İşçilerin kendilerini özgürleştirmeleri gerekiyor. Joseph Choonara, radikal siyasete bu zor kazanılmış ve en özgün katkıyı vurgulamamız gerektiğini belirtiyor. Yazı dizisinin 1. bölümü:
Karl Marx her ne idiyse, kesinlikle ilk antikapitalist olduğunu iddia edemeyeceğinin farkındaydı. Saint-Simon, Charles Fourier ve Robert Owen gibi ütopik sosyalistler Marx'tan çok önce kapitalizme duydukları nefreti dile getirmişlerdi. Marx ve Frederick Engels için onlar, Engels'in “ideal bir toplumun hayal gücü yoluyla uydurulması" dediği şeyle uğraşan gerçekten de işçi sınıfının ilk büyük teorisyenleriydiler.
Marx’ın sınıf mücadelesini keşfettiği de iddia edilemez. Bir dizi düşünür, kapitalizmin yıkılmasını savunmasa da, bu düşünceye çoktan ulaşmıştı. 1848’de devrimle yıkılmadan önce Fransa başbakanı olan François Guizot, sınıflar arası mücadeleyi tarih yazılarının merkezine yerleştirmişti. Fransız Devrimi'ne giden yolda, burjuvazinin öncüleri olan kentli burjuva sınıfının yükselişini ve feodal egemen sınıflarla yaşadıkları çatışmalarının izini süren Guizot, tarihin itici gücünü bu çatışmalardan aldığını ileri sürmüştü.
Zaten 1845'te Marx, işçi sınıfı ve mücadeleleri hakkında yeni bir anlayış geliştiriyordu. Çünkü Engels'le birlikte Marx'ın ilk kez farkına vardığı ve sistematik olarak ayrıntılandırdığı şey, proletaryanın eşsiz devrimci potansiyeliydi. Bu, yoktan var edilen bir keşif değildi. Kristof Kolomb'un Amerika'yı "keşfine" daha çok benziyordu: orada zaten yaşayan insanlar vardı. Marx ve Engels sadece sınıfın öğretmenleri değillerdi; önce işçi sınıfının mücadelelerinden dersler çıkarmaları gerekiyordu.
Marx'ın siyasi sorularla ilk ilgisi, 1830'ların sonlarında ve 1840'ların başlarında felsefe öğrencisiyken başladı. Genç Hegelciler olarak bilinen filozof Georg Hegel'in haleflerinden bazıları, yazılarından radikal sonuçlar çıkarıyorlardı. Hegel'in felsefi sistemi karmaşıktır ve anlamı, ortaya çıkışından beri tartışılmaktadır, ancak özünde filozofun dediği gibi “Gerçek olan her şey rasyoneldir; ve rasyonel olan her şey gerçektir.” Rasyonel, o zamanlar Almanya'da çok büyük bir güç olan baskıcı Prusya devleti ve bürokrasisi ile özdeşleştirilebilir. Alternatif olarak, feodal siyasi yapıları paramparça eden ve liberal fikirleri kıtaya yayan Fransız Devrimi'nin radikal dürtüsüyle de tanımlanabilir.
Bir çağda rasyonel görünen şey, bir başka çağda, rasyonelliğinin geçici ve kısmi olduğu teşhir edildiğinde yıkılabilirdi. Engels'in ifadesiyle, "Ama Hegelci felsefenin gerçek önemi ve devrimci karakteri tam da burada yatıyor, o, insan düşünce ve eyleminin kesinliğine ölümcül bir darbe indirdi." Ayrıca Hegel, görünüşte tutarlı olan sistemlerin içerdiği çelişkileri, değişimin motoru olarak görmüştür.
Bu, o zamanlar bir ulus devlet olamayan ve İngiltere gibi ülkelerdeki endüstriyel kapitalizmi yaşamamış Almanya'nın, muhafazakarlığına ve geri kalmışlığına karşı çıkan radikal entelektüeller için bariz bir çekiciliğe sahipti. Radikallikeri, birçok Genç Hegelciyi bir dizi siyasi soruyla yüzleşmek zorunda kaldıkları demokrasi hareketine sokacaktı.
1842'de Marx, Prusya'daki en radikal demokrat gazete olan Rheinische Zeitung'da gazeteci olarak kariyerine başlıyordu. Çok sonraları, "1842-3 yıllarında kendimi maddi çıkarlar olarak bilinen şeyleri tartışmak zorunda kaldığım için utanç verici bir durumda buldum" diye düşündü. Bu, siyasi tartışmalarda söz konusu olan sosyal gerilimlerin giderek daha fazla belirginleşmesine yol açtı. Odun hırsızlığı, kaçak avlanma ve toprak bölünmesi yasaları gibi konuları ele alan bir dizi makale üzerinde çalışan Marx, bu tartışmalardaki farklı konumları giderek “her sınıfın karakteristik görünümü” ile özdeşleştirdi.
Rheinische Zeitung, radikal içeriği nedeniyle artık yetkililerin dikkatini çekiyordu. Rakip bir dergi, onu komünizmle flört etmekle suçladı. Marx itiraz etti: "Rheinische Zeitung, komünist fikirlerin pratik gerçekleşmelerini arzulamak şöyle dursun, bugünkü biçimleriyle teorik geçerliliğini bile kabul etmiyor.” Yine de, artık geniş çapta tehlikeli bir aşırılık yanlısı olarak görülen Rheinische Zeitung ve editörü için zaman tükenmişti. Ancak Marx'ın Paris'e sürgünü, onu çok daha gelişmiş bir sosyalist hareketle buluşturdu. Fransız sosyalistlerin ve Alman göçmen gruplarının toplantılarına şevkle katıldı.
Marx'ın düşüncesindeki değişim, 1843 ve 1844'ün başlarındaki bir dizi yazısına yansır. Marx, devrimi savunmaya ve işçileri Almanya'daki mücadelenin anahtarı olarak tanımlamaya başlar. İşçilerin çektiği acılara ve bu perişan kitleyi felsefenin entelektüel silahıyla kaynaştırma gerekliliğine vurgu yapıyordu: "Peki Almanyanın kurtuluşunun gerçekleşme olasılığı nerede? Cevap veriyoruz: evrensel acıları nedeniyle evrensel bir karaktere sahip radikal zincirleri olan bir sınıfın oluşumunda. Bu kurtuluşun başı felsefedir; kalbi proletaryadır.”
Yine de bir yıl içinde, Marksizmin en temel kavramı - işçilerin kurtuluşu - belirginleşmeye başladı; ancak mevcut sosyalist literatür çok yardımcı olamadı. Marx'ın düşüncesinin gelişimi üzerine seçkin çalışmasını “Karl Marx'ın Devrim Teorisi” başlığıyla yayınlanan Hal Draper şuna dikkat çekiyor: "O tarihlerde bilinen herhangi bir istisnası olmaksızın ilk sosyalist ideologlar, yeni düzenin, kitleler için 'iyilik yapacak' yardımsever seçkinler tarafından yukarıdan bir sosyalizmle kurulacağını savunuyorlardı."
Marx, işçi hareketinden ders almak zorundaydı.
► Yazının 2. bölümü Sosyalist İşçi sonraki sayısında yayınlacak. Sitemizden takip edebilirsiniz.