Uzun süredir yeni anayasa çalışmaları yapan AKP-MHP iktidarı Meclis’in açılmasıyla birlikte konuyu gündeme getirdi.
Kutuplaşmayı keskinleştirmek ve ikilikler üzerinden kendisini tahkim etmek isteyen iktidarın en idmanlı olduğu araç, dönem dönem yasa değişiklikleri tartışmalarını topluma dayatmak. Son dönemde anayasaya başörtüsü maddesi eklenmesi ve 6284’ün iptali gündeme gelmişti. Daha sonra Adalet Bakanı’nın “aile hukukunu sil baştan ele alacağız” sözüyle medeni kanunda değişiklik yapılmasının planlandığının sinyali verildi.
Otoriter rejimin bu kez şapkadan çıkardığı konu ise “ailenin korunması”. Ve bu aile tartışmasının odağında, LGBTİ+ nefretini yasalaştırma hedefi var.
LGBTİ+’ların varoluşuna saldırı, küresel çapta aşırı sağın repertuarındaki temel meselelerden biri.
Aşırı sağ, LGBTİ+ fobi üzerinden örgütlenirken nefretin “yasal güvenceye alınması” daha önce Macaristan ve Polonya gibi otoriter ülkelerde karşımıza çıkmıştı. Macaristan’da eşcinselliğin kamuya açık şekilde ele alınmasının, TV’lerde, filmlerde vb. eşcinselliğin gündeme getirilmesinin suç sayılması, LGBTİ+’ları destekleyen kurumların tanıtım ve eğitim faaliyetlerinin yasaklanması; Polonya’da ise farklı illerde LGBTİ+ların giremeyecekleri bölgelerin ilan edilmesine varan saldırılar gündemdeydi. Bu saldırıların kılıfı ise “çocukları korumak”tı.
Türkiye’de son dönemde kamu kurumlarının desteği ve teşvikiyle, yine “çocukları korumak” adı altında LGBTİ+lara dönük baskılar, cezalandırmalar, yasaklar kesintisiz biçimde devam ediyor.
Seçim gecesi ilk konuşmasında Erdoğan’ın açıkladığı yeni saldırı rotasının odağında da bu mesele vardı. Meclis’in açılmasıyla gündeme gelecek yasa tartışmasında iki saldırı olması muhtemel. Birincisi, Macaristan’da olduğu gibi LGBTİ+ kurumlarının doğrudan kapatılmasını sağlayacak bir yasa, ikincisi anayasada aile tanımının değişmesi.
Mevcut anayasanın 41. maddesinde, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır” deniliyor. İktidar sözcüleri Macaristan’daki muadilleri gibi 'eşler arasında' ibaresinin muğlak olduğu gerekçesiyle, 'Aile kadın ve erkekten oluşur' tanımını getirmek istediklerini söylüyor. Geçtiğimiz aylarda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 81 ilde kapalı kapılar ardında düzenlenen Aile Çalıştayları da Ekim’de gündeme gelecek anayasa değişikliğinin hazırlıkları gibi görünüyor.
Safları sıklaştırmak gerek
Derneklerin kapatılması, sansürün ağırlaştırılması, LGBTİ+ toplumunun kapanmaya zorlanması anlamına gelecek yasanın geçmesiyle birlikte bir dizi ağır otoriter uygulamanın da gündeme gelmesinin yolunu açacak.
Muhalefet ise bu sürece güçsüz giriyor.
Bu sorun etrafındaki tartışma sol, sosyalist, özgürlükçü muhalefeti dahi bölüyor. LGBTİ+ fobisi, çoğu zaman yan yana durduğumuz kesimler dahil olmak üzere muhalefetin içerisinde bile etkin. YSP’nin seçim kampanyası sırasında, tüm eleştirilere rağmen konu hakkında sessizliğini korumuş olması, LGBTİ+ların içinde bulunduğumuz süreçte yaşadıkları yalnızlaştırmanın boyutu hakkında bir ipucu verebilir.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarının olduğu dönemde çok geniş bir toplumsal meşruiyeti olan bir muhalefet örgütlenebilmiş, birçok kurum ortak bir talep etrafında yan yana gelebilmişti. Şimdi tartışmanın niteliği, rejimin baskı koşulları ve hareketin sokak gücü bakımından farklı koşullardayız. Ancak bu süreçte LGBTİ+ nefretini sıradan baskı biçimlerinden biri olarak görmeyip, sağın kendisini güçlendirme ve otoriter rejimin kendisini yerleşik kılma çabasının bir hamlesi olduğunu fark ederek saf tutmak çok önemli.
Yalnızlaştırmaya müsaade etmemek, kutsal aile anlatısı etrafında nefretin doğallaştırılmasına geçit vermemek için, bulunduğumuz her yerde, yasaya karşı oluşturulacak mücadele zeminlerinin birer parçası olmalıyız.
(Sosyalist İşçi)