Bir yanda kendisine sistematik şiddet uygulayan ve fuhuşa zorlayan kocasını, hayatta kalabilmek için öldüren Çilem Doğan davasında meşru müdafaa yoktur diyerek Çilem Doğan’ın cezası onayan; diğer tarafta 18 yaşındaki İpek Er’e cinsel saldırıda bulunarak ölümüne sebep olan uzman çavuş Musa Orhan’ı tutuksuz yargılayıp ve kendisine “daha önce de yaptım, bana bir şey olmaz” cümlesini rahatça kurabilme olanağı sağlayan ya da sistematik olarak taciz ettiği kadını “karakolda tanıdıklarım var, bana bir şey olmaz” diye tehdit eden Mehmet Tunç’a bu güveni verenler, kadına yönelik şiddetin artmasının sorumlularıdır.
Kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara yönelik her türlü saldırının asgari ceza veya cezasızlık ile ödüllendirilmesi, şiddetin önünü açıyor ve erkeklere istedikleri her şeyi rahatlıkla yapabilme güveni veriyor. Erkeklerin kravat takmış olması bile ceza indirimi almasına sebep oluyorken, kendilerine şiddet uygulandığı için karşı koyan kadınlara iyi hal indirimi uygulanmıyor.
Üstelik suçlular, tüm şiddet olaylarında “psikopat, manyak, gözü dönmüş, hasta” gibi etiketlemelerle şiddetin sorumlusu noktasından, uyguladıkları şiddet türünden sorumlu olmadıkları ve şiddetin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir noktaya getiriliyorlar. Oysaki şiddet, zaman-mekan-şiddet biçimi planlanarak yapılan bilinçli bir tercih. Bir kadın, hiç tanımadığı bir erkeğin, Can Göktuğ Boz’un, samuray kılıçlı vahşi saldırısı sonucunda hayatını kaybetmişti. Bu saldırıda katilin sokağa planlı bir şekilde çıktığını ve özellikle bir kadın seçtiğini biliyoruz. Ayşe Tuba Arslan’ın 23 kez suç duyurusunda bulunmuş olmasına rağmen, boşandığı Yalçın Özalpay’ın satırlı saldırısı sonucu öldürülmesi de planlı bir eylemin sonucu.
Kadına yönelik şiddet karşısında elindeki tüm imkanları kullanarak etkin politikalar üretmek yerine, hiçbir şey yapmayan, sadece kınamak gibi göstermelik adımlar atan hükümetler ya da devletler de tüm bu şiddetin sorumlusudur. Sadece şiddetin önüne geçmek için etkin politika üretmek değil, aynı zamanda kapsayıcı politikalar üretmekle de mükellef olan politikacıların gerek iktidar olsun gerekse de muhalefet, ayrıştırıcı ve toplumda karşılık bulacak, hedef gösteren nefret söylemleri kullanması kabul edilemez. Cinsiyetçi ya da LGBTİ+fobik söylemler ve kadınları veya LGTBİ+ları hedef gösteren açıklamalar, çok hızlı bir şekilde karşılık bulabileceği için kabul edilemez. Tıpkı, 25 Kasım’ın çıkış noktası olan vahşet gibi. Dominik Cumhuriyeti’ni diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo’nun, diktatörlüğe savaş açan 3 kız kardeşi, Mirabal Kardeşleri, “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” şeklinde hedef göstermesinden kısa bir süre sonra, eşlerini hapishane ziyaretinden dönen Mirabal Kardeşlerin arabalarının durdurulması, tecavüze uğramaları ve ardından dövülerek öldürülmeleri, politikacıların söylemlerinin toplumda nasıl karşılıkları olabileceğine kötü bir örnek sadece.
Kadına yönelik her türlü şiddetin açıkça karşısında olan, bu durumun toplumdaki kadın erkek eşitsizliği sebebiyle ortaya çıktığını vurguladığı için bu eşitsizliği ortadan kaldırmayı hedefleyen ve aynı zamanda etkin kovuşturma talep eden, şiddete maruz kalanı koruyan ve kollayan, devlete bu konuda pek çok sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını kabul etmiyoruz. Kadınların, LGBTİ+’ların, çocukların katledilişini cezasızlıklarla ödüllendiren adaleti kabul etmiyoruz. Şiddet olaylarını mağdur suçlayıcılık ile sunan haber dilini kabul etmiyoruz. Kadına şiddet türünü fiziksel şiddetten çıkarıp, ekonomik, dijital, psikolojik, duygusal vs her türlü şiddet türünün karşısında duruyoruz. İş yerlerinde uygulanan mobingi kabul etmiyoruz.
Kadına yönelik şiddeti ancak mücadelemiz ile bitirebileceğimizin farkındayız. Daha özgür olduğumuz, daha adil bir dünya bize bir tepside sunulmayacak, bunun yolu haklarımızı aramak için sokağa çıkmaktan geçiyor. Üstelik kadın hareketinin tüm dünyada bu denli güçlü olması, herhangi bir yerde var olan bir hak arayışı, dünyanın kalanına cesaret veriyor. Birlikte daha güçlüyüz.
Kadına şiddete karşı durmak için, 25 Kasım’da “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” kapsamında 19:30’da Taksim/Tünel’deyiz.
Dila Ak