düzleminden konuşuyorum, bir MHP’ye veya AKP’ye oy verecek bir işçiyi kazanabilirsin, bu teorik olarak mümkün; ama aynı şeyi bir ulusal sorunda yapamazsın; çünkü sınıfsal öz taşımayan ulusal hareketler basit bir kavramsallaştırma üzerinden gidiyor. Arap ve Yahudi kavramsallaştırması ve karşıtlığı, birbirini öldürmüş ve öldürüyor.

1980’lere gelindiğinde Ortadoğu’da sol örgütlerin yavaş yavaş eridiğini, İslami direniş gruplarının ön plana çıktığını görüyoruz. Laik Arap milliyetçiliğinin tıkandığı, Sovyetlerin Rusya’da zayıflamasının ve Afganistan’da Müslüman mücahitlere karşı savaşımının Arap Ortadoğusu’nda yarattığı derin dezavantajlar, İran’da iktidara İslamcıların gelmesi ve Filistin’de Müslüman Kardeşler'in bir kolu olarak Hamas’ın kurulması. Bütün bunların yanında bir de Filistin’deki ulusal hareketleri bölmeye çalışan İsrail’in çabaları. Dünyada rüzgâr, 1990’larla beraber sağdan esmeye başladı. Bu rüzgârdan, esintiden ister istemez Filistin iç siyaseti de etkilenmeye başladı. FKÖ önderliğinin statükoyu değiştirememesi, İsrail’in sürekli kazançlı çıkması, yozlaşma, iktidarın getirdiği kirlenme ve dünyadaki genel siyasetin çubuğu sağa bükmesi vs. bütün bu nedenler Filistin’de başka aktörlerin güç kazanmasının önünü açtı.

Aslında bu durum, reel politikanın sonucu. 15-20 yıl sonra ulusal kurtuluş hareketleri yozlaşıyor. Bugün örneğin, T.C. hükümetiyle ciddi bir çatışma ortamı olmasa, Kürt ulusal kurumlarının yerel yönetimlerde seçim kazanması daha zor olacaktır. Savaşın kendisi, var olan bu kurumları canlı tutuyor. FKÖ sınırlı bir programla ortaya çıktığı için kendini teslim, Filistin davasını atomize etmeye çalışan İsrailli yöneticilerle masaya oturdu. Bu şekilde masaya oturursanız eğer, taviz üstüne taviz vermeye de alışmalısınız. FKÖ’nün yaptığı da bu oldu, İsrail ile her masaya oturuşunda Filistin davasının aleyhine olacak ödünler verdi. FKÖ taviz verdikçe her seferinde daha bir geri noktaya savruldu ve sorunu daha karmaşık, içinden çıkılamaz bir hâle getirdi. Öte yandan Filistin’de FKÖ olarak iktidardasın, yozlaşıyorsun, yolsuzluklar, ayyuka çıkmaya başlayan burjuva ilişkileri vs. bütün bu nedenlerden dolayı da giderek prestij kaybetti FKÖ. FKÖ bir de Körfez Savaşı döneminde Irak’a destek vererek, uluslararası kamuoyunda giderek yalnızlaştı. Burada biz sosyalistlerin amacı, Irak’ın iç dinamiklerinden çıkan emek eksenli bir muhalefetin, Saddam Hüseyin’i devirmesiydi; fakat bu olmadı. SSCB’nin dağılmasıyla, Ortadoğu’yu kendi çıkarı doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyen ABD emperyalizminin müdahalesiyle devrildi Saddam Hüseyin.

FKÖ’nün Irak’a desteği ilkesellikten öte stratejikti. Saddam’ı iki açıdan destekliyordu: Birincisi, İran’dan Irak üzeri Filistin direnişine gelen silahlar nedeniyle, diğeri ise Saddam’ın tıpkı geçmişte Mısır’ın yapmaya çalıştığı Arap ulusalcılığına oynaması, Arapları tek bir çatı altında toparlayabileceğine inanması. FKÖ bu iki saik ile hareket etti. Eğer Saddam Irak’ta düşerse İran, Irak ve Suriye koridorundan Filistin’e gelen silah yardımının eskisi gibi rahat olmayacağının farkındaydı. Onun için Irak’ta Saddam’ın iktidarda olması, manevra yapabileceği geniş bir alanın olması demekti. Arap ülkeleri, Irak’ın Kuveyt’i işgalini olumlayan tutumu nedeniyle FKÖ’ye olan desteklerini çektiler. FKÖ, Körfez Savaşı’ndaki tutumu nedeniyle uluslararası arenada giderek yalnızlaştı. Yalnızlaştıkça siyaseten güç kaybetti ve Filistin’deki diğer siyasetlerin önü açıldı. Ulusal sorunlar, kapitalizmin işleyiş yasasının, mantığının ortaya çıkardığı sorunlardır. Kapitalizm her olguda olduğu gibi ulusların kendi aralarında da büyük eşitsizlikler yaratır. Kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi, ulusların kendi aralarındaki farkları doğuran en büyük olgudur. Bir ulus devletin muazzam bir şekilde üretim ilişkilerini ve üretici güçlerini geliştirmesi, başka bir ulus devletin üretim ilişkilerinin ve üretici güçlerinin tahribiyle olur ancak; çünkü bir tarafın gelişmesi, diğer tarafın az gelişmişliğiyle alakalı bir durumdur.

Kapitalist sistemin kendi sürekliliğini ve sürdürülebilirliğini sağlamasının yegâne ölçütü budur. Sömüren ve sömürülenler kapitalist denklemi oluşturur ve sistemin tamamlayıcılık ilişkisidir. Afrika’nın geçmişten beri yoksullukla boğuşması, hakeza Latin Amerika, Ortadoğu vs. bütün bu coğrafyalardaki insanı yaşam koşullarının giderek ağırlaşması, tesadüfî ortaya çıkmış şeyler değildir. Sistemin iç işleyişiyle uygun olan bir sürecin ürünüdür bütün bu yaşananlar. Fikret Başkaya’nın dediği gibi, bugün insanlığın sorunu kapitalizmi kurtarmak değildir, sorun kapitalizmden kurtulmaktır. Ortadoğu’da halkları birbirine boğazlatan, kırdırtan kapitalist moderniteye karşı, Ortadoğu sosyalist federasyonunu baz alan, aşağıdan kitle tabanına dayanan bir kuruluşu inşa etmelidir Ortadoğu’da yaşayanlar. İlk etapta Yahudilerin de özgürce yaşayıp kendilerini ifade edebilecekleri laik, sosyalist bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşu tek çözüm olurken, orta ve uzun vadede ise sosyalist Filistin’in sınırlarını aşan, Kürdistan’ı da içine alan, hiçbir etnisiteyi ve dini aidiyeti öne çıkarmayan, hepsine ortak ve eşit bir şekilde yaklaşan, Ortadoğu’nun bütününü kapsayan sosyalist Ortadoğu federasyonu bugün halkları barışa ve kucaklaşmaya götürecek olan tek yoldur.

Aksi hâlde Ortadoğu’da bu kısır döngü devam edecek ve hiçbir namlu, diğer bir namluya üstünlük sağlayamayacaktır. Son sözü Filistinli şair Mahmut Derviş’e bırakalım: “İntifada özünde bir sivil halk hareketidir. Barış kavramından bir kopuş değildir; ama İsrail’in sömürgeci projesinin, İsrailli liderlerin tüm içeriğini boşalttıkları barış süreci kisvesi altında, Batı Şeria ve Gazze’de sürdürülmesinin önüne geçerek, bu kavramı ırkçılığın yaralarından kurtarıp gerçek ebeveynlerine, adalet ve özgürlüğe teslim etmeyi hedeflemektedir.” (Derviş, 2002:392)

Son

Mehmet Can               


Bültene kayıt ol