Cumartesi Anneleri bu ülkede çeyrek yüzyılı aşkın bir zamanda çocuklarının izini sürer, sürmeye çalışır. Her cumartesi bir anne bazen de insan hakları mücadelesinden insanlar sessizce Galatasaray’da oturup bir gün evinden, okulundan, işinden alınıp götürülen o çocukların öykülerini paylaşır, paylaşmaya çalışır. Kimi zaman öyküler insan hakları mücadelesinde faili belli cinayetlere de uzanır, o faillerin meçhul kalması için yapılanlar da anlatılır.
Adına devlet denilen organizasyonda yer alanlar bundan hiç mi hiç hoşlanmazlar. Bu oturmaların başladığı 1995 mayısından beri sayısız saldırı, gözaltı ile engellenmeye çalışılır, yargılamaların ardı arkası kesilmez. Yurttaşlar olarak bir toplum oluşturma ve bir arada yaşayabilmemiz için gerekli olduğu varsayılan kurumlar organizasyonuna yani devlete kutsallık atfedip, sorgulamadan muaf tutmanın dayanılmaz hafifliğinde barındırırız her birini. İşledikleri suçlar soruşturulmaz ama soruşturmaya kalkan yargılanır, damgalanır.
Sevgili Eren Keskin daha önce hapis yatması bir yana, şimdilerde onlarca yıllık hapis cezaları ile karşı karşıya, yüz binlerce liralık para cezaları ödüyor kaç yıldır. Kaç dava açıldığını, kaç soruşturmadan geçtiğimizi sorsanız ben bile sayamam. Hakkında sayısız dava, soruşturma olan çok ama ikimizi anma nedenim var. Bu ara organize suç örgütleri ile devlet organizasyonunun kadim şahsiyetlerinin ilişkilerini, bizce faili hep belli cinayetlerin üstü örtük imalarını izlemek için insanlar ekran başına kilitlenince eski bakanları kırpıp yıldız yapan medya eliyle bize saldırmanın cazibesine kapılanlar ortaya atıldı.
Uğur Mumcu’nun katledilmesinde olay yerini süpürme emrini verenler, etkili bir soruşturma yapmamanın türlü yolunu deneyenler için şüpheli olarak gözaltına aldıklarına işkence yaptıkları iddiası yerine gördük ki bize saldırmak daha kolay, hem de daha elverişli.
Evet, Umut davası sanıklarının avukatı müvekkillerine işkence yapıldığı iddiası ile başvurdu. Evet, bu insanları muayene etmedim, çünkü cezaevindeydiler ve avukat talep etmesine rağmen bizim adli tıp polikliniğimize sevk edilmediler. Evet, muayene etmeden de düzenlenmiş yazılı belgeler incelenerek bilirkişi görüşü oluşturulabilir, rapor yazılabilir. Hazırlanan bilirkişi görüşü de tıbbi belgelemenin yeterli olup olmadığı, etkili bir tıbbi belgeleme yapılıp yapılmadığını tartışabilir. Örneğin “darp cebir izi olmadığı” ifadesinden başka bir şey yazmayan adli rapor geçersizdir. Tüm organ ve sistemlerin muayene edilip edilmediği, ruhsal değerlendirme yapılıp yapılmadığı belirtilmediğinde, böyle bir adli rapor gördüğümüzde biz gerekli muayene ve değerlendirmelerin yapılmadığına karar veririz. Yeniden ve belirttikleri yakınmalar varsa onlar da dikkate alınarak ilgili uzmanlarca muayene edilmelerini de söyleriz. Bu da bir bilirkişi görüşüdür. Üstelik Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurullarında da pek çok vakada dosya üzerinden yazılı belgeler, önceki raporlar değerlendirilip rapor hazırlanır. Hızlı ve zamanında etkili belgeleme yapılmasındaki eksikliklerin de yol açtığı yaygın bir adli tıp uygulamasıdır.
İşkence iddiasında etkili bir tıbbi belgelemenin kurallarını anımsatmak, o zamanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının suçlamak adına sarf ettiği “Yargıyı etkileme” tespitine denk düşmektedir. Zaten bilirkişinin amacı da kendi bilimsel bilgisi ile yargıyı aydınlatmak ve evet, yargıyı etkilemektir. O başsavcının tespiti doğru ama suç isnadı yanlıştır. Sevgili Uğur Mumcu’yu anarak söyleyelim, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” ba(ğ)zı medya mensuplarının tespitlerindeki doğrulukların karalama amacıyla kullanılmasındaki yersizlik gibi... Şimdi ekranlara çıkardığınız zamanın içişleri bakanının rektöre “Atın bu kadını üniversiteden” dediğini, her işkence raporunda bir başka bakanın tehditleriyle hemhal olduğumu da hatırlatayım.
Organize suç örgütü mensuplarının videolarını izleyenlere de bir çift sözüm var. Önceki çabaları bir yana koyuyorum, İnsan Hakları Derneği son 35 yıldır, Türkiye İnsan Hakları Vakfı da 31 yıldır bu suçların faillerine işaret ediyor. Cumartesi Anneleri saldırılardan fırsat buldukça 26 yıl boyunca oturabildiği her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda, sonra sıkıştırıldığı sokakta hakikati dile getirmekten yılmadı, yıldırılamadı. İnsan hakları mücadelesi zaten devletlerin işlediği iddia edilen suçları ortaya çıkarmak, sorumluların hesap vermesini sağlamak içindir. Sorumluluklarını örtbas etmek için bizleri suçlayanlar bilsin ki bu mücadele bitmez!
Şebnem Korur Fincancı
(Evrensel)