Katrina Kasırgası 29 Ağustos 2005’te New Orleans'ı vurdu.
Bundan saatler önce, şehir sakinleri, hayatta bir kez karşılaşılabilecek bir kasırganın yaklaştığını bilerek hazırlık yapmaya başlamıştı. Beklenen kasırga şiddetini yitirmiş olarak ulaştı. Pencereleri kırıp savurdu, binaları sarstı, çatıları uçurdu ama çok geçmeden dindi. En azından ilk başta böyle görünüyordu.
Sonra her şey giderek kötüleşti. Nehirler ve göllerle çevrili şehrin bentleri çöktü, sular evlerin çatılarına ulaşana dek yükseldi, herkes olduğu yerde kalakaldı. Fırtınanın sonlandığı anda yeni bir kabus başlamıştı.
New Orleans'ın Memorial Tıp Merkezi de o büyük insanlık dramından payını aldı, yaşananların en zorlu koşullarda tecrübe edileceği bir cehenneme dönüştü.
Hastaneye, her şey yaşanıp bittikten sonra giren ekipler, 45 hastanın terk edilmiş cansız bedenleriyle karşılaştı.
Burada neler yaşanmıştı böyle?
Sheri Fink’in Pulitzer Ödüllü “Memorial’da Beş Gün” makalesinden aynı adla uyarlanan sekiz bölümlük mini dizi bizleri hastanedeki o beş güne götürüyor. 12 Yıllık Esaret (12 Years A Slave) filminin yazarı ve yapımcısı John Ridley’in, Lost dizisinin yapımcılarından Carlton Cuse ile bir araya gelerek yarattığı bu enfes yapım, yaklaşmakta olan fırtınanın gerçek görüntüleriyle başlıyor.
Neler yaşanmıştı?
New Orleans'ı vuran kasırga, Bahamalar'ın açıklarından, 23 Ağustos’ta doğdu. Ertesi gün Miami yakınlarından geçen Katrina henüz 'Kategori 1' seviyesindeydi ama dört gün boyunca dolaştığı Meksika Körfezi'nde korkunç bir dönüşüm geçirerek saatte 290 km. hıza ulaştı. Artık ‘Kategori 5’ seviyesindeydi. 1,3 milyon nüfuslu New Orleans’a ulaştığındaysa ‘Kategori 2’ye gerilemişti ama şehri çevreleyen iki gölde fırtına dalgalarına sebep oldu, bir kasırgaya dayanamayacakları çoktandır bilinen bentleri yıktı ve şehir sular altında kaldı.
Pontchartrain Gölü'nün suları şehrin düşük rakımlı yoksul bölgelerine boşaldı. Devlet güçleri olan biteni oturdukları yerden izlerken, binlerce kişi evlerinde, çatılarında günlerce mahsur kaldı. Yüzlerce kişi öldü.
Felaket, her açıdan ve her aşamasında sınıf ve ırk eşitsizlikleriyle şekillendirilerek büyütüldü. Yaşanan insanlık dramı, siyahlar ve Latinlerin bulunduğu bölgelerin ihmal edilmiş altyapısının bir sonucuydu ama bununla da sınırlı kalmadı. Şehirde acil yardım çağrısında bulunan iki bina vardı; Louisiana Superdome stadyumu ve Memorial Hastanesi. Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (FEMA), bu iki merkezde neler yaşandığı bilindiği halde günlerce bekletildi. Dahası, FEMA, sağlık ekiplerinin New Orleans'a ulaşmasını da yasakladı, hatta müdahalede bulunmak isteyen itfaiye ekiplerine bile engel oldu. Fırtınayı atlatabilmiş olan şehir sakinleri teknelerine atlayıp kendi kurtarma operasyonlarını başlatmak zorunda kaldı.
Sel suları New Orleans banliyölerini yuttuğunda, kurtarma operasyonunun sorumlusunu tespit edebilmek şöyle dursun, telefona cevap verecek birilerini bulmak bile mümkün değildi. Şehrin elektriği günlerce kesik kaldı, telefon şebekeleri çöktü, gıda ve içme suyu stokları tükendi ve o sırada Başkan Bush da New Orleans üzerinden alçak uçuş yapmakta olan uçağında bunların hepsini konforlu koltuğundan izledi. Başkanın uçağı şehre inmedi. Bush aşağıdaki yıkımı kendi gözleriyle gördü, ancak yine de kurtarma operasyonlarını başlatmadı.
Yardım eli uzanmadı ama aç ve çaresiz kalınca gıda, ilaç, bebek bezi gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, kayıklarla ya da göğüslerine ulaşan suyun içinde yürüyerek dükkanlara ulaşmaya çalışan halkın karşısına silahlı birlikler çıkarıldı. Ordu kurtarma operasyonu yapacağına insan avına başladı, onlarca kişiyi katletti.
Tüm bunlar, hayal edilebilecek en dehşet verici şekilde, dünyanın en varlıklı ve güçlü ülkesinde yaşandı.
O kasırganın gölgesi hâlâ o şehrin üzerinde asılı duruyor.
‘Geride bırakıldık’
Peki bu yaşananların suçunu kim üstelenecekti?
“Memorial’da Beş Gün”, bu inanılmaz trajediyi hastaneden ibaret küçük bir evrende işlerken aynı soruya odaklı kalıyor.
Mini dizinin ilk beş bölümü, bu beş günün bir özeti olarak tasarlanmış. Günbegün yaşananları hastaların, doktorların, hemşirelerin gözünden izlemeye devam ediyoruz.
Elektriksiz kalmış bir hastanede ne kadar dayanabilirsiniz? Cehennem sıcağının, katlanılmaz seviyelere varan nemle birleşip şehrin üstüne çöktüğü beş gün boyunca klimalar da çalıştırılamıyor. Hastaların acilen tahliye edilmesi gerekirken asansörler bile devre dışı kalıyor. Personel her bir hastayı hastanenin çatısındaki helikopter pistine, 40 dakika boyunca sürecek bir çabayla taşımak zorunda. Fakat taşınamayacak durumda olan hastalar da var… İşte geride bırakılmış o 45 ölü bedenin hikayesi burada başlıyor. Son üç bölümde ise bu 45 hastanın ötenaziyle öldürüldüğü şüphesi üzerine yürütülen bir araştırmaya tanıklık ediyoruz.
Memorial'da işler daha da kötüleştikçe herkesin zihinsel durumu çözülüyor, yaşananların ağırlığı oyuncuların güçlü performanslarıyla birleşiyor ve bu tüyler ürpertici eziyetin içine hapsolan tüm karakterlerin, o muazzam baskı altında yaşadıkları dönüşümler dizinin taşıyıcı kirişleri olarak yükseliyor.
İzlemesi gerçekten çok zor olan, Cherry Jones ve Vera Farmiga'nın başrolleri paylaştığı “Memorial’da Beş Gün” – hastaları için gereken makineler bile devreden çıkmışken- doktorlar ve hemşirelerin o hastaları hayatta tutabilmek, hepsini tahliye edebilmek için kahramanca çabaladıklarını gösterirken, öfkeden dişlerinizi sıkmanıza yol açacak o acı gerçeği de ustalıkla işliyor; geride bırakıldık…kimse bizi umursamıyor…
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)