ODTÜ direnişinden Mert Kükrer: “En kritik koalisyonu biz kurduk”

30.06.2015 - 10:48

ODTÜ’de işinden atılma tehdidine karşı direnen Mert Kükrer, direniş çadırının önünde mücadelelerini anlattı. Koalisyon tartışmalarına da değinen Kükrer, “Burada en kritik koalisyonu biz kurduk. Asistanı, hocası, işçisi, kadrolusu, taşeronu, öğrencileri burada taleplerimiz için birleştik, mücadele ediyoruz” diyor.

ODTÜ’de çalışan Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesi yöneticileri Mert Kükrer ve Barış Çelik, sendikal faaliyetleri sebebiyle işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Daha önce işyeri temsilcisi Ekin Erdem Evliya’nın işine son verilmesi ile başlayan baskı dalgası, bu sefer de araştırma görevlisi Mert Kükrer ve teknisyen Barış Çelik’i hedef alıyor.

Bu sebeple, Eğitim-Sen üyeleri günlerdir rektörlük önünde kurdukları çadırla direnişe başladılar. Bu söyleşi direnişin altıncı gününde yapıldı. Söyleşinin hemen ardından yapılan mezuniyet törenine, öğrencilerin Mert Kükrer ve Barış Çelik ile dayanışma mesajları damgasını vurdu.  

Marksist.org'un röportajı şöyleydi:

Öncelikle sizi direnişe taşıyan süreci özetler misin?

Mert Kükrer: ODTÜ’de geçtiğimiz Aralık ayında çalışanların maaşlarının yatacağı bankanın belirlendiği bir maaş promosyonu ihalesi yapılmıştı. Bu ihaleye çıkılırken ODTÜ yönetimi şartnameye belli bankaları tarif eden şartlar yerleştirdi. Bunun ardından biz de yetkili sendika olarak buna itiraz ettik. Yaptığınız emekçilerin aleyhinedir, bizim aleyhimize olan maddeleri buradan çıkarın dedik. Bunu kabul etmediler. Biz de kademeli olarak eylemlerimizi arttırdık. En sonunda da iş geldi üç günlük bir grev örgütlenmesine dayandı. Tabii, burada grevden kasıt çoğu iş bırakmamızda olduğu gibi insanların ofisin başından bir saatliğine ayrıldığı veya öğleden sonra işte bulunmadığı bir iş bırakmadan ziyade yemekhane, kütüphane, öğrenci işleri, sosyal bina, yapı işleri, elektrik işletme, su işletme, taşıt, atölyeler gibi yerlerin tamamen kapandığı, “Bu işyerinde grev var” pankartlarının asıldığı, grev gözcülerinin yerleştirildiği ve bütün çalışanların yürüyüşe katıldığı, yaklaşık 1200 kişinin iş bıraktığı gerçek bir grevdi ve okulda üç gün boyunca hayatı durdurdu. Öğretim üyelerinin katılımı düşük olduğu için dersler yapılmaya devam edildi fakat okulda hissedilmemesi mümkün olmayan bir eylem değildi.

Bu eylemlilik süreci ve görüşmeler sürerken işyeri temsilcisi Ekin arkadaşımız (Ekin Erdem Evliya) tehditler almaya başladı. “Tez zamanın”, “bak danışmanın da karşıymış”, “50d’li asistansın, sıkıntı yaşarsın” gibi el altından tehditler almaya başladı. Ardından da kendi bölümünde bir öğretim üyesi basit bir işi arkadaşımız tamamlayamadığı için –o da kendi suçu değil kendisine geri dönüş yapmayan hocaların suçu- o arkadaşımızı tehdit ediyor “seni şikayet ederim” falan diye. Arkadaşımız da her emekçinin yapması gerektiği gibi, hatta bir işyeri temsilcisinin de elbette yapması gerektiği gibi “beni tehdit edemezsiniz, isterseniz şikayet edin ama esas yapmanız gereken bana bunun sebebini sormaktır” diyor. Tabii Mühendislik Fakültesi’nde öğretim üyelerinin bir kısmı piyasayla o kadar iç içe geçmiş durumdalar ki artık kendilerini birer patron zannediyorlar. Arkadaşımızı küfürlerle odasından kovmaya çalışıyor. Arkadaşımız da dik duruşunu sürdürüyor, “çıkmayacağım buradan, benimle böyle konuşamazsınız” diyor ve daha sonra öğretim üyesi tarafından tartaklanıyor. Hemen ardından da ayın 15’inde para çekmek için bankamatiğe gittiğinde maaşının yatmadığını gördü. Kendisine tebligat bile yapılmadan işten atıldı. Hem tartaklandı hem işten atıldı.

Biz bu olayın arkasında da arkadaşımızın sendikal faaliyetlerden dolayı hedef hâline gelmesi olduğunu düşünüyorduk. Ve bunun ardından biz de grevin üçüncü günü tüm bölümleri dolaştık, tüm birimleri kapattık, rektörlüğün içinde yarım saat boyunca bir eylem gerçekleştirdik. Daha sonra ise İnşaat Mühendisliği bölümüne gittik. Burada bu arkadaşımızı tartaklayan öğretim üyesinin bu davranışı da, arkadaşımızın işten atılması da protesto edildi. Bu protesto sırasında bu öğretim üyesinin eyleme bir müdahalesi oldu. Provokasyon yaptı eyleme, sözlü ve fiziksel olarak, kameraya çekerek vs. Orada ufak bir tartışma yaşandı. Çok ciddiye alınır bir tarafı olmayan bir tartışmaydı bu. Daha sonra bu olayı “öğretim üyesinin dersini bastılar, onu tartakladılar” gibi bir kılıfa büründürüp şimdi o grevin örgütleyicisi insanları cezalandırmaya, emekçileri sindirmeye çalışıyorlar aslında. İşin özeti bu.

Bizleri kamu görevinden çıkarma talebiyle YÖK’e sevk ettiler disiplin cezalarıyla. Başka arkadaşlarımız mobbinge uğruyor, sürgüne uğrayan arkadaşlarımız var. Üç arkadaşımız da kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına çarptırıldı.

ODTÜ, araştırma görevlilerinin istihdamında 50d maddesini en katı şekilde uygulayan okullardan birisi. Bu madde bir yandan da araştırma görevlilerinin mücadelesini engellemek için kullanılıyor diyebilir miyiz?

Tabii. Güvencesizleştirmenin şöyle bir boyutu var. Bizim sendika olarak savunduğumuz bir slogan var: “İş güvencesi olmadan akademik özgürlük olmaz”. Çünkü insanların bilimsel bilgi üretiminde iş güvencesi elinde olacak ki halkın çıkarları doğrultusunda araştırmalar faaliyetler yapabilsin. İş güvencesinin olmaması bunu elinden alıyor. Akademik özgürlükler meselesinin ötesinde sendikal özgürlükler meselesi de var. İnsanlar hakları için mücadele edip örgütlenmelerinin önünde de bir engel güvencesizleştirme, hatta insanlık onurlarını korumalarının önünde de engel. Taciz, darp, mobbing, psikolojik bir takım başka tür baskılar falan çok yoğun olarak yaşanıyor ama güvencesizlik insanların buna karşı mücadele etmesinin önünde engel oluyor.

Ben örneğin Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’nda (ÖYP) bir araştırma görevlisiyim. Bizde de senetle aynı şey yapılıyor. İş güvencemiz var ama senet dayatması var. Bir pranga gibi boynumuza asmışlar. Şimdi örneğin işten atıldığımda 250-300 bin arası bir tazminat ödemem gerekecek. Bunlar hep mücadele etmeyelim diye önümüze koyulan engeller aslında.

ODTÜ son yıllarda hep muhalif tavrıyla öne çıkan bir üniversite. En azından böyle sunuluyor. İş güvencesine ilişkin bu tavırları ile hükümetle aralarındaki çelişkiyi nasıl değerlendirirsin?

Baktığınız zaman ODTÜ, YÖK’ün açıkladığı Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığı’nın açıkladığı endekslerde hep birinci sırayı alıyor. Biz bunlara aslında ticarileşme endeksi diyoruz. Bu ticarileşme endeksi şunu gösteriyor: Burada üretilen bilgi ne kadar piyasaya açılabiliyor? Hangi şirketlerle nasıl bir dolayım üzerinden yapılabiliyor, onu gösteren bir endeks. Burada ODTÜ’nün birinci çıkması bir tesadüf değil. İş güvencesinin yokluğu, buradaki bilimsel yayınların, faaliyetlerin kamçısı olarak kullanılıyor. İki sene içinde hemen yüksek lisansını bitir git, yerine yenisi gelsin. Örneğin Teknokent, Türkiye’nin ilk teknokenti, başta Aselsan olmak üzere pek çok şirket orayı işgal etmiş durumda. Yani ODTÜ piyasayla hayli bütünleşmiş bir üniversite. Bunlar üzerinden hükümetle herhangi bir çekişmesi yok.

Hükümetle çekişmeleri şurada ortaya çıkıyor: ODTÜ’nün bir tarihsel geleneği var. Direnme, mücadele etme, daha iyisini kurma mücadelesinde tarihte bir yeri var. Halkın da bakışında genel olarak bu değerleri sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Ama bunu sahiplenen ODTÜ yönetimi değil aslında. ODTÜ öğrencileri, çalışanları, mezunları vs. Dolayısıyla ODTÜ yönetimi eğer hükümetle çekişmek zorunda kalıyorsa çoğunlukla bu kamuoyu baskısı altında kalıyor, yoksa hiç tercih ettikleri bir şey değil. Birkaç örnekle açıklayayım.

Birincisi ODTÜ yönetimi, Tayyip Erdoğan okula geldiği zaman yapılan protestolarda polis şiddetine karşı bir kınama açıklaması yayınlamıştı. Bu açıklamayı yayınlaması için gecenin bir yarısı amfide, insanların amfinin kapısını kapatarak, “Hayır o açıklamayı yapmadan buradan gidemezsiniz” demesi etkili olmuştu. Yine yolda (ODTÜ’nün içinden geçirilen 1071 Malazgirt Bulvarı) Melih Gökçek’e “Gelin bu projeyi yapın ama öğrencilerin olmadığı bir zamanda yapın” diyen kendisidir. Biz burada yolu engellemek için mücadele örgütlerken “ben bu yola izin verdim” diye kanal kanal dolaşan kendisidir. Selahattin Demirtaş buraya seçimlerden önce öğrencilere hitap etmeye geldiğinde, hükümetin baraj altında bırakma politikasına uygun olarak, “burada bulunmasanız iyi olur, provokasyon olabilir, önüne geçemeyiz” gibi laflarla gelmesini engellemeye çalışan yine kendisidir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla hükümetle hiç de öyle çekişen bir pozisyonda değil. Aslında hükümetle çekişen ODTÜ’nün geleneğini temsil eden öğrenciler ve çalışanlar. Yönetimdekiler daha çok “ne şiş yansın ne kebap” politikası izliyorlar.

Son dönemde Eğitim-Sen üyelerine dönük çeşitli baskılar gündeme geliyor. Farklı illerden de benzer haberler alıyoruz. Sizin yaşadığınız sürecin bunun bir parçası olduğunu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle bir parçası. Bugün bizim savunduğumuz şey az önce de belirttiğim gibi ODTÜ’yü temsil edenin öğrenciler ve çalışanlar olduğu. Türkiye’nin diğer üniversitelerinde Eğitim-Sen’li olsun olmasın çalışanlar hem günlük hayatlarında, hem bir mücadeleye giriştiklerinde ne gibi baskılar görüyorsa aynısının ODTÜ’de de olduğunu bu çadırın burada olması gösteriyor. Farzı misal söylüyorum Muş Alparslan Üniversitesi’nde insanlar nasıl işten atılıyorsa, ODTÜ’de de atılıyor. Tayyip Erdoğan’ın atadığı rektörler var orada ama burada da yönetim açısından bir farklılık yok. Biz bunu bütünsel olarak akademi üzerinde kurulan baskının ODTÜ’deki ayağı olarak görüyoruz. Kesinlikle bir farklılık yok yani.

Bugün direnişin altıncı günü. Başladığınızdan bu yana buradaki çalışanların, öğretim üyelerinin ve diğer Eğitim-Sen üyelerinin buraya katılımı ne durumda?

Öğretim üyelerimizin bir kısmı gerçekten “Bu nasıl karar, böyle bir şey olamaz, kabul edilebilir bulmuyoruz, hukuki usullere uygun değil, ayrıca karar da haksız ve adil olmayan bir karar” diye tepki gösterdiler ve yanımızda yer alıyorlar. ODTÜ’nün idari personeli, işçileri, taşeron işçileri çadırı ve buradaki eylemi sahiplenmiş durumda. Burada çadırımızın yanında bir de tentemiz var. Tenteye her gün onlarca, yüzlerce insan akın ediyor ve buralarda insanlar konuşuyor tartışıyor. Nasıl örgütleneceklerini,  var olan durumu nasıl değiştirebileceklerini, kendi sorunlarını nasıl çözebileceklerini, bu meselenin nasıl çözülebileceğini konuşuyorlar. Hem ODTÜ içinden hem ODTÜ dışından insanlar gelip burada tartışıyorlar. Burası bir örgütlenme merkezine de dönüşmüş durumda. Ciddi bir sahiplenme var. Bu bir kamuoyu da yaratıyor, yönetimi de baskı altında tutuyor. Biz bu kamuoyu basıncının etkili olacağını, yönetimin hukuksuzlukları ve haksızlıkları gidermesi için adım attıracağını düşünüyoruz.

Buraya gelme şansı olmayan veya farklı şehirlerde bulunan insanların sizinle dayanışmak için yapabilecekleri neler var?

Pek çok şey var. Bir kere sosyal medyayı aktif bir şekilde bizim görünür olmamız için kullanabilirler. Nasıl Tayyip Erdoğan ODTÜ’yü işgal etmeye çalıştığında bir mücadele örgütlediğimizde dışarıdan kamuoyunun sahip çıkması bize kazandırdıysa, nasıl yol eylemlerinde yolun yapımına engel olamasak dahi isyanın ruhunun aylarca sürmesinde insanların sahiplenmesi rol aldıysa, yine burada bir ODTÜ’ye sahip çıkma mücadelesi olduğunu düşünüyoruz. Sahip çıkmaları açısından hem kendi bulundukları alanlarda bizim taleplerimizi yaygınlaştırabilirler, Change.org’da bir imza kampanyası yapılıyor örneğin. Bunu imzalayabilirler. Pek çok şey yapabilirler, biraz da onların yaratıcılığına kalmış.

Okuyucularımıza özel olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Biz yoğun bir baskı altındayız fakat bu baskı altında bir direniş, bir mücadele örgütledik. Bunu da ileri bir mevziden kurduk. Rektörlüğün önüne çadırımızı yerleştirdik. Herhangi bir şekilde kaldırmamızı istemediler, isteyemediler aslına bakarsanız. Şimdi koalisyon falan tartışmaları var, aslında en kritik koalisyonu biz kurduk. Az önce bahsettiğim gibi asistanı, hocası, işçisi, kadrolusu, taşeronu, öğrencileri burada taleplerimiz için birleştik mücadele ediyoruz. Bu koalisyonun ülke çapında, çapında kurulduğunda neler neler yapabileceğimizi hep beraber düşünelim. Yeni Türkiye de, yeni ODTÜ’de engizisyon mahkemelerinin değil emekçilerin omuzlarında yükselecek.



Bültene kayıt ol