Marksist fikirler üzerine dizimizde Sky Harrison, devletin demokratik kontrolümüz altında tarafsız bir organ olduğu yönündeki liberal iddiaları ele alıyor.
Bugün, sınıf mücadelesine giriştiğimizde, sisteme karşı mücadele ettiğimizde veya kapitalist düzeni tehdit ettiğimizde devletin gücüyle karşı karşıya kalmaktayız. Eylemlerimizi yakından izleyen, bizden isteneni yapmadığımızda ya da fazla militanlaştığımızda bizi tutuklayan polistir. İklim aktivistlerini hapse mahkûm eden mahkemelerdir. Küçük dozajda uyuşturucu bulundurmak gibi uydurma suçlamalarla çok sayıda genç siyah insanı tutan hapishanelerdir. Ve maruz kaldığımız bu yasaları yöneten, hükümet bürokrasileridir.
Temel mesele, devletin doğasını ve kökenini anlamaktır. Kapitalizm altındaki yaşamlarımız sınıf ve sınıf ayrımları tarafından şekillendirilmektedir. Karl Marx ve Frederick Engels'in Komünist Manifesto'daki ünlü satırları şöyleydi: "Şimdiye kadar var olan bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir." İster Roma İmparatorluğu'ndaki köle isyanları, ister ortaçağ İngiltere’sindeki köylü ayaklanmaları, isterse de bugün greve çıkan işçiler olsun hepsi sömürülen sınıfların karşı çıkma mücadelesidir.
Bununla birlikte egemen sınıfların sömürülen sınıfları baskı altında tutma mücadelesi de sınıflı toplumlarda değişmez bir olgudur. Tarih boyunca bunu başarabilmek için değişik araçları kullandılar. Bugün insanları bölebilmek için medya aracılığıyla propagandaya güvenebilirler. Ancak egemen sınıf, işçi sınıfını kendi yerinde tutmayı başarmak için cebir ve baskıyı kullanmaya devam etmektedir.
Devlet bu sınıf karşıtlıkların bir ürünüdür. Devrimci Frederick Engels'in ilk defa saptadığı gibi, devlet "silahlı adamlardan teşekkül eden özel birliklerden" oluşur. Bunlar devletin güçleridir - hapishaneler, polis, ordu ve mahkemeler gibi seçilmemiş bürokrasiler. Devlet "meşru güç" tekelini elinde tutmaktadır. Polis, Suç, Hüküm ve Mahkemeler Yasası, eylemlerin etkisini ve boyutunu azaltmaya çalışan devletin bu tekeli güçlendirişinin bir örneğidir. Muhafazakârların (The Tories) yeni Kamu Düzeni Yasa Tasarısı, şimdi otoriter baskıyı daha da güçlendirmeyi amaçlıyor.
İngiltere ve ABD gibi liberal demokrasilerde dahi devlet gerekli gördüğü durumlarda şiddeti kullanmaktadır. Bu şiddetin İngiltere devletinden geldiğini, Mart 2022'de Londra'nın güneyindeki Clapham Common'da Sarah Everard için tutulan gece nöbetinde gördük. Everard’ın katiliyle aynı üniformayı giyen polis, barışçıl yas tutanların üzerine salındı. Kalabalığı dağıtırken coplar ve kelepçeler kullanmaktan geri durmadılar.
Bir sapma olarak nitelenmekten çok uzak olan bu olay, İngiltere polisinin ve devletinin sıradan insanlara karşı uyguladığı uzun süreli şiddetin bir parçasıydı. Anti-faşistler 1970'lerde İngiltere’de Nazi National Front (NF) ile mücadele ederken devlet yine acımasızdı. Polisin özel bir birimi ırkçılık karşıtı sosyalist öğretmen Blair Peach'i öldürdü. Ve bu gibi olaylardan sonra devletin bürokrasileri olayları gizlemeye ve anlatıyı değiştirmeye uğraşmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında egemen sınıflar, emperyalist çıkarlarını arttırabilmek için devlet gücünü kullanmaktadır. Devlet, İsrailli yerleşimci kolonyal güçlerin Filistinlileri ezmek için tepeden tırnağa silahlandırdığı ve ABD emperyalist devletinin çıkarları için bir bekçi köpeği gibi hareket ettiği Filistin'de özel bir vahşete bürünmektedir.
Devlet hep var mıydı?
Birçokları için devletin her zaman var olduğunu söylemek mantıklı görünür. Ne de olsa insanlık tarihi boyunca insanlar, ister ilkel aile biçimlerinde ister klanlar halinde olsun, kendilerini örgütlemişlerdir. Bu bir devlet değil midir? Karl Marx ve Engels Komünist Manifesto'da "Şimdiye kadar var olan bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir" demişlerdi. Bu, bir sınıfın diğerine tahakkümü için her zaman bir devletin olduğu anlamına gelmiyor mu?
"Varolan toplum" derken, sınıflı toplumlardan bahsediyorlardı-"yazılı tarih"i kastettiklerini açıklayan bir de dipnot var. Sınıflar ortaya çıkmadan önce de toplumlar vardı. Marx buna “primitif (öncül) komünizm" diyordu, gelgelelim bunlara "sınıf öncesi toplum" demek çok daha kolay. Bu toplumları putlaştırmamalıyız, ancak bize sınıfsız, sömürüsüz ve baskısız daha eşitlikçi bir toplumun mümkün olabileceğini gösteriyorlar. Kadınlara baskı yoktu, bunu destekleyen hiçbir antropolojik kanıt yok ve cinsellik ve cinsiyet kimliği bastırılmamıştı.
Temelde, sınıflar bulunmadığı için bir sınıfın diğeri üzerinde baskısından da söz edilemez. Devrimci Vladimir Lenin'in ifadesiyle, hiçbir noktada "başkalarını yönetebilmek için, yönetebilmek uğruna ve bu amaca tahsis edilmiş özel bir insan kategorisi" bulamamaktayız. Dolayısıyla, bir sınıfın başka bir sınıf tarafından bastırılmasına gerek yoktu ve bu sebeple bir devlet de mevcut değildi. Alt sınıf olmadığı için hapishaneler, polis ya da alt sınıfı itaat altında tutabilmek için kullanılan diğer araçlar da yoktu.
Özel bir kontrol ve baskı aygıtı olarak devlet, ancak sınıfsal bölünmeler ortaya çıkmaya başladıktan sonra ortaya çıkmıştır. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli çalışmasında devletin gelişiminin bir haritasını çıkarır. Yerleşik tarımın gelişiminin toplumda nasıl bir "üretim fazlası" ortaya çıkmasına olanak sağladığını anlatır. Yeni üretim metotları daha büyük bir planlama gerektirmekteydi, bu ise bazı insanların yıpratıcı işlerden ayrışması anlamına geliyordu.
Zaman içinde, üretim fazlasını kontrol edenler bir sınıf oluşturdu. Ancak başkalarının emeğiyle yaşayabilen ve "silahlı adamlardan oluşan özel birliklere ihtiyaç duyan" küçük bir toplum kesimi ya da basitçe ifade etmek gerekirse bir devlet görüyoruz. Lenin'in tanımladığı gibi, devlet "sınıf karşıtlığının bağdaşmazlığının bir ürünü ve tezahürüdür".
Sınıflar değiştiği gibi devlet de çağlar boyunca şekil değiştirmiştir. Yunan site devletleri ve Roma İmparatorluğu gibi köleci toplumlarda temel ayrım köleler ve köle sahipleri arasındaydı. Feodal toplumlarda, serfler ve derebeyleri arasındaydı-evvela savaşçı derebeyleriyle, daha sonra ise merkezî mutlakiyetçi devletlerle. Yapı ne olursa olsun, yöneten sınıf devleti sınıf egemenliğini sürdürebilmek için bir araç olarak kullanmıştır.
Kapitalist devlet
Feodalizm yerini, sınıf sömürüsüne dayanan ve her zamankinden daha güçlü bir devlete sahip başka bir sınıflı toplum şekli olan kapitalizme bırakmaya başladı. Marksistlerin "burjuva devrimi" olarak adlandırdıkları 1789 Fransız Devrimi, kapitalist gelişmenin önünde bir engel teşkil eden eski mutlakiyetçi devleti süpürüp attı. Kapitalizmin büyümesinin ve tüm Avrupa'yı etkisi altına almasının önü böylece açılmış oldu.
Sanayi Devrimi, muazzam ticaret genişlemesi ve emperyal çabalar yeni bir sınıfın belirginleşmesine vesile oldu. Bu gruba şimdi "burjuvazi" ya da kısaca kapitalist sınıf demekteyiz. Ancak, Marx ve Engels'in yazdıkları gibi, kapitalizm kendi potansiyel "mezar kazıcısını" da yaratmaktaydı. Patronların kârlarının kaynağı olan işçi sınıfı, büyük kent merkezlerinde bir araya gelmiş ve mücadele etmeye başlamışlardı. Burjuvazi, içeride ve dışarıda egemenliğini sürdürebilmek için güçlü bir devlete ihtiyaç duymaktaydı. Örneğin, 19. yüzyılın başından itibaren İngiltere'de, yeni bir baskı ve kontrol aracı olarak daimi bir polis gücünün geliştirildiğini görmekteyiz.
Bugün dünya üzerinde kapitalizm tarafından dokunulmamış hiçbir yer kalmadı. Devletler, liberal demokrasiler ve otoriter devletler gibi farklı biçimler almış olsa da aslında hepsi bir sınıfın ötekine hükmedebilmesi içindir.
İngiltere’de 20. yüzyıldan itibaren kapitalist devlet kendisini demokratik ilan etmiştir; genel oy hakkı, hükümetin "halk için ve halktan" olduğu anlamına gelmektedir. Ancak her beş yılda bir, bir kutuya X işareti koymak için 15 dakika harcamak son derece sınırlı bir demokrasi biçimidir. Parlamenter demokrasi, büyük ekonomik kararları işçi sınıfına değil, büyük şirketlerin kontrolüne bırakmaktadır. İngiltere parlamentosunun seçmenlere pek az hesap verme sorumluluğu bulunur. Milletvekilleri bir yana, yargıçlardan generallere ve polis şeflerine kadar devlet içindeki pozisyonların çoğu, seçilmemiş ve güçlü, geniş bürokrasinin bir parçasıdır. Zaman zaman büyük şirketlerle el ele veren kamu hizmetlerindeki pozisyonlar için de oy kullanmıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra devlet, sosyal yardımları büyük ölçüde genişletmek durumunda kaldı. Aşağıdan gelen hareketler ve savaşın dehşeti, devletin sağlık, refah ve eğitim rolünde genişlemeye sebep oldu. Kıdemli bir Muhafazakar 1943'te şu uyarıda bulunmuştu: "Eğer insanlara sosyal reform yapmazsanız onlar size sosyal devrim yapacaklar.”
Bunun yanında devletin bu fonksiyonları yine de sermaye birikimine hizmet edebilir. Evrensel sağlık hizmetleri işçilerin daha sağlıklı, dolayısıyla daha üretken ve verimli olması anlamına gelir. Eğitim sistemi, modern kapitalizmin ihtiyaç duyduğu vasıflı ve eğitimli işgücünün sağlanmasına yardımcı olur. Aynı zamanda yöneticilerimiz için ideolojik bir rol oynayarak kapitalist ideolojiyi, İngiltere tarihi ve sözde "İngiliz değerleri" hakkındaki anlatıları güçlendirir. İşçiler bu reformlardan faydalanırken, kapitalist devletin sınıfsal doğasını değiştirmekle uğraşmıyorlar.
Bazı devletler daha liberal bir cilaya bürünmüştür. "Silahlı erkeklerin özel birlikleri", silahlı erkek ve kadınların özel birlikleri haline geldi. Eyaletlerimiz daha ilerici görünebilir, ancak onların gücüne meydan okumaya kalkıştığımız anda, devlet aygıtları bizi kıskacına alacaktır. ABD Başkanı "Siyahların Hayatı Önemlidir" diyebilir, aynı zamanda dışarıdaki siyahların bombalanmasını onaylayan da odur. Devlet, bir sınıfın öteki sınıf üzerinde egemenliği için bir araç olmaya hala devam ediyor.
Marx'ın devlet hakkında değişen görüşleri
Birçok kişi, toplumun sosyal düzeni korumak için bir devlete ihtiyacı olduğunu savunmaktadır. 17. ve 18. yüzyılların ilk burjuva filozofları bunu "insan doğasına" bağlıyorlardı. Bu, Karl Marx'ın yaşadığı dönemde yaygın bir argümandı ve bugün hala popülerdir.
Marx 1830'larda yazmaya başladığında, devleti "sivil toplumdaki" çatışmaların üzerinde duran ve vatandaşların "ortak çıkarlarını" temsil eden bir yapı olarak görmekteydi. Hegel'in fikirlerinden etkilenmiş ve onun Genç Hegelciler olarak da bilinen daha radikal takipçilerinden biri olmuştur. Marx, mutlakiyetçi monarşiler tarafından kontrol edilen feodal bir Almanya'da yaşıyordu. Fransız Devrimine baktı ve onun gölgesinde Almanya'da demokratik bir cumhuriyet yaratmayı arzuladı.
Ancak Marx'ın devlet anlayışı, toplum üzerine sınıfsal analizleri derinleştikçe değişmeye başladı. 1830'larda liberal kapitalistlerle ittifak halindeydi ve demokratik reformlar için onları zorluyordu. Ancak kısa süre sonra eski toprak sahiplerinin ve yeni sanayicilerin özel mülkiyetin korunmasında bir sınıfsal çıkarları olduğunu fark etti. Bu durum, işçi sınıfının toplumda sosyalist bir dönüşümünü gerçekleştirebilmek için devleti basitçe kullanamayacağı anlamına geliyordu.
Marx'ın devlet hakkındaki görüşleri, işçilerin kısa süreliğine iktidarı ele geçirdiği ve ilk işçi hükümetini kurdukları 1871 Paris Komününden etkilenmişti. Komünün "işçi sınıfının hazır bir devlet mekanizmasını kolayca ele geçirip kendi amaçları için kullanamayacağını" gösterdiğini söyledi. Ona göre "Fransız Devriminin bir sonraki girişimi artık eskisi gibi bürokratik-askeri makineyi bir elden diğerine aktarmak olmayacaktır, onu parçalamak olacaktır”.
Devrimlerde, işçi sınıfından insanlar siyasi yönetimin alternatif birlikleri haline gelebilecek kendi demokratik birliklerini kurmuşlardır. Rusya'da bu, devrim sırasında kurulan sovyetlerdi (işçi konseyleri). Aynı şey 1970'lerde İran devrimi esnasında işçi "şûraları" ile bir anlığına görüldü. Bunlar işçilerin işyerlerini demokratik bir şekilde kontrol etmelerine dayanmaktaydı. Aynı şeyi bugün Sudan'daki direniş komitelerinde de görmeye başlıyoruz.
Bu konseyler, işçilerin işyerlerinin kontrolünü ele geçirmelerinin ya da Marx'ın deyimiyle "üretim araçlarını ele geçirebilmelerinin" ilk adımıdır. Daha iyi bir toplum yaratmanın ilk adımlarıdır. Ve Rusya'da olduğu gibi birleşip iktidarı ele geçirirlerse, bir işçi devletinin temelini teşkil edebilirler.
Neden bir işçi devletine ihtiyacımız var?
"Kapitalizmin ötesinde devletin rolü nedir?" diye sormalıyız. Sosyalist bir devrimin hemen sonrasında sınıfsız komünist bir topluma geçmeyiz. İşçiler üretim araçlarını kapitalistlerin ellerinden aldıktan sonra bir devrim onları toplumsal güçlerinden yoksun bırakacaktır. Ancak yine de kontrolü yeniden ele geçirmek için yanıp tutuşan hoşnutsuz kapitalistlerle ve devrimin henüz başarıya ulaşmadığı diğer ülkelerdeki kapitalist sınıflarla uğraşmak zorunda kalacağız. Buna 1917 Rus Devriminden sonraki "iç savaşta" acı bir şekilde şahit olduk. İngiltere ve ABD de dâhil dünyanın dört bir yanından on dört emperyalist ordunun istilasıyla kontrolü yeniden ele geçirmek için "Beyazlar" ile birlikte savaştığını gördük. Yani, basitçe söyleyecek olursak bu karşı-devrimci güçle savaşmanın bir yoluna ihtiyacımız olacak.
Bir sınıfın diğeri üzerindeki egemenliği devam edecektir ancak bu egemenlik, işçilerin geri kalan kapitalist sınıf üzerindeki egemenliği olacaktır. Kapitalist bir devlette cebir ve şiddet, profesyonel katillerden oluşan bir azınlık tarafından çoğunluğa uygulanır. Örneğin polisler kapitalist devletin emirlerine itaat etmek üzere eğitilir, ırkçılık gibi egemen sınıf fikirleriyle yoğrulurlar ve işçi sınıfı topluluklarını "şüpheli" olarak görmeleri onlara öğretilir. Bir işçi devletinde, işçi kitlesinden ayrılmış silahlı gruplar olmayacaktır. Ve herhangi bir işçi milisi, hesap vermeyen bir subay birliği tarafından değil, işçi kitlesinin doğrudan seçilmiş temsilcileri tarafından idare edilecektir.
Bu yeni devlet, devrimden önce gördüğümüz işçi gücü birliklerini kullanan bir işçi demokrasisine dayanacaktır. Bu durum, işçi demokrasisi olmadan, bir işçi devleti anlamına gelemez. Bunu Rusya'da işçi denetimini ortadan kaldıran ve Rusya'yı devlet kapitalisti bir cemiyete dönüştüren Stalinist karşı-devrimde gördük.
Vurgulamamız gereken şey, işçi devletinin kalıcı olarak var olması gerekmediğidir, bunun yerine o zaten kendiliğinden "sönüp gidecektir". Sosyalizm fikri dünyada hâkim oldukça eski egemen sınıflar ortadan kalkacak, enternasyonalizm ve işçilerin idaresi önceki düzenin yerini alacaktır. İşçi devletinin karşı-devrimci güçleri bastırmak için kullanacağı araçlar, eninde sonunda bastırılacak karşı-devrimci güçler kalmayacağı için kendiliğinden önemsiz hale gelecektir.
Bu, Marx ve Engels'in "devletin sönümlenmesi" olarak adlandırdıkları durumdur. Engels şöyle yazmıştı: "Devletin toplumsal ilişkilere müdahalesi, bir alandan diğerine gereksiz hale gelir ve sonra kendiliğinden yok olur; kişilerin idaresinin yerini şeylerin idaresi alır.". Baskıya gerek kalmayacak, sadece işçi konseylerinin insan ihtiyaçlarını karşılamak için nasıl üretim ve bölüşüm yapılacağına karar verebilmesi amacıyla kurulacak mekanizmalar var olacaktır.
Sosyalizmde insanların ihtiyaçları karşılandıkça suç oranı da hızla düşecektir. Tam istihdam ve temel ihtiyaçların karşılanması sayesinde hırsızlık ya da soygun yapmaya gerek kalmayacaktır. Dikkatsiz araç kullanma ve vandalizm gibi diğer suçlarda da azalma olacaktır çünkü insanların masrafsızca keyif alabilecekleri daha tatmin edici faaliyetler bulunacaktır. Sosyalist bir toplum diğer saldırgan ve zalim suçların toplumsal kökünü kazıyacaktır.
Ziyadesiyle bolluk ve eşit dağıtımla birlikte paranın kendisi de ortadan kalkacak, ancak Karl Marx'ın dediği gibi büyük olasılıkla bu, ortadan kalkan son şey olacaktır. Esasen paraya ihtiyacımız olmayacak çünkü her şey anında ve erişilebilecek noktalarda elimizin altında olabilecek.
Marx sosyalist bir toplumun "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" olacağını yazmıştı. Bizim amacımız da budur; adalet ve özgürlüğe dayanan, aramaları ortadan kaldıran ve baskının kökünü kazıyan bir toplum.
Bununla birlikte Marx bize "hazır ütopyalar olmadığını" da söylüyor – bu, aşağıdan kendimizin oluşturması gereken bir şey. Bunların hiçbiri hemen gerçekleşmeyecek ancak devlet ortadan kalktıkça ve sosyalizmin koşulları geliştikçe bir gerçeklik halini alacaktır.
Devlet binlerce yıl önce doğdu, güç kazandı ve bugün o, kapitalizmin sırtındaki tüfektir. İşçilerin iktidarı almasını engellemek için dişe diş mücadele edecektir. Bu devleti parçalayacağız, o zaman sınıflı toplumun ihtilafları çözülecek, işçi devleti de kuruyacak ve ölecektir. Vladimir Lenin bunu en iyi şekilde ifade etmişti: "Devlet olduğu sürece özgürlük olmayacaktır. Özgürlük olduğu zaman, devlet de olmayacaktır.".
Sky Harrison
Çeviren: A. Deniz Sorucu