Lenin’in fikirlerine dört elle sarılmak

20.04.2023 - 14:11

Lenin, 22 Nisan 1870’te doğdu. Neden bir Rus devrimcinin doğrum günü 153 sene sonra bir öneme sahip olsun ki? 153 sene önce doğmuş bir insanın fikirleri bugün mücadele eden insanların eylemine nasıl bir katkı sağlayabilir? Bu sorunun yanıtı çok önemli, çünkü Lenin hem işçi sınıfının öncülerinin, en mücadeleci kesimlerinin örgütlenmesi için gösterdiği çabayla hem de mücadelenin içinden çıkan sorulara verdiği teorik yanıtlarla sosyalist geleceğin tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Bu yer o kadar önemlidir ki tersine, bugün dünyanın hemen her yerinde süren direnişlerdeki insanlar, Lenin’in dünya tarihsel mücadele döneminin içinde serpilip gelişen fikir ve örgütlenme yaklaşımına sahip çıkması gerekir.

Örneğin son iki aydır Avrupa’nın merkezinde, Fransa’da politik gündemin ana sorunu haline gelen dev işçi ve gençlik eylemlerine yönelik devlet şiddeti, Lenin’in devlet konusundaki tartışmaları kavranmadan anlaşılamaz ve bu şiddet sorununa çözüm bulunamaz. devletin uyguladığı şiddet sorunu, devletin sınıfsal karakterinden ayrılmaz. 

Yakın zamanda kaybettiğimiz Neil Faulkner devletin sınıfsal karakteri hakkında şunu söylüyordu: “Bu çelişkili ikilik (yoksulluk ve mülkiyet), sınıfsal eşitsizliği, devlet iktidarını ve savaş halini ortaya çıkarır. Sümer’de askeri ve dini uzmanlara, görevlerini bir bütün olarak toplum adına yerine getirebilsinler diye artık ürünü kontrol etme gücü verilmişti. Konumları ilk başlarda halkın onayına bağlıydı. Ama artık üzerindeki kontrolleri onları güçlendirdi ve otoriteleri pekiştikçe, bunu kullanarak halkın onayı olmaksızın servetlerine servet katabileceklerini ve konumlarını koruyabileceklerini anladılar. Bu yolla, şehirli Sümer’in yüce rahipleri, savaş ağaları, şehir yöneticileri ve küçük kralları, artığı kendi çıkarına biriktiren ve tüketen sömürücü bir yönetici sınıfa dönüştü: Artık topluma ait bir güç olmaktan çıkıp, toplum üzerinde bir güç oldu.”

Devlet ve sınıflar

Doğrudan üretim sürecinden kopuk bir profesyonel yöneticiler fikri ve hem üretim sürecinde kullanılan üretim aletlerini hem de üretilen artık ürünü korumak üzere örgütlenen silahlı birliklerin varlığı, yönetim sürecinin ayrıcalıklı bir iş hâline gelmesine yol açtı. Sınıflar mücadelesinin tarihsel seyri, çağdaş burjuva devletin, yönetim sürecinin ayrıcalıklı bir iş haline gelmesinde zirve noktasını ifade eder. Lenin, Fransa’da sokaklara çıkan işçilerin parmağını kopartan, plastik mermiyle yaralanmasına sebep olan, gaza boğan devletin özünü şöyle anlatıyordu: “Marx’ın devlet öğretisinin özünü, bir sınıfın diktatörlüğünün, yalnızca genel olarak bütün sınıflı toplumlar için, yalnızca burjuvaziyi devirecek olan proletarya için değil, ama kapitalizmi ‘sınıfsız toplumdan’, komünizmden ayıran tüm bir tarihsel dönem için de zorunlu olduğunu anlayanlar, yalnız onlar, iyice kavramışlardır. Burjuva devlet biçimleri son derece çeşitlidirler, ama özleri birdir: Bütün bu devletler, son çözümlemede, şu ya da bu biçimde, ama zorunlu olarak, bir burjuvazi diktatörlüğüdür.”

Devletin en kibar, en “nazik” görüntüsünün dahi, burjuvazinin vahşi diktatörlüğünün arkasına gizlenen maske olduğunu anlamak, bu örgütün, egemen sınıfın genel çıkarlarını sadece sermayeler arası rekabetten korunmasına değil, esas olarak patronlar sınıfını ezilenlerin tepkisinden de korumak için örgütlendiğini unutmamak gerekiyor.

Yine Lenin, “Burjuva demokrasisi, ortaçağla karşılaştırıldığında büyük bir tarihsel gelişmeye karşılık düşse de, her zaman için sınırlı, güdük, sahte ve ikiyüzlü, zenginler için bir cennet, sömürülenler ve yoksullar için bir tuzak, bir aldatmaca olarak kalır ve kapitalizm altında bu şekilde kalmaya yazgılıdır.” diyordu: “Hilekârlık, şiddet, çürümüşlük, yalancılık, ikiyüzlülük ve yoksulların ezilmesi: Modern burjuva demokrasisinin, uygar bir görünüm verilmiş, cilalanıp parlatılmış dış görünüşünün ardında gizlenen şeyler bunlardır.” Bu satırlarda, Fransa’da bugün milyonlarca gösteriye yönelik acımasız saldırının bir tesadüf olmadığını, devletin doğasından kaynaklandığını da anlatmış oluyor. 

Devlet ve devrim

Bu nedenle büyüyen her hareketin asli sorunu olan, “şimdi bu devleti ne yapacağız?” sorusuna doğru yanıtı vermek için Lenin’in devlet konusundaki fikirlerine yaslanmak çok önemli. Sadece bu nedenle değil elbette, Lenin ve çağdaşları, kapitalizmin şiddetine, yıkımına ve yokediciliğine yakından tanıklık etti. I. Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan öldüğünde tüm Avrupa çapında başlayan isyan dalgasının öncülüğünü Rus işçileri üstlendi. Hem savaşı, hem de yoksulluğun ve ölümlerin bir azınlık mülk sahibi sınıflar için kalıcı olmasının aygıtı olan devleti yok etmek üzere inisiyatif aldı. Azınlığın çoğunluğu ezmesi için örgütlenen ve bu nedenle de karmaşık aygıtlara ihtiyaç duyan burjuva devletin yerine, çoğunluğun azınlığın mülk sahibi konumunu ortadan kaldırmayı amaçlayan ve çok basit demokratik mekanizmalarla işleyen işçilerin ve ezilenlerin aşağıdan yukarı örgütlenen öz yönetim organları olarak, yani devlet olmayan devlet olarak işçi devleti Rus işçilerin kendi deneyimlerinin içinde süzüldü. Lenin, böyle bir devletin ezilenler için simgelediği umudun önemini bu örgütlenmenin ayrıntılı bir analizini yaparak anlatmayı başaran özel bir devrimcidir.

Savaş ve milliyetçilik

Bugün devletlerin öldürdüğü, işkence ettiği, hapse attığı, ezdiği, şiddet uyguladığı ve yerinden ettiği milyonlarca insana başka bir alternatifin mümkün olduğunu anlatmak için Lenin’e bakmak zorundayız.

Rusya’nın Ukrayna işgali, NATO’nun bu işgal zeminindeki rolü, ABD ve Çin arasında her geçen gün tırmanan gerilim, kapitalizm ve savaş konusundaki her fikri çok önemli olan Lenin’i neden mercek altına almamız gerektiğini gösteriyor. Lenin’in emperyalizme karşı mücadele analizi olmadan savaşlar konusunda konuşan ve tutum alanlar genellikle emperyalist kamplardan birisini desteklemek zorunda kalıyor.

Ama Lenin’e en çok ihtiyaç duyduğumuz konuların başında egemen sınıf milliyetçiliklerine karşı verdiği amansız mücadele geliyor. Kapitalizmden, onun canlı yaşamının tümünün başına musallat ettiği belalardan, iklim krizi, göç, savaşlar, emek sömürüsü ve toplumsal cinsiyetçi baskılardan kurtulmak için verilen mücadeleler, sık sık egemen sınıfların milliyetçi fikirleriyle bölünmeye çalışılıyor. Lenin hem ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz bir şekilde savunurken hem de savaşa giren devletlerin işçi sınıflarının ilk görevinin kendi devletlerinin savaşta yenilmesi için mücadele etmek olduğunu anlatırken ve en önemlisi sosyalizmin ancak dünya çapında bir mücadelenin ürünü olabileceğinin altını çizerken, bugünün, belki de kendi döneminde olduğundan çok daha yakıcı olan sorunlara yanıt veriyordu.

Lenin’in bir parçası olduğu geleneğe yaslanmadan reformlarla ve parlamenter mücadeleyle yetinmek, göçmenlerle dayanışmamak, milliyetçiliğe zaman zaman tavizler vermek, cumhuriyetin kurucularıyla barışmak ve onları hayırla yad etmek ve ezilen halkları koşulsuz bir şekilde desteklememek, hatta sürekli olarak şartlar koymak solun normaliymiş gibi algılanabilir. Bu nedenle Lenin’in fikirlerine yaslanmak bugün her zamankinden önemli.  

Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi) 

 



Bültene kayıt ol