52 yıl önce Salvador Allende Şili Cumhurbaşkanı seçildi. Geçtiğimiz hafta da Gabriel Boric cumhurbaşkanı seçildi. Allende ABD destekli bir darbeyle üç yıl sonra devrildi. Sophie Squire’ın, umudu korkuya dönüştürenin ABD ve ordudan daha derin sorunlar olduğunu tartıştığı bu makalesi güncelliğini koruyor. Bu tartışma bugün de Şili’nin kaderinde önemli bir yer tutuyor.
Elli yıl önce sosyalist Salvador Allende, işçi mücadelesi dalgasının ortasında Şili cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Ancak üç yıl içinde ABD destekli bir darbe, bu umutları kana bulayan General Augusto Pinochet’yi iktidara getirdi.
Allende’nin devrilme hikayesi emperyalizmin ve sermayenin kendi çıkarlarına temelden meydan okuma girişimlerine nasıl karşı çıkacağının bir örneğidir. Bu aynı zamanda patronların ve yönettikleri devletlerin gücünü kıramamanın, toplumu değiştirmek isteyenler için nasıl felakete dönüşebileceğine dair önemli bir derstir de.
Şili’nin Eylül 1970’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri, sosyalist Allende’yi sağcı bankacı Jorge Alessandri’yle karşı karşıya getirdi. Diğer aday işçi ve köylülerin değişim taleplerini yatıştırmak için küçük reformlar sözü vermiş olan, iktidardaki Hristiyan Demokrat Partisinden Radomiro Tomiç idi.
Allende, Sosyalist ve Komünist Partisi başta olmak üzere, daha başka küçük sol partilerin de oluşturduğu Halk Birliği (PU) ittifakını temsil ediyordu.
Radikal
PU, açıkladığı yeni programı ile geçmişten radikal bir kopuş sözü verdi. Bankaların ve şirketlerin, patronlara bir kuruş tazminat ödenmeden “kamulaştırılacağını”; büyük toprak sahiplerinin varlıklarının da kamu mülkiyetine alınacağını açıkladı.
Hristiyan Demokratlar 1970’den önce altı yıl görevdeydiler.
1964’te başkan Eduardo Nicanor Frei Montalva “özgürlük devrimi” sözü vermişti. İnsanları yoksulluktan kurtarmak ve ABD’ye ekonomik bağımlılığı sona erdirmek için toprak reformları ve diğer değişikliklerden bahseden Montalva, Şili’de kapitalizmi geliştirmeyi umuyordu.
Ancak bu tür ılımlı politikalar bile zenginler için çok fazlaydı. Jorge Alessandri’yi destekleyecek olan Ulusal Parti ve toprak sahiplerinin oluşturduğu SNA lobi grubu verilen bu sözleri engellemek için biraraya geldi.
Ve Montalva’nın tüm söylemlerine rağmen, sıradan insanlar için çok az şey değişti. Yüksek orandaki işsizlik devam etti , ekonomi durgunlaştı ve Şili’nin hayatta kalmak için ABD parasına olan bağımlılığı daha da arttı.
Böylece işçi sınıfı ve yoksullar grev ve toprak ele geçirme dalgasıyla meseleleri kendi ellerine aldılar. 1970 yılına gelindiğinde yüz binlerce işçinin katıldığı 5.295 grev gerçekleşmişti.
Bu radikalleşme ortamında işçiler, değişimi sağlaması için Allende’ye umutla bağlandılar.
Allende yüzde 37 oyla birinci, Alessandri ise yüzde 35 oyla ikinci oldu. Hükümete karşı artan öfkeyi dindirmek için Hristiyan Demokratlar, yüzde 28’le üçüncü olabilen ”sol aday” Tomiç’e oy vermişlerdi.
Allende doğrudan kazanamadığı için milletvekilleri, seçimi parlamentoda onaylamak zorunda kaldı.
Böylece bir uzlaşma sağlandı. Cumhurbaşkanı olmak için Allende’nin Hristiyan Demokratların oylarına ihtiyacı vardı ve “Garantiler Tüzüğü”nü imzaladı. PU Hükümetinin ordu ve kilise de dahil olmak üzere hiçbir devlet kurumuna müdahale etmeyeceğini kabul etti.
Bu karar nihayetinde ölümcül olacaktır. Allende göreve gelecekti, ancak radikal reformlarını durdurmak isteyen devlet güçleri istediklerini yapmaya devam edebilirdi.
Allende hükümeti bazı vaatlerini yerine getirdi. Doksan fabrika kamulaştırıldı ve 1000’den fazla mülke el konulup dağıtıldı. İşsizlik düştü.
Mavi yakalılara yüzde 38, beyaz yakalılara ise yüzde 120 zam yapıldı.
ABD başından beri Allende’yi baltalamak için çok çalıştı. CIA’in daha sonra yayımladığı belgelerde, “Allende’nin bir darbeyle devrilmesi kesin ve sürekli bir politikadır” denildiği ortaya çıktı.
Güvenlik şefi Henry Kissinger, “İnsanları sorumsuz olduğu için bir ülkenin Marksist olmasına neden izin vermek zorunda olduğumuzu anlamıyorum” demişti.
Ancak Allende’nin sorunları ABD ve ordu sorunlarından çok daha ötelere geçti. Sosyalizmin parlamento ve devlet kullanılarak ortaya çıkarılabileceği fikri olarak tanımlayabileceğimiz Allende’nin “reformizm”i en önemli ve kritik konu oldu.
Sorun şu ki, Allende’nin de öğrendiği gibi, devlet tarafsız olamaz. Kapitalist bir devlet ve onun farklı unsurları – generaller, polis, casuslar, seçilmemiş bürokratlar – onu devirmek için çalıştılar.
Bu yüzden Allende’nin parlamentoda bir desteği olsa da kapitalizm gerçek gücü dışarıda orduda, patronlarda ve onların çıkarları için savaşacak devlette yatıyor.
Ama bu gücü kırabilecek bir güç var, işçiler. Kapitalistler kar elde etmek için işçilere bağımlılar ve onlar da sistemi kapatabilirler.
Savaş
Şili’nin işçileri savaşmaya hazırdı. Fakat Allende’nin değişim vizyonu onu hareketle çarpışma noktasına getirdi. İşçi eylemleriyle desteklenen sosyalist bir hükümetin yukarıdan değişimi uygulayacağı bir sistem öngörmüştü.
Allende’nin devlet mülkiyeti kavramı, iktidarı ele geçiren ve toplumu kendileri yöneten işçilere olan bağla tanımlanan sosyalizmin devrimci vizyonundan çok farklıydı.
Radikal reformizm hem parlamentoya hem de sokaklara bakabilirken, ana odak noktası parlamentodur.
1971’in sonunda, ülke genelinde rekor sayıda toprak işgali ve grev meydana geldi.
İşçiler bir araya gelerek “Kordonlar” oluşturmaya başladılar. Bunlar, patronlara karşı örgütlenmek ve patronların ekonomik sabotajları karşısında üretimin devam etmesini sağlamak için bir araya gelen farklı işyerlerinden işçi gruplarıydı.
Ancak PU, işçileri desteklemek yerine bu hareketi yatıştırmaya çalıştı.
Allende işçilere itidal göstermeleri için yalvardı ve devrimci solu “yasadışı toprak ve mülk gasplarına son vermeleri” konusunda uyardı.
Bir radyo röportajında, “Vefakar güçlerin durumu normalleştireceğine tamamen güvendiğim için insanlar sakin kalmalı” dedi.
Korkulan
Küçük işletme sahipleri ve üst düzey profesyoneller gibi orta sınıflar, patronların ve toprak sahiplerinin zenginliğinden ve gücünden yoksundu. Ancak işçi hareketinin ayrıcalıklarını ortadan kaldırmasından korktular.
Komünist Parti, onların sağa kaymalarını önlemek için hükümetin işçilere karşı sert bir tavır alması gerektiğini savundu.
1972 Yılının Mayıs ayında Concepcion şehrinde, sosyalistler ve işçiler sağcı bir gösteriyi protesto ettiler. Komünist milletvekili ve parti liderliğinin bir üyesi olan Vladimir Chavez, polise protestoları şiddetle dağıtma emri verdi.
Şili’nin ana sanayisi olan bakır madencileri daha iyi ücret talep etmek için harekete geçtiğinde, Allende onları “hainler” ve “faşistler” olarak adlandırdı. Başkent Santiago’ya protesto için gittiklerinde çevik kuvvet polisi ile karşılaştılar. Orta sınıflar, işçi hareketine tepki olarak protestolarını hızlandırmaya devam etti. Hükümet işçileri bastırmak için harekete geçmezse, hükümetin değiştirilmesi gerektiğini söylemeye başladılar.
Patronların üretimi kısması ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle fiyatlar yükseldi ve PU sağdaki desteğini bir miktar kaybetti.
İşçi hareketiyle birlikte olmak yerine Allende, durumu istikrara kavuşturmak ve hükümetini sağlamlaştırmak için devletin yanında yer aldı. Hatta kabinesine iki önde gelen generali soktu.Ancak Sosyalist İşçi geleneğinden devrimcilerin 1971’de uyardığı gibi, “Grevcileri vurmak için kullanılan aynı ordu, oturup egemen sınıfın oyun dışı kalmasına izin veremez.”
11 Eylül 1973’te General Pinochet ve ordu, Allende’yi devirmek için bir darbe başlattı. İngiltere’den satın alınan savaş uçaklarının ve ABD’nin tam desteğiyle ordu başkanlık sarayını bombaladı. Allende kuşatmada öldü.
Ardından gelen dehşette 30.000’den fazla insan öldürüldü, binlerce kişiye acımasızca davranıldı; hapsedildiler ve işkence gördüler. Pinochet’in diktatörlüğü 1990’a kadar devam etti.
Şok dalgaları
Darbe, sosyalist harekete şok dalgaları gönderdi.
Bazı sosyalistler, Allende’nin çok hızlı gittiği sonucuna vardı. Şili’nin, sosyalistlerin ve işçi hareketinin orta sınıflarla ittifaklar aranması gerekliliğini gösterdiğini savundular. Ancak bu, gerçek değişim için mücadeleyi sonsuza kadar ertelemek anlamına gelmekte. Diğerleri ise Allende’nin tavizlerini sert bir dille eleştirmekle birlikte, işçi hareketine daha çok benzeyen daha cesur bir reformizmin başarılı olabileceğini söylediler.
Ancak bu sadece kadranı parlamento dışı eylemlere doğru biraz daha ilerletme meselesi değil. İngiliz İşçi Partisi, Yunanistan’daki Syrıza, İspanya’daki Podemos ve ABD’deki Bernie Sanders’ın farklı stresleri var.
Ama hepsi patronların, devletin ve kendi siyasi örgütlerinin gücü karşısında başarısız oldular.
Kapitalizme meydan okuyacak gerçek güç sokaklarda ve en önemlisi işyerlerinde yatıyor. Ve bu işçi gücünün amacı, bir sol seçim projesini desteklemek değil, patronlardan iktidarı almak ve toplumu onlarsız yönetmektir.
Socialist Worker’dan çeviren TN.
(Sosyalist İşçi)