24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar, Türkiye’nin küresel kapitalist sistemle yeniden bütünleşmesini amaçlayan bir içeriğe sahipti.
24 Ocak ekonomi programı; yeni zamlar, baskı ve şiddet demekti. Bu süreçten en çok etkilenecek kesim işçi sınıfıydı. Kuşkusuz işçi sınıfı ve toplumsal muhalefet güçleri kendileri için yokluk, işsizlik, baskı demek olan programa karşı kayıtsız kalamazdı, tepkisini gösterdi. 25 Ocak 1980 tarihinde grevdeki işçi sayısı 6 bin iken, Haziran sonunda bu sayı 60 bine yaklaştı. İşçi sınıfının yanında, değişik toplumsal muhalefet güçleri de ayaktaydı. Egemen güçlerin “istikrar” programı, suskun ve tepkisiz bir toplum gerektiriyordu. Bunu sağlayacak darbe, 12 Eylül 1980’de yapıldı.
12 Eylül darbesi ve sendikalar
Darbe, Türkiye’nin dikensiz bir gül bahçesi olmasını, toplumsal muhalefetin bütünüyle bastırılmasını ve yok edilmesini amaçlamaktaydı. Türkiye koca bir hapishaneye çevrildi, tüm muhalif güçler şiddet ve baskıyla ezildi. 12 Eylül darbesi, sendikal hareketi de adeta ezip geçti, sendikalar kapatıldı, DİSK yöneticileri tutuklandı.
1984 yılından sonra işçi sınıfı yavaş yavaş 12 Eylül’ün korku duvarını aşmaya başladı.1986 Netaş ve 1987 Kazlıçeşme grevleri işçi sınıfının yeni bir döneme girişinin işaretleri oldu. İşçi sınıfı 1989 Bahar Eylemleri’yle tekrar mücadeledeki yerini aldı.
1989 Bahar Eylemleri
1989 yılı işçi sınıfı ve sendikal hareket açısından bir atılım yılı oldu. Türkiye’nin dört bir yanında yapmış olduğu çeşitli eylemlerle, işçi sınıfı toplumsal ağırlığını hissettirdi. 12 Eylül cenderesinden çıkışı gösteren Bahar Eylemlerine yüz binlerce işçi katıldı. Sokaklar, caddeler, işyerleri miting ve gösteri alanına çevrildi. Meşru ve kitlesel bir dalga şeklinde gelişen eylemler, işçi sınıfının gücünü ortaya koymaktaydı. 1989 Bahar Eylemleri ve 91 Zonguldak Madenci Yürüyüşü işçi hareketinde dönüm noktası oldu.
1995 yılında, hükümetin, sosyal güvenlik politikalarında işçi sınıfı aleyhine yeni düzenlemelere girme çabaları; işçi sendikaları, memur sendikaları ve meslek örgütlerinin oluşturduğu Demokrasi Platformu tarafından protesto edildi. 1995 yılında yapılan grevlere katılım, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en yüksek düzeyine ulaştı, 200 bin işçi greve çıktı, milyonlarca işçi gösterilere katıldı. İşçi sınıfından yükselen tepki karşısında, hükümet hazırladığı yasa tasarısını geri çekmek zorunda kaldı.
1990’lı yıllarda işçi hareketi
1993 yılında Türk-İş ilk defa 1 Mayıs kutlamalarına katıldı. 1996 Kasımındaki Susurluk kazasında ortaya çıkan mafya-devlet ilişkilerini protesto amaçlı olarak 5 Ocak 1997’de Türk-İş tarafından düzenlenen mitinge 300 bin işçi katıldı. Yeni oluşturulan Emek Platformu tarafından, 24 Temmuz 1999’da Ankara’da düzenlenen Mezarda Emeklilik Yasasını protesto mitingine, 200 bin işçi katıldı.
90’lı yıllarda kamu çalışanlarının konfederasyon düzeyinde örgütlenme çabaları hızlandı. 1995 yılında KESK, KAMU-SEN ve MEMUR-SEN kuruldu. TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, KESK ve diğer konfederasyonların özelleştirmelere, anti-sendikal politikalara, işsizliğe ve yoksulluğa karşı ortak eylemleri gündeme geldi. Sendikal harekette Emek Platformu benzeri ortak örgütlenmeler oluştu. Sendikalar, 28 Şubat post modern darbesine karşı farklı duruşlar göstermelerine rağmen, Emek Platformu çerçevesinde ortak davranmaya ve ortak hareket etmeye devam etti.
2000 yılındaki en görkemli eylem, IMF reçetelerinin ve DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümetinin politikalarının protesto edildiği, tüm konfederasyonların katıldığı 1 Aralık “Genel Uyarı” eylemi oldu. Eyleme 1 milyona yakın işçi ve kamu çalışanı katıldı. İşçi sınıfı üretimden gelen gücüyle, kendileri aleyhindeki politikalara geçit vermeyeceğini ortaya koydu. Sokaklar, alanlar, işyerleri; birliğin, beraberliğin ve mücadele gücünün gösterildiği alanlar oldu.
AKP iktidarı döneminde sendikalar
Genel Sağlık Sigortası (GSS) yasa tasarısına karşı, Emek Platformu öncülüğünde Türkiye’nin pek çok ilinde eylemler yapıldı, bu eylemlere yüz binlerce kişi katıldı. Emek Platformunun aldığı karar sonucu 30 Mayıs 2006’da bütün Türkiye’de bir saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirildi. Bu eylemler 2006 ve 2007 yılları boyunca devam etti. Ama eylemler 2007’de laik-seküler kamplaşmasına, Cumhuriyet mitinglerine, 28 Nisan e-muhtırasına takıldı. Hükümet de cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle meşgul olduğundan GSS yasasını meclisten geçirmeye çalışmadı. Ama 2008 Mart ayında AKP için kapatma davası açılınca, kapatma davasına bakış konusu, Emek Platformunda bölünmeye yol açtı. GSS ile ilgili eylemler giderek zayıflamaya başladı. Hükümetin de baskısıyla bazı bileşenler Emek Platformundan ayrıldı.
2007’de 44 günlük Telekom grevi, Tekel işçilerinin direnişi, tersane işçilerinin kararlı duruşu işçi sınıfına moral verdi. Tekel işçileri eylemlerini Ankara’ya taşıdı, 22 Şubat 2010’da on binlerce işçi Kızılay’da eylemdeydi. Tekel direnişi, işçi sınıfının direnme yeteneğini tüm topluma bir kez daha gösterdi, işçi sınıfının tek gücünün kolektif eylem ve kolektif direniş olduğunu tüm işçi örgütlerine bir kez daha hatırlattı.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası OHAL KHK’ları ile on binlerce kamu emekçisi, savunma hakkı bile tanınmadan ihraç edildi. Çıkarılan KHK’ler ile anayasa ayaklar altına alındı, OHAL’in gerekçesi olan darbe girişimiyle ilgisi olmayan düzenlemeler yapıldı. Sendikal hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Ekonomik kriz tüm ağırlığı ile emekçi sınıfların üzerine çökmeye, zamlar yağmur gibi yağmaya başladı. KESK kamu emekçilerine yönelik ihraçlara ve yaşanan hukuksuz uygulamalara karşı çeşitli eylemler gerçekleştirdi.
2008’den sonra sendikalar grev yapamaz hale geldi, yapılmak istenen grevler hükümetler tarafından yasaklandı. 2015’te yaşanan metal işçilerinin fiili grevi bu sessizliği bozan en güçlü işçi eylemi oldu.