6284 Sayılı Kanun'a ve nafaka hakkına dönük saldırıları, bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’nin önemini araştırmacı, hukukçu ve kadın hakları savunucusu Nisan Kuyucu’ya sorduk. Kuyucu, şunları söyledi:
“6284 Sayılı Kanun, Türkiye’nin iç hukukunun kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile uyumlaştırılması için Sözleşmenin imzalanmasının ardından 2012 yılında yürürlüğe girmişti. Kanun, şiddete maruz bırakılan kadınlara yönelik koruyucu ve şiddet uygulayanlara yönelik önleyici önlemlerin yanı sıra, sığınak, ekonomik, hukuki ve psikolojik destekler gibi şiddete maruz bırakılan kadınların yararlanabileceği özelleşmiş destek hizmetlerine ilişkin de düzenlemeler içeriyor. Dahası hem bu Kanun hem de İstanbul Sözleşmesi ev içi şiddet bakımından yalnızca kadınlara değil şiddete maruz bırakılan tüm bireyleri kapsıyor.
6284 Sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesi ile büyük oranda paralel düzenlemeler içerse de yürürlüğe girdiği günden beri uygulamada karşılaşılan pek çok sorun var. Biz uygulamadaki eksiklikleri devlet İstanbul Sözleşmesine uygun verileri toplamadığı ya da topladığı verileri kamuyla paylaşmadığı için doğrudan kanundan yararlanmaya çalışan kadınların deneyimlerinden öğreniyoruz. Üstelik 6284 Sayılı Kanun tek başına iç hukukun İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu hale getirilmesi için yeterli değil. Sözleşmenin yerine getirilip getirilmediğini izlemekle görevli uzmanlar grubu GREVIO, Ekim 2018’de açıkladığı Türkiye raporunda Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere kanunlarda ve uygulamada yapılması gereken değişikliklere ilişkin pek çok tavsiyede bulundu.
Hal böyleyken son aylarda 6284 Sayılı Kanun’a yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu bize kanunun şu anki eksik ya da ihmale dayalı uygulamasının bile erkeklerin ev içindeki ya da genel olarak kadınlar üzerindeki iktidarını sarstığını gösteriyor. Şiddet uygulayanlar cezasızlık kültürünün, şiddete karşı hoşgörülü tutumların yarattığı ayrıcalıklı konumlarından vazgeçmek istemiyorlar. Aileden anladıkları da bu konumlarını rahatça sürdürebilecekleri elverişli ortam olmalı ki, bu Kanunu aile kurumunun karşısına koyuyorlar, onu aileyi yıkmakla itham ediyorlar. Yani aslında açık açık şiddet olmayınca ailenin de olmayacağını söylemiş oluyorlar. Oysa ki tüm birliktelik formlarını bozan 6284 Sayılı Kanun değil şiddetin ta kendisi. Devletin görevi bunu tüm topluma anlatmaktır. Ancak bu görevi yalnızca kadın örgütleri üstlenmiş görünüyor.
Kadın haklarına yönelik saldırılar 6284 Sayılı Kanun’la kalmadı, kadınların nafaka hakkına da sıçradı. Aslına bakarsanız Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesinde düzenlenen nafaka, cinsiyetinden bağımsız olarak “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf”a bağlanır. Nafaka hakkından orantısız bir biçimde daha çok kadınlar yararlanıyorsa bu bizzat kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliğin en açık göstergelerinden biridir. Üzerinde konuşulması, politika üretilmesi gereken de budur. Üstelik kadınlara bağlanan nafakaların 100-200 TL gibi göstermelik tutarlarda olduğu, erkeklerin nafaka ödememek için gelirlerini düşük gösterdiği, mallarını başkalarına devrettiği, erkekler nafakalarını ödemediği için kadınların sürekli olarak hukuk mücadelesi vermek zorunda kaldığı da düşünüldüğünde nafaka konusunda yıllardan beri atılması gereken ama gündeme bile getirilmeyen adımlar ortadadır.
Kadınların ev içi emekleri ücretlendirildiğinde, evlenme ya da çocuk sahibi olma dolayısıyla çalışma yaşamından uzaklaşmalarının önüne geçildiğinde, kız çocuklarına erkek çocuklarıyla eşit eğitim olanakları sunulduğunda, eşit işe eşit ücret ilkesi hayata geçirildiğinde, kısacası çalışma yaşamında ve hayatın her alanında kadınların mücadele etmek zorunda kaldığı ayrımcılıkların önüne geçildiğinde nafakanın süresi de kendisi de tartışma konusu olmaktan çıkacaktır. Şu haliyle yürütülen tartışmalar Türkiye’nin taraf olduğu ve uygulamakla yükümlü olduğu hem 2011 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nin hem de 1979 tarihli Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) özüne aykırıdır. Özellikle kamu gücü kullananların ayrımcı söylemleri bakımından Türkiye’nin önlem alma yükümlülüğü vardır.
Son olarak tartışmaların temelinde yer alan nafakanın süresiz olduğu yönündeki argümanın en yalın ifadeyle manipülasyon olduğunu söylemem gerekir. Türk Medeni Kanunu’nun 176. maddesine göre yoksulluğa düştüğü için kendisine nafaka bağlanan taraf evlenirse ya da maddi durumu değişirse nafaka kaldırılır. Aynı şekilde nafaka ödeyen tarafın maddi durumunda değişiklik olması halinde de nafakanın kaldırılması gündeme gelebilir.
(Sosyalist İşçi)