Pandemiyle birlikte kapitalist üretimin ne kırılgan, akıl dışı, yaşama her yönüyle zararlı bir sistem olduğu daha da görünür oldu. İki üç yıldır dünya sanki savruluyor gibi. Gelişmeler baş döndürücü bir hızla yaşanıyor. Sanki bilinmeyen bir güç hepimizi bir çuvala koymuş da başının üzerinde sallıyormuş gibi. Gelişmeler bu kadar baş döndürücü olduğunda, merdivende başı dönen bir insanın merdiven tırabzanlarına tutunması gibi aktivistler de Marksist geleneğe sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Dönem marksizme sımsıkı sarılmayanların savrulmak ve savrulmuş hallerini de tek doğru politik tutummuş gibi anlatmak zorunda kaldıkları bir geçiş süreci çünkü. İnsanların hem kişisel hayatları hem de toplumsal sınıflar, devlet bürokrasileri, yönetici güçler ve küresel ölçekte sınıf çelişkileri pandemiden derinden etkilendi.
Her düzeyde kriz yaşanıyor: Pandemi bir kriz halini aldı; ekonomik kriz egemen sınıfların dünya ölçeğinde enflasyonu ezilenlerin kursağında kalan son lokmaları almak için kullanmasıyla el ele gidiyor.
Emperyalizmin krizi ve neoliberalizmin krizi, siyasal bir eğilime neden oldu ve bir dizi ülkede otoriter rejimler inşa edildi. Fakat şimdi bir tepkinin ifadesi olan otoriter rejimlerin krizi sadece derinleştirmekten başka bir işe yaramadığı da görülüyor.
Giderek, tüm canlı yaşamı faşist alternatifler ya da askeri darbelerle işçi sınıfının aşağıdan mücadelesiyle kendi ellerinde toparlayacağı siyasal iktidar alternatifleri arasında seçeneğe zorlanıyor.
Göçmen krizi
Kriz başlıklarından biri; savaşlar, çatışmalar, katliamlar, açlık ve kıtlıktan kaçan milyonlarca insanı içine çeken göç olgusu. Küresel bir göçmen krizi yaşanıyor.
Göçmenler, hem merkez sağ rejimler tarafından hem “sol” iktidarlar tarafından hem de otoriter rejimler tarafından, milliyetçiliği ve ırkçılığı yaygınlaştırmak için asli düşman olarak kodlanıyorlar. Böylece kapitalizm kendi yarattığı sorunlardan birisinin daha sorumluluğunu üstünden atmayı başarıyor.
Hem göç ettikleri ülkelerde hem de göç yollarında bir yandan katlanılmaz bir acı yaşıyor göçmenler ama aynı zamanda büyük bir cesaret ve direniş gösteriyorlar.
Kapitalizmin kendi ürünü olan ve devletler tarafından bütünüyle yönetilemez kılınan göçmen krizi, ırkçılık ve milliyetçiliği işçi sınıfını bölen en temel egemen sınıf fikirleri olarak görenler açısından en kritik mücadelenin verilmesi gereken başlıklardan birisi.
Ekonomik kriz
Bu yıl küresel ölçekte gıda fiyatları yüzde 20 oranında arttı. Yoksul ülkelerde gıda fiyatlarındaki artış milyonlarca insanı açlar ordusunun içine itiyor. Pandemide yoksulların uğradığı hak kayıpları, şimdi Ukrayna işgalinin tetiklediği koşullarda gübre maliyetlerinin yüzde 100 artış göstermesi gibi gelişmeler gübre kullanımını, dolayısıyla tarımsal üretimi daha büyük bir şokla vuracak.
Üstelik en büyük ekonomilerin büyük çoğunluğu Merkez Bankaları’nın balyoz gibi kullandığı para politikalarıyla işçileri sistemli bir şekilde yoksulluğa itiyor. Ekonomik şok dalgasının arka planında da yoksulları alım güçlerindeki bu düşüşü kabullenmeye zorlamak var.
Son üç yılda aşırı zenginlerin hem sayısı hem de ellerinde biriktirdikleri servet artarken yoksullar uçurumun kenarına kadar iteklendiler. Ama 2019 yılına gelindiğinde ezilenlerin dünya çapında cereyan eden direnişlerinin çok daha görkemli bir şekilde sahneye dönmemesi için hiçbir sebep yoktu. Tersine, Sri Lanka örneği kitlelerin haklarını savunma mücadelesinden militan bir saldırı evresine geçebileceğinin göstergesi olarak duruyor.
Önümüzdeki aylar ve yıllar, ekonomik krizin faturasının sırtına yüklenmek istendiği işçi sınıfının ve yoksulların göstereceği tepkinin düzeyiyle tayin edilecek.
İklim krizi
İklim krizinin şiddetinin göstergesi 2021 yılının Ağustos ayında BM Genel Sektereri Antonio Guterres’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin Altıncı Değerlendirme raporu hakkında söylediklerinde apaçık ortadaydı.
BM sekreteri raporun “İnsanlık için kırmızı kod” anlamına geldiğini söyledi. John Bellamy Foster’ın altını çizdiği gibi, önümüzdeki on yıllar, birbirini tetikleyecek ve birleşerek büyüyecek aşırı hava olaylarının çoğalmasına tanık olacak: Aşırı yağışlar, mega fırtınalar, seller, sıcak hava dalgaları, kuraklıklar ve orman yangınları.
Deniz seviyesindeki yükselme, bu yüzyıl boyunca ve sonrasında devam edecek. Mahsuldeki verimin küresel ölçekte azalması bekleniyor. Üstelik iklim mültecilerinin sayısı yüz milyonlara çıkacak. Dahası, “biyolojik çeşitlilik kaybı, okyanusların asitlenmesi, azot ve fosfor döngülerinin bozulması, ormanlar dahil yer örtüsü kaybı, tatlı su kaynaklarının kaybı, kimyasal ve radyoaktif kirlenme de var.
Kapitalizm doğayı alınıp satılır bir mal haline getirirken insanın doğanın parçası olduğunu unutturdu. Rekabete dayalı sömürü ilişkileri doğayı tahrip ediyor; “Kapitalizm, tam da motoru ve amacı sonsuz, katlanarak çoğalan sermaye birikimi sürecinde bulunduğu için, ancak ve ancak yok ederek ilerleyebilir.”
Gerçekten de 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşılamazsa, kapitalizm, uygarlığın çöküşüne neden olacak. Yılda beş kez yaşanarak rekor kıran sıcak hava dalgaları, yılda 14 kez yaşanmaya başlayacak ve katlanılması mümkün olmayan bir ekosistemle yüzleşeceğiz.
İklim krizi sosyal, ekonomik ve iklim için reformlar mücadelesinin önemini saklı tutmak kaydıyla, kapitalizmden işçi sınıfının topyekûn mücadelesiyle kurtulmanın bir ölüm kalım meselesi haline geldiğini gösteriyor.
Emperyalizmin krizi
Putin’in savaşı, savaş seslerinin bu sefer Avrupa’nın göbeğinde yankılanmasına neden oldu. Kanlı ve emperyalistler arası ilişkilerde var olan gerginliği tırmandırma niteliği taşıyan işgal bir yandan da bu gerginliğin dışa vurumuydu. ABD liderliğindeki NATO bu savaş sayesinde genişlemesini hızlandırdı. Rusya ise bin bir yalanla başlattığı işgalden istediği sonuçları alabilmiş görünmüyor.
Ukrayna işgali militarist gerginliği tırmandırırken, devreye birdenbire ABD-Çin gerginliği girdi. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi'nin Tayvan ziyareti Çin’in bütün sert açıklamalarına rağmen gerçekleşti. Çin bir yandan büyük bir askeri tatbikat gerçekleştirip meydan okurken öte yandan da ABD’nin Çin büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı’na çağırıp ABD’nin ateşle oynadığını belirtti.
Şimdilik Tayvan etrafında süren ABD-Çin gerilimi daha büyük bir krize dönüşmese de küresel emperyalist sistemin geleceğine bir ayna tutan gelişmelerle karşı karşıyayız. Dünyanın askeri, ekonomik ve politik patronunun kim olduğunu tayin edecek asli gerilim ABD ile Çin arasında sürüyor. ABD tüm dünyada askeri gerilimleri tetikliyor. Tayvan boğazına savaş uçakları yollayan Çin ise Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor. Buna itiraz eden Tayvanlıları ayrılıkçılar olarak görüyor.
Emperyalist hegemonya krizi alt-emperyalist hedefleri olan ülkelerin de iştahını kabartıyor ve askeri gerilimler, çatışmalar, bölgesel çatışmalar her an kapıda bekliyor. Emperyalistler arası gerilim savaş demek olduğu için, diğer tüm kriz başlıklarıyla, ekonomik krizle, iklim kriziyle, göç kriziyle iç içe geçiyor.
Egemen sınıflar, milliyetçiliğe ve ırkçılığa yatırım yapıyor. Merkez siyaset hem gücünü yitiriyor hem de daha sağa kayıyor. Faşist, aşırı sağcı, ırkçı siyasi güçler merkez siyaset üzerinde hegemonya kuruyor ve dünya birbirini izleyerek öğreniyor. Hindistan’da Modi, İtalya’da faşist hareket, Macaristan’da Orban, ABD’de Trump’ın sırtını yasladığı Neonaziler, silahlı ırkçı çeteler, ABD’de siyasetin sağa kayışının ve bir dönemlik otoriter iktidarın bakiyesi olarak öne çıkartılan kürtaj yasağı, Brezilya’da Bolsonaro, Putin, Mısır’da cuntacılar, Suud rejimi, Çin’de tek parti diktatörlüğü, Fransa’da büyüyen faşist alternatif birbirine ilham veriyor. Birbirinden öğreniyor.
Ama tek öğrenen bu otoriterler değil elbette.
Pandemiden önce dünya ezilenlerin hareketiyle sarsılıyordu. Tüm kıtalarda milyonlarca insanın içinde yer aldığı yığınsal eylemler silsilesi yaşanıyordu. Pandemide verilen aradan sonra, bu kez ABD’de ırkçılığa karşı başlayan mücadeleler yeniden bir küresel direniş dalgası için güçlü bir zemin oluşturdu. Gerçekten de Sri Lanka’daki direniş, işçilerin sokak hareketi, işgaller ve isyanlar gibi pek çok yöntemin beraberinde en büyük güçlerini harekete geçirip grevleri de gündeme taşımaya başlayacaklarını gösteriyor.
Türkiye’de yaşanan ve yaşanacak gelişmeleri bu çerçevede ele almalıyız.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)