(Video) Hrant'sız 15 Yıl: Her Yerdesin Ahparig

15.01.2022 - 14:57

Agos'un kurucusu, Ermeni aydını Hrant Dink, 15 yıl önce gazetesinin önünde vurularak katledilmişti. DurDe Platformu tarafından düzenlenen anma ve adalet mücadelesi toplantısı Kadıköy’de yoğun katılımla yapıldı. Toplantıda konuşmacılar Hrant’ın fikirlerini, dava sürecini, cinayetten sorumlu olan kişi ve kurumları anlattı.

Elif Akgül - Gazeteci

Hrant’ı öldürüldüğü gün tanıdım, stajyer gazeteci olarak cenazesini izledim. Sonrasında mesleki hayatım açısından Hrant davası benim için merkezi bir hal aldı. Hrant davası Türkiye’deki cezasızlık tarihinin bir örneğidir. Yargılananlar arasında başka davalarda da yargılanan kişiler vardı. Beyazıt katliamı sanıklarından Reşat Altay, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah yargılanıyordu. Dava sürecinde devlette devamlılığın esas olduğunu anladık. Dava içerisinde Türkiye’deki hakim çevreler içindeki bazı çıkar çatışmalarını daha iyi anladık.

Dava Beşiktaş’taki DGM’de başladı, duruşmalara yüzlerce insan katılıyordu, Sultanahmet’te de katılım yoğundu. İlk cezalar verildikten sonra, Ocak 2012’de kitleler bu karara öfkelendi, bunun dışa vurumu oldu.

İkinci yargılama ile beraber bu yoğun katılım ortadan kalktı, hâlbuki ilk yargılamaya göre devletin nasıl işin içinde olduğu daha fazla ortaya çıktı. Mesela Engin Dinç sanık olarak davaya eklendi, Muammer Güler tanık olarak geldi, ama adalet isteyenlerin katılımı azaldı, davayı sadece belirli isimler takip etti. Davaya toplumsal ilgi azalınca, medyanın da ilgisi azaldı.

Davada pek çok itiraf vardı. Şunu rahatça söyleyebildiler: Biz istediğimizi koruruz, istediğimizi korumayız. Engin Dinç’in uzun süre gelmemesi bunun örneğidir. Celalettin Cerrah duruşmada yalan söyleyebiliyordu, mesela Hrant’ın koruma talep etmediğini söylüyor, koruma talep etmeyeni koruyamam, yetkim yok diyordu. Hâlbuki pek çok örnek vardı, koruma talep etmeden korunanlar vardı: Orhan Pamuk, Ertuğrul Özkök gibi.

Sonuçta devlet memurları, yine Adalet Bakanlığının memurları olan hâkimler karşısında istedikleri yalanı söylediler, engellenmediler.

Cemaat ile olan kamplaşma 2.davaya damgasını vurdu. Sürekli ortak ifadeler veriliyordu. İlk dava Ergenekon’a sıkıştırılmak istenmişti, 2.dava Fetö’ye sıkıştırıldı, verilen kararlar bu yüzden hakikati yansıtmıyor.

Hrant cinayeti davası devletin Fetö ile mücadelesinde bir araç olarak kullanıldı. Biz buna gazeteciler olarak şahit olduk. Mesela Nedim Şener’in dava ile ilgili söylediklerinin yıllar içindeki değişimi bunun tipik örneğidir.

Davada şunu gördük: Hrant göz göre göre korunmamış. Korunması ile ilgili talepleri üstün körü konuşmuşlar. Cinayet sonrası da kendi hatalarını örtmek için sahte belgeler düzenlemişler. Bunu davada öğrendik.

Karar duruşmasında en azından cemaat davalarında yargılananlar hariç, devletin kendi elemanları, iktidarın yakın bulduğu memurlar korundu, çoğu zaman aşımı ile ceza almadı.

Bir kısım sorumluların adil yargılanma hakları ihlal edildi, bir kısmına karşı ise aşırı toleranslı davranıldı. Bunların hepsi bozma nedeni.

Ben gazeteci olarak bu davayı anlatmayı devam ediyorum, buna devam etmek lzım. Meslekte ilk takip ettiğim davaydı.

Hülya Deveci – Avukat

15 yıllık ardı ardına yapılan takipsizlik soruşturma dosyaları ve dava dosyaları ile birleşen çok karmaşık bir yargılama süreci vardı. Hukuki ve teknik değerlendirmesini, özellikle şu an ne durumdayızı anlatmaya çalışacağım.

19 Ocak 2007 tarihinde Hrant Dink’in öldürülmesinden hemen sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı ve soruşturma sonunda 20 Nisan 2007 tarihinde tetikçi Ogün Samast ve ilişkide olduğu sivil kişiler hakkında iddianame düzenlenerek özel yetkili 14. Ağır Ceza Mahkemesinde 2 Temmuz 2007 tarihinde dava görülmeye başlandı. Savcılık tarafından farklı tarihlerde düzenlenen iki iddianame ile bu dosya sanıkları arasına Coşkun İğci ve Osman Hayal de eklendi.

Yapılan yargılama sonunda cinayetin on dokuz sanığı ile ilgili 17 Ocak 2012 tarihinde karar verildi. Verilen karara hem davanın avukatları olarak hem de Savcılık tarafından itiraz edildi ve karar Yargıtay tarafından “cinayetin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği” gerekçesiyle bozuldu. Tekrar yargılama yapıldı.

Savcılık iddianame düzenlemiş olmasına rağmen Hrant Dink cinayetinde açığa çıkan bilgileri soruşturmak amacı ile soruşturma dosyasını da açık tutmaya devam etti.

Ancak savcılık tarafından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, EGM İstihbarat Daire Başkanlığı, Samsun İl Jandarma Komutanlığı, Samsun İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Valilik ve Milli İstihbarat Teşkilatı görevlileri hakkında 2007 yılında ana suç kapsamında soruşturma yapılması ve iddianame düzenlenmesi gerekliliği bulunmakta iken bu yapılmadı, soruşturma ve incelemeler yapıldığı hallerde de soruşturma izinleri verilmedi ve takipsizlik kararları verildi.

Yani 2015 yılının Mayıs ayına gelinceye kadar yukarıda bahsedilen tetikçi Ogün Samast, Yasin Hayal ve ilişkide bulundukları sivil kişilerin yargılandığı ana dava ve Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli 8 personelin yargılandığı dava dosyasının dışında hiçbir devlet görevlisi hakkında soruşturma yapılmasına izin verilmedi ve dava açılmadı.

İlk davanın yargılaması devam ederken soruşturma dosyasındaki tüm kovuşturmasızlık kararlarına yönelik olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. AİHM tarafından da 14 Eylül 2010 tarihinde, cinayette sorumluluğu olan görevliler hakkında etkin bir soruşturma yapılmaması sebebiyle Hrant Dink’in yaşam hakkının ihlal edildiği kararı verildi. 

AİHM’in vermiş olduğu ihlal kararından sonra bazı kamu görevlileri hakkında yargılamaların önü bir ölçüde açılmış oldu. AİHM kararından sonra yapılan suç duyuruları üzerine farklı işlemlere dair neredeyse eş zamanlı olarak farklı kurumlardan verilen 4 önemli karar, şu anki yargılamanın başlamasına sebep oldu. Bu kararlar ana başlıklarıyla; 

Bakırköy 8.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 21 Mayıs 2014 tarihli karar, Anayasa Mahkemesi tarafından 17 Temmuz 2014 tarihinde Ergun Güngör ile İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında verilen ihlal kararı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 3. Dairesi tarafından 1 Temmuz 2014 tarihinde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ile Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin Cumhuriyet Savcılıklarınca genel usullere göre soruşturulması gerektiği kararı ve Adalet Bakanlığı’nın 16 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul C. Başsavcılığının talebine dair verdiği red kararı.

Arka arkaya verilen ve soruşturmaların önünü açan kararların ardından 2014 yılının sonundan itibaren kamu görevlileri de şüpheli sıfatı ile ifade vermeye başladılar.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hrant Dink cinayetinin gerçekleşmesinden uzun yıllar sonra, 15 Aralık 2015 tarihinde ve 10 Mayıs 2017 tarihinde, cinayette sorumluluğu olduğu, cinayete iştirak ettiği iddia ve beyan edilen ağırlığı devlet görevlilerinden oluşan kişiler hakkında iddianame düzenlendi, 85 sanık yargılanmaya başlandı. Elbette bu önemli bir aşamaydı. Ancak soruşturma dosyasında Savcılık tarafından aynı zamanda birtakım hususlar eksik bırakılmış ve etkili soruşturma yapılmamıştır.

Savcılık tarafından eksik bırakılanlar;

1. Cinayete giden süreçte yaşananlar, Hrant Dink’e yönelik linç sürecini örgütleyenler hakkında etkili bir soruşturma yürütülmedi ve cinayete giden süreçte yer alan kişilerin cinayet ile bağlarını açığa çıkartmaya yönelik soruşturma derinleştirilmedi. Cinayete giden süreçte Hrant Dink'e yönelik linç sürecini örgütleyen kişiler soruşturulmadı, soruşturulan ve şüpheli sıfatı ile ifadeleri alınan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve Oktay Yıldırım hakkında takipsizlik kararı verildi.   

2. Cinayette sorumluluğu olan kurum yetkili ve görevlileri ile ilgili yapılan yazışmalarda, cinayette sorumluluğu tartışılan kişilerin ve kurumların vermiş oldukları yanıtlar ile yetinildi, başka inceleme yapılmadı.

Cinayette sorumluluğu olan, davada sanık olarak yer alan bazı devlet görevlileri, cinayete dair soruşturmanın yürütülmesinde görev aldı. Soruşturma ve dava dosyalarına bizzat bilgi ve belge gönderdi, beyanlarda bulundu, değerlendirmeler yaptı. Bu başlı başına gelen cevapların doğruluğunu sakatlayan bir durum oldu.

3. Cinayette sorumluklarına dair ciddi iddialar bulunan İstanbul Valilik görevlileri ile İstanbul ve Trabzon MİT Bölge Başkanlığı görevlileri soruşturulmadı. Yalnızca 2004 yılında İstanbul Valiliğinde Hrant Dink ile görüşmeye katılan Vali Yardımcısı Ergun Güngör ile MİT İstanbul Bölge Başkanlığı görevlisi Özel Yılmaz’ın şüpheli sıfatı ile ifadesi alındı fakat bu kişiler hakkında da ‘takipsizlik ’ kararı verildi.

4. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğünün bir kısım görevlisi hakkında cinayette sorumluluklarına dair deliller bulunmasına rağmen iddianame düzenlenmedi. 

5. Elbette en önemlisi de somut olarak cinayetin kim veya kimler tarafından ve hangi süreçlerden geçirilerek karara bağlandığı açığa çıkarılamadı.

Ancak eksik de olsa 15 Aralık 2015 tarihinde hazırlanan iddianame ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu görevlilerinin bir bölümü hakkında dava açıldı. Dava devam ederken 10 Mayıs 2017 tarihinde hazırlanan iddianame ile dosyaya bir kısım sanık daha eklendi ve 2016 yılının başında aralarında Ogün Samast, Yasin Hayal ve bazı kamu görevlilerinin de olduğu 85 sanık yargılanmaya başlandı.

Ancak yargılama aşamasında da gerçeğin açığa çıkarılmasında önemli olduğunu düşündüğümüz birtakım taleplerimiz Mahkeme tarafından kabul görmedi. Peki, bunlar nelerdi;

1.Öncelikle yargılamada çok sık mahkeme başkanı ve heyeti değiştirildi. Böylesi kapsamlı bir dosyada Mahkeme başkanı ve heyetin çok sık değiştirilmesi başlı başına bir sorundur. Hakimlerin dosyaya hakimiyetlerini fiilen ortadan kaldırır. Bu, ara kararları da sonucu da sakatlayan önemli bir unsur haline gelir.

2. Son heyet değişikliğinden önce talebimiz üzerine Mahkeme tarafından MİT görevlilerinin tanık olarak dinlenilmesine dair karar verildi. Ancak heyetin değişmesinden sonra itirazlarımıza rağmen, MİT görevlilerinin dinlenilmesi kararından vaz geçildi.

3. 15 Eylül 2020 tarihli dilekçe ile Genelkurmay Başkanlığına yazı yazılması, yazılacak yazıda, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Hrant Dink'e yönelik ağır ifadelerin kullanıldığı 22 Şubat 2004 tarihli basın açıklamasının yapılma nedeni ve nasıl karara bağlandığı, basın açıklaması ile ne amaçlandığı, MİT Müsteşarının Genelkurmay Başkanlığından kim tarafından arandığı, Hrant Dink ile görüşülmesinin neden istendiği ve bu görüşme ile ne amaçlandığının sorulmasını istedik, fakat bu talebimiz Mahkeme tarafından reddedildi. 

4. Yine 15 Eylül 2020 tarihli dilekçemiz ile cinayet tasarısı, Yasin Hayal’in faaliyetleri ve Mc Donalds eylemi ile ilgili bilgisi olan altı kişinin tanık olarak dinlenmesini istedik, bu talebimiz de Mahkeme tarafından reddedildi.

Çok kısa bir süre sonra da Mahkeme tarafından dosya esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için Cumhuriyet Savcısına verildi, delil toplama süreci sona erdirildi. 

Başlarken belirttiğim gibi zaten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmanın yürütülme biçimi ve oluşturan takipsizlik kararları ile cinayete dair davanın sınırı ve kapsamı büyük ölçüde belirlenmiş ve cinayetin tüm yönleri ile açığa çıkarılması ve bu amaca yönelik yargılamanın gerçekleşmesi olanağı kalmamıştı.  Mahkeme tarafından Hrant Dink cinayeti yargılamasının sınırlarının ve kapsamının daraltılmasına yönelik bir tutum alındı. Bu tutum ile cinayetin bir bütün olarak tüm yönleri ile tartışılmayacağı ve yargılamaya konu edilmeyeceği ortaya konulmuş oldu.

Kısa bir süre sonra, 26 Mart 2021 tarihinde mahkeme tarafından dosya hakkında karar verildi. İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi kararının öncelikle delillerin tamamı toplanmadan oluşturulması ve haklarında cezalandırma kararı verilmesi gereken sanıkların bir bölümü hakkında beraat kararı verilmesi nedenleri ile bozulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenlerle de karara itiraz ederek İstinaf Mahkemesine başvurmuş durumdayız. Duruşmaların başlamasını bekliyoruz.

Haklarında beraat kararı verilenlerden kimler için ve neden itirazda bulunduk;

1. Mahkeme tarafından dosyada sanık olan İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler hakkında "Kasten Öldürmenin, İhmali Davranışla İşlenmesi" suçundan cezalandırma kararı verilmesi gerekirken haklarında beraat kararı oluşturuldu.  

2. Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay, TİEM İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç, TİEM İstihbarat Şube Müdürlüğü Bürolar Amiri Ercan Demir ile İstihbarat Şube Müdürlüğü personeli polis memuru Muhittin Zenit, Hrant Dink'e yönelik güçlü bir tehdit atmosferi ile ilgili bilgi sahibiydiler. Ayrıca Hrant Dink'in Yasin Hayal ve üyesi olduğu örgüt tarafından öldürüleceği bilgisine sahip oldukları halde yasaların kendilerine yüklediği sorumlulukları yerine getirmediler. Hrant Dink’e yönelik tehdit atmosferi ve Hrant Dink'in öldürüleceği somut bilgisine sahip oldukları halde Hrant Dink cinayetini işleyecek örgüte kasıtlı olarak operasyon yapmadılar. Hrant Dink'in öldürülmesini olanaklı hale getirdiler. Mahkeme tarafından bu kişiler hakkında "Başkasını Araç olarak Kullanmak Suretiyle Adam Öldürmek" suçundan veya "Kasten Öldürmenin İhmali Davranışla İşlenmesi" suçundan cezalandırılmalarına yönelik hüküm kurulması gerekli iken haklarında beraat kararı verildi.

3. Yine Trabzon İl Jandarma Komutanlığında görevli Metin Yıldız, Cevat Eser, Ünsal Gürel, Hüseyin Yılmaz, Ergün Yorulmaz ile Hacı Ömer Ünalır Hrant Dink cinayetinin işleneceği bilgisine sahiptiler. Bu cinayeti işleyecek örgüte cinayet öncesi operasyon yapmaları gerekirken bunu yapmadılar, cinayetin işlenmesini olanaklı hale getirdiler.  Bunlar hakkında da Mahkeme tarafından "Başkasını Araç olarak Kullanmak Suretiyle Adam Öldürmek" veya "Kasten Öldürmenin İhmali Davranışla İşlenmesi" suçundan cezalandırılmaları gerekli iken haklarında beraat kararı oluşturuldu.

Sonuç olarak bizim itirazımız; Cinayet öncesinde Hrant Dink'in yaşamına yönelik güçlü bir tehdit atmosferi bulunduğu, Hrant Dink’in saldırıların odağında olduğu, ölüm tehditleri aldığı ve/veya Hrant Dink’in öldürüleceği Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, EGM İstihbarat Daire Başkanlığı, İstanbul Valilik görevlileri ile Milli İstihbarat Teşkilatı görevlilerinin bilgisi dahilinde olmasına rağmen Hrant Dink’in yaşamanın korunmasına yönelik olarak koruma tedbirleri alınmadığı, cinayeti tasarlayan örgüte yönelik cinayet öncesi operasyon yapılmadığı ve bu yolla Hrant Dink’in öldürülmesinin olanaklı hale getirildiği yönünde oldu.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı tarafımızdan ana başlıklarla belirttiğimiz bu noktalarda itiraz ettik. Dosya şu an İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinde bekliyor. Henüz bir karar çıkmamış durumda. AİHM’de de itirazlarımız var, orada da dava süreci devam ediyor.

Garo Paylan - Milletvekili

Hrant Dink’in aramızdan alınmasının üzerinden 15 yıl geçti, saçlarım bu dönemde ağardı. Ümit Kıvanç’ın Hafıza filminde de şu duyguları yaşadım: Hrant bir hakikat anlatıcısıydı, gücü samimiyetiydi. Duygu ve düşüncelerini çok etkili anlatırdı. Karşısındakini etkilemeye çalışırdı. Bir insanı daha kurtarmaya çalışırdı.

Konjonktür de uygundu. Pek çok tabu kırılmaya başlamıştı. Elbette Hrant gibi öncüler sayesinde. İki önemli talebi vardı: Adil, eşit bir gelecek. Torunlarım için, çocuklarım için adaletli bir dünya ve Türkiye hayal ediyorum diyordu. Bu yönde insanları ikna ediyordu. Neden eşit değiliz sorusunu soruyordu.

İkinci talebi ise geçmişle yüzleşmek. Kendi halkının, Ermenilerin soykırımıyla, cumhuriyet tarihindeki bütün büyük suçlarla yüzleşmek.

Hrant bir romantikti. Türkiye’nin demokratik bir ülke olacağını, AB üyesi olacağını düşünüyordu. Ve demokratik Türkiye’de geçmişle yüzleşileceğini, atalarımızın ruhunun şad edileceğini umuyordu.

Maalesef bu etkileme gücünden dolayı hedef alındı. Çünkü insanları bu hayallere ancak böyle romantikler ulaştırabilirler. Bu meseleyi bir öfke intikam meselesinden çıkarıp bir barışma ve arınma meselesi haline getirme gücü muktedirleri korkuttu. Hrant’ı susturmamız gerekir dediler, mahkemelerde Türklüğe hakaretten mahkûm ettiler. MİT görevlileri Valilikte tehdit ettiler. Baktılar yine susmuyor, Hrant’ı katlettiler.

Devlet içinde pek çok güç odağı vardı. Hrant’ın katli üzerinden devlet içinde pozisyon kapma konuları vardı. Ama asıl amaç Hrant’ın susturulması gereğiydi. Bu susturulma sırasında çeşitli kamplar pozisyon almaya çalışıyorlardı.

15 yıldır bu davada bir cambaza bak oyunu oynanıyor. Önce Ergenekon denilen örgütün üyeleri yargılanmış gibi yapıldı. Şimdi de cemaat denilen insanlar yargılanmış gibi yapılıyor. Gerçek şu: yalnızca demokratik bir Türkiye’de Ermeni soykırımı ile yüzleşilebilir. Yalnızca demokratik bir Türkiye’de Hrant için adalet sağlanabilir.

Hukukçu arkadaşların çabalarına saygı duyuyorum, ama anti demokratik bir ortamda hiçbir ilerleme sağlanamaz. Bazı kayıtlar düşülmüş olur, ama demokrasi konusunda baş aşağı giderken davada bir milim ilerleme olmaz, bizimle dalga geçiliyor.

Ancak Türkiye demokratikleşme yoluna girerse Hrant davasında da bazı gelişmeler olur. Yeni gelecek iktidar eğer demokrasi yoluna dönebilirse Hrant davasında da bazı olumlu adımlar atılabilir.

Başta DSİP’li yoldaşlarım olmak üzere, tüm yoldaşlar birlikte yaptığımız soykırım anmalarında umutlandığımız günlerde olduğu gibi bazı gelişmeler olabilir.

Ben de romantik olduğumu düşünüyorum. Hrant’ın cenazesine katılan yüzbinler sonrasında veya mahkemelerde davanın devletin bir arınma davasına dönüşebileceği umuduna kapılmıştım. Eğer adil bir yargılanma olursa ceberut devletin tuğlası çekilebilir, devletin karanlık yüzü açığa çıkarılabilir, büyük toplumsal suçlarla ilgili arınma süreci başlayabilir diye umut ettim.

Kemal Kurkut davasında örneğin onu arkasından vuran polis bile yargılanamıyor. Çırılçıplak Kürt gencini öldüren polisin yargılanmasına gerek yoktur denebiliyor, mahkeme tarafından, aynı gelenek devam ediyor. O yüzden bugün Hrant ile ilgili alabileceğimiz bir yol yok. Bir suç makinesi işlemeye devam ediyor. Bazen makinistlerle uğraşıyoruz. Baştaki giderse her şey çok güzel olacak diyebiliyoruz, bu da yanılsama. Bir suç makinesi var, bu aygıtı ortadan kaldırmadan başka mücadelelerin fazla önemi yok.

Bugün iktidar zaten kötü, muhalefet ise milliyetçilik yarışında. Biz muhalifler olarak mücadele etmeye devam edeceğiz. Umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Bu kötülük aygıtını bir şekilde yeneceğiz. Hrant’ın dediği eşit, özgür ülkeyi kuracağız.

DSİP’li yoldaşlarım Ermeni soykırımı, yüzleşme, anmalar konusunda çok önemli mücadeleler verdi. Biz Hrant’ın arkadaşları olarak hep şunu söyledik: Öldür diyenler yargılansın. Ama hiçbir zaman bu kişiler yargılanmadılar. TCK’ya göre bir kişinin öldürülmesini engellemeyenler en az 20 yıl hapis cezasına çarptırılır, bu ceza kimseye verilmedi.

Cemaatçi polisler konuşacağım dediklerinde yakınları tutuklandı, göz dağı verildi, onlar da konuşmadılar. Devletin içindeki bu karanlık kendi kanatlarının bazen ayağına basıyor, birkaç yıl hapiste yatırıyor, ama gerçeklerin ortaya çıkması yolunda hiç yol alınmıyor.

Çünkü gerçeğin açığa çıkması için gereken siyasi irade ortaya konmuyor.  Yedi kere önerge verdim meclise, Hrant Dink cinayetinin bütün yönleri ile araştırılsın diye, hepsi reddedildi. Ermeni, Rum ve Kürt düşmanlığı en önemli düşmanlıklar. Kürt, Ermeni veya Rum bizim düşmanımız değil. Bu düşmanlıkları ortadan kaldırmak için mücadele etmeliyiz.

Emine Uçak Erdoğan - İnsan Hakları Aktivisti

Aradan 15 yıl geçti. Bu süreçte hayat devam etti, çocuklarımız büyüdü, anmalara katılmaya başladılar. Buna karşın pek çok değişim dönüşüm ise çok ağır kaldı.

Hrant’ın 15 yıl önce söylediklerinin halen geçerliliği var. Hrant şöyle diyordu: Ermeni meselesinin ne olduğunu tarif etmek lazım. Ermeni meselesi asıl olarak eşit yurttaşlık ve demokratikleşme meselesidir, Ermeni meselesi yüzleşmeyi de içinde barındırır, ama asıl olarak eşit yurttaşlık meselesidir.

Hrant o yüzden çok etkili oluyordu, bugün de etkili oluyor. Hafıza Yetersiz belgeselinde bunlardan bahsediliyor. Garo da söyledi; Hrant belgeseli, neyi kaybettiğimizin belgeselidir.

Hrant’ı kaybetmekle 15 yıl önce neyi kaybettik: Öncelikle sakin ve etraflıca bir meseleyi konuşmayı, birbirine bağlı başka konuların da olabileceğini, bütün bunları düşmanlık oluşturmadan mahkûm etmeden konuşmayı kaybettik.

Hrant düşüncelerini söylerken kendi kimliğinden asla taviz vermez, ama karşısındaki insanı anlayan bir şekilde söz söylerdi, bunu kaybettik.

İkincisi, Hrant yüzleşmeyi özelleştirerek kendi bulunduğu grup içinden yapabilmeyi başarmıştı. Örneğin kendi grubu olarak solcuların yanlışlarını çok rahat konuşabiliyordu. Şimdi benzer şekilde ne dindarların ne de sekülerlerin bunu yapamadığına şahit oluyoruz. Bu da kaybettiğimiz bir konu.

Hrant’ın iki cümlesi beni çok etkilemiştir: Ya birlikte yaşayacağız, ya da birbirimiz tüketeceğiz. Türkiye’nin asıl meselesinin toplum olamama olduğunu düşünüyorum, bu cümle bunu çok iyi ifade ediyor. Birlikte yaşamayı öğrenemediğimiz için bütün bu toplum mühendisliklerine, katliamlara alan açılıyor, faşizm kök salabiliyor. Birlikte yaşamayı bilmiyoruz, birbirimizi tüketiyoruz, bunun en önemli sebebi de ötekinden korkmak.

İkinci cümlesi şuydu: Kendi varlığını ötekinin düşmanlığı üzerine kuruyorsan kimliğin hastalıklıdır. Sorunlarımızdan en önemlisi bu, düşmansız yapamıyoruz. Özellikle muhafazakârlarda bu çok var diye düşünürdüm. Necip Fazıl şiirinde bahseder. “Ey düşmanım, gece gündüze ne kadar muhtaçsa ben de sana o kadar muhtacım” der. Yani bütün kimlikler ötekinin düşmanlığı üzerine kuruluyor. Böylece kendi kimliğini öne çıkarabiliyor, Hrant bunu hastalıklı olarak tanımlıyor. Düşman olmadan kendi kimliğini anlatamayanda hastalık var derdi. Şimdi ise dindarı seküleriyle ‘düşmansız yaşamayanlar kulübü’ gibiyiz.

Garo değindi; Etyen de bahsetmişti, sahicilik, samimiyet meselesi var. Hrant, karşısındakinin derdini samimi bir şekilde hisseden ve karşısındakine aktaran bir kişiydi. Hrant’ı kendi sözlerinden duyan gençler, ondaki sahiciliği fark edeceklerdir.

Bu kadar sahici ve etkili olabilmesinin devletin onu “yok edilmesi gerekir” olarak kodlamasına yol açtığına ben de inanıyorum. Sözünün etkisi vardı. Azınlık olarak görülen bir kişinin kitleleri ikna edebilecek gücünün olmasından korktular.

Hrant gibi yaşarken kıymeti bilinmeyen insanlar hala var, bu bir sorun. Hrant yaşasaydı, belki de yetmez ama evetçi diye suçlanacaktı. 15 Temmuzda darbeye karşı çıktığı için hoşlanılmayacaktı. Ya da simdi onu yerli-milli diye kodlamaya çalışanlar ‘soykırım’ dediğinde yine hedefe koyacaktı. Bazı cümleleri var, bugün duyanlar bile rahatsız olabilir. Yaşarken konuşmayı önemsediği için söylüyorum. Bizler yaftalamadan, onu anlayarak konuşabilmeyi öğrenmemiz lazım. Yaşarken meselelerimiz konusunda alan açabilecek kişileri tüketmemeliyiz.

Belgeseli izlerken şunu da düşündüm: Sonuçta 20 yıldır bir şeylerin değiştiğine inanan insanlar olarak hepimizde bir karamsarlık var. Haklıyız, olmaz dediğimiz her şey tekrar oldu. Adil yargılama, suçsuzluk karinesi vb. her şey ortadan kalktı, Halen cezasızlığı konuşuyoruz.

Ama biz bir yandan da yanılmadık. Türkiye’de bir şeyler değişti. Demokrasi gelebilir. Bunu Hrant da hissediyordu. Biz bir yanılsama görmedik, Türkiye’de bir şeylerin değişeceği bir zaman oldu. Şimdi bazı şeyler daha kötüye gitmiş olabilir. Bu ülkede bu mücadeleyi, bildiğimiz dert ettiğimiz şeyin demokratikleşme olduğunu, üzerimize heyula gibi gelen ekonomik adaletsizliklerin bile eşit yurttaşlık meselesi olduğunu görmek, bu mücadeleyi devam ettirmek gerekiyor. Bunu Hrant’a borçluyuz. “Hrant için, adalet için”  Evet onun anısı için, mücadele ettiği torunları için, çocuklarımız ve hepimiz için...

Hidayet Şefkatli Tuksal - Öğretim Üyesi

15 yıldır çok şey söylendi. Rakel cenaze töreninde bir cümle kurmuştu, o beni çok etkilemişti. Katil Ogün Samast için “o da bir zamanlar bebekti, şimdi katil oldu, bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekir” demişti. Bu Türkiye’nin hikayesini özetler. Hrant’ın anma törenlerinde hep o karanlığı sorgulamak isteyen, o karanlıkta kendisinin payı olduğunu düşünen, hepimizin payı olduğunu sorgulayan insanlar bir araya geldi. Hrant samimiyeti ile düşmanca konuşmaması ile her şeyi net söylemesi ile ama asla kendisini ve karşısındakini de bir düşman olarak konumlandırmaması ile bilindi.

Türkiye’de böyle insanlar her zaman topun ağzındadır. Soruna çok yönlü bakan insanlar herkesi memnun edemez. Garo dedi ki Türkiye’de Ermeni, Rum, Kürt düşmanlığı politikası var. Ama bence eksik. TC kurulduğunda bu skala çok daha genişti. Küçük elit bir azınlık kendi yaşam tarzlarını, kurtuluş reçetelerini tüm topluma dayattı, herkes bu yüzden acı çekti, böyle bir dönem yaşadık. Elbette bazıları bu dönemde can verdiler, kimliklerinden oldular, çok daha ağır bedeller ödediler.

Bebekten katil yaratan karanlık dönem hala devam ediyor. Bir dönem umutlandık. Ama sahiplik iddiası, bizim asrımızın temel problemi bu. Sahip olmak, tahakküm etmek üzerinden, ırkçılık, milliyetçilik ve erkeklik üzerinden dünyaya, kadınlara, çocuklara, insanlara zarar vermeye devam ediyoruz.

Bu yüzden sürekli sorgulamak, buna karşı bir araya gelmek lazım. Bütün bu umutsuzluğumuza karamsarlığımıza rağmen bizleri aynı hissiyatta buluşturan, farklı yerlerde duran insanları bir araya getiren, bu konuda mücadele eden kişilere, DurDe’ye teşekkür ediyorum. Çünkü sürekli akıntıya karşı kürek çekiyoruz, sizler daha fazla çekiyorsunuz. Birlikte bir şeyler yapmak lazım, daha güçlü yapmak lazım. Sürekli düşmanlıkları harlamak değil, bu politikalara karşı burada yaptığımız gibi çok farklı kesimleri bir araya getirerek mücadeleyi daha görünür hale getirmemiz lazım.

İnsanlara bir alternatif göstermek lazım. Yoksa zaten insanlar umutsuz. Bazı konuları güncelleyerek tartışmak lazım. Mesela benim çevremdeki pek çok insan “Türklerin ırkçı olmadığı” konusunda çok eminler. Onlar ırkçılığı Amerikalıların zencilere yaptığı şey olarak biliyorlar. Bizde ise zenci yok, zaten biz zencileri seviyoruz, başka da ırkçılık olmaz diye düşünüyorlar.

Milliyetçiliğin de Türklere has olduğunu, bunun başka türlüsünün olamayacağını düşünen kişiler var. Bu düşünceler çocukluktan itibaren bu şekilde işleniyor. Okulda, ailede işleniyor. İnsanlar farklısını görmedikleri müddetçe buna inanıyor. Bunu sorgulamak için farklılıklarla karşılaşması gerekiyor. O yüzden umudu kaybetmeden daha çok ve daha sık bir araya gelmek, gündelik dilden anlatmak gerekiyor.

Solcu arkadaşlarımla yaptığım toplantılarda genellikle şöyle düşünüyorum. Bu konuşulanları birinin bana tercüme etmesi lazım, sonraları anlamaya başladım, o zaman da anlamayanlara tercüme etmek lazım diye düşündüm. Sizler belki farkında değilsiniz, ama özel kavramlarla konuşuyorsunuz. Mesela kapitalizm, bu sizin için çok bilindik olabilir, ama bunu herkes bilmez. Bunun üzerinde daha iyi düşünüp daha anlaşılır kavramlar bulabilirsiniz. Bu kelimelere aşina olan insanlar bunun üzerinde düşünmeli. Şimdi siz de bir tarikat toplantısına gitseniz konuşulanlar hakkında kendinizi çok yabancı hissedebilirsiniz.

Belki gündelik dile daha çok önem vermeliyiz. Yurdum insanına, duyarsızlığına kızdığımız insanımıza Hrant Dink’in yaptığını yapmak zorundayız. Dert olarak, mesele olarak, çözüm olarak gördüğümüz şeyleri biraz daha anlaşılır şekilde ifade etmeyi öğrenmeliyiz.

Hrant’ı katleden karanlık süreç hepimiz için, çocuklarımız için bir tehdit. Geçen yıllarda bir gün benden Hrant anmasında konuşma yapmam istendi, korktum. Sonra şunu düşündüm, Ermeniler bunu her gün yaşıyor. Ben Ermeni olsaydım Türkiye’de yaşamaya cesaret edemezdim. Makedonya’ya babamın memleketine gittiğimde hep Ermenileri düşünürüm. Ben Makedonya’da babamın doğduğu sokağa gittim, evini ziyaret ettim. Hiçbir düşmanlık görmedim, oradaki Türkler de Makedonlardan hiç düşmanlık görmemişler. Bunu biz Türkiye’de niye yapamıyoruz. Yapılamayacak bir şey değil. Ama belki de birbirimize daha çok umut vermemiz, bunları mesele etmemiz daha pratik şeyler bulmamız gerekiyor.

Hrant’ı geri getiremiyoruz, ama onun yapmak istediklerini yaparak en azından bir şeyler yapmış oluruz, inşallah.

Ozan Tekin - DurDe aktivisti

Dur De Platformu olarak ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadelemiz devam ediyor. Hrant Dink cinayetinin ardından 15 yıl geçti. Çok çok uzun bir süre ve biz bugün hâlâ onu anmaya, onun ardından adalet mücadelesini sürdürmeye devam ediyoruz.

Bu çok önemli çünkü Hrant Dink’in kendisi çok önemli biriydi. Hem Türkiye’deki genel demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin bir parçası, bir neferiydi; hem de özel olarak kendi ait olduğu toplumun, Ermeni toplumunun sorunlarını dillendirme ve 1915 Ermeni Soykırımı ile yüzleşme konusunda önemli adımlar atılmasını sağlamış biriydi. O enternasyonalist bir devrimciydi; sol örgütlerin içinde yer alarak bu yönde mücadele verdi. Daha sonra Agos’u çıkartarak çok önemli bir iş yaptı. 1915 konusunda inkârın ve sessizliğin perdesini yırtan ilk adımları attı. Ümit Kıvanç’ın Hafıza Yetersiz belgeselinde anlatıldığı gibi, bunu yaparken sürekli olarak Türkiye toplumuyla bağ kurmaya, onu kırmadan onunla diyalog içerisinde olarak yüzleşmeyi sağlamaya çalışıyordu.

Geçmişte yaşananlar nedeniyle bugüne bedel ödetme niyetimiz yok diyordu. Türkler içinde iyi insanlar da var kötü insanlar da var, Ermeniler içinde de öyle, demek ki iyi insan veya kötü insan olmak Türklükle veya Ermenilikle ilgili bir şey değil diyordu. Türklerle Ermeniler yan yana yaşayacak, ben burada yaşıyorum, benim suyum ekmeğim toprağım her şeyim burası diyordu. Onca inkâra ve sessizliğe rağmen Türkiye toplumuna böyle kardeşçe bakıyordu ve birlikte bir gelecek için ortak bir bellek inşa etmek için konuşmaya ve insanları ikna etmeye çalışıyordu.

Ve bu kadar farklı, aykırı bir ses olduğu için, bu mücadelesinin bedelini maalesef canıyla ödedi.

Hrant Dink cinayeti göz göre göre geldi. Devlet görevlilerinin yalnızca bilgilerinin olduğu değil, birçoğunun bizzat örgütlenmesine katkıda bulunduğu bir cinayetti. Genelkurmay, MİT, İstanbul Valiliği onu çağırıp tehdit ettiler. Faşist gruplar Agos’un önünde gösteriler yaptı. Tutarlı bir enternasyonalist solcu olmasına rağmen, sert milliyetçi siyasi zemini içerisinde defalarca “Türklüğü aşağılamak” suçundan yargılandı.

Bazılarımızın aklına gelebilir, sert milliyetçi olmayan dönem mi var diye. 2007-2015 arasında aşağıdan mücadelelerin basıncı ile bunu biraz kırmıştık. Ama o dönem AKP’yi devirmek isteyen ulusalcıların Hrant üzerinde aşırı bir baskısı vardı. Bugün de iktidarda AKP-MHP’nin anti Kürt milliyetçiliği devam ediyor, muhalefette de göçmenlere yönelik milliyetçi bir hava var, Biz o nedenle DurDe olarak hepimiz göçmeniz kampanyasını örgütlüyoruz.

Hrant bu ortamda öldürüldü. Yaşamını yitirdiği gün yazdığı yazıda, ruh hâlinin güvercin tedirginliğini anlatıyor, ancak 2007 yılının zor geçeceğini tahmin etmesine rağmen kalıp mücadele edeceğini söylüyordu.

Hrant Dink, egemen sınıfın yönetim mekanizmasının tüm kanatlarının içerisinde olduğu bir planın sonucunda 19 Ocak 2007 günü, Agos gazetesinin önünde, 17 yaşındaki bir faşist katil tarafından öldürüldü. 15 yıllık yargılama sürecinde kâh kamera kayıtları “bulunamadı”, kâh cinayeti işleyen “örgüt” bulunamadı. İktidarın siyasi ajandasına göre suçlu kâh Ergenekon oldu, kâh FETÖ.

Devlet Denetleme Kurulu’nun yürüttüğü incelemenin sonucunda "Dink'in yaşam hakkının korunmasında ağır kamu hizmeti kusuru vardır" ifadelerine yer veriliyordu. Ancak bir türlü Dink ailesi avukatlarının istediği türden bir yargılama yapılamadı. Dink hakkında linç örgütleyenlerle ilgili sağlıklı bir süreç yürütülmedi ve Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Oktay Yıldırım gibiler hakkında kovuşturmasızlık kararı verildi.

Sorumluluğu tartışılan devlet kurumlarının mahkemelere verdikleri beyanlar ile yetinildi. Cinayette sorumluluğu olan İstanbul Valilik görevlileri ile İstanbul ve Trabzon MİT Bölge Başkanlığı görevlileri soruşturulmadı, yalnızca iki tanesinin şüpheli sıfatı ile ifadesi alındıktan sonra kovuşturmasızlık verildi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ve görevlileri hakkında iddianame bile düzenlenmedi. Ailenin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, tüm bunların sonucunda şöyle diyordu: “Davanın kapsamını ve sınırlarını belirlemeye çalışan, cinayeti tüm yönleri ile yargılamaya konu etmeyeceğini ortaya koyan Mahkemenin oluşturacağı kararın müdahil taraf olarak bizim için de davaya duyarlı olan toplum kesimleri için de ikna edici olmayacağını bu tarih itibari ile beyan etmekteyiz.”

15 yıldır adalet arayan bizler için, Ermeni devrimci Hrant Dink’in verdiği mücadeleyi anlatmak ve bugünün özgürlükçü aktivistlerine taşımak son derece önemli. Ermeni Soykırımı’ndan sonra on yıllar boyunca devam eden inkâr politikaları, onu destekleyen yalan mekanizmaları, 1990’lara geldiğinde iflas etmeye başlıyordu. Bunda öncü rol 1996 yılında Hrant Dink ve arkadaşları tarafından çıkarılmaya başlanan Agos gazetesindeydi. Hrant Dink zaten gençliğinden itibaren sol örgütlerin içinde yer almış, hayatı boyunca demokrasi için mücadele etmişti. Agos’la birlikte Türkiye’deki Ermeni toplumunun sorunlarını dile getiriyor ve tabuların yıkılmasını, konuşulmayanların konuşulmasını sağlıyordu.

1915, Türkiye siyasetindeki iki ana akım çizginin, hem Kemalist geleneğin hem de muhafazakâr sağ geleneğin üzerinde milliyetçi temellerde anlaştığı bir konuydu. Türkiye devletinin temelleri bu büyük acının üzerinden şekillenmiş, ilkel sermaye birikimini sağlayan bir mülk gaspı yaşanmıştı. Böylesi büyük bir toplumsal travmayı devletin inkâr politikası yok saymış, görünmez kılmıştı. Hrant Dink’in başını çektiği mücadele, bu karanlık perdeyi yırtıp attı.

Bu enternasyonalist mücadele, devasa bir miras bıraktı. Öyle ki, Dink’in cenazesinde İstanbul’da yüz binler sokağa çıktı. “Hepimiz Ermeni’yiz” diyerek Türkiye devletinin tarih tezine, tüm varlık sebebine meydan okuyorlardı. Öyle ki, cinayeti tasarlayanların bir kısmı, cenaze yürüyüşünden sonra “Operasyon başarısız oldu” diye yazıyorlardı. Bu devasa kalabalık, önce “Ermenilerden özür diliyorum” imza kampanyasının, ardından 2010 yılından itibaren Taksim’de yapılmaya başlanan 24 Nisan anmalarının yolunu açtı. Büyük yüzleşme mücadelesi, Hrant Dink’ten devralınarak sürdürüldü.

Diğer yandan Hrant Dink için adalet mücadelesi de dur durak bilmedi. 15 yıl boyunca her dava öncesi Hrant’ın Arkadaşları adliye önünden sesini yükseltti. 19 Ocaklarda binler Agos’un önünde buluştu. Avukatlar sık sık, sınırlı da olsa yürüyen davanın ve soruşturmaların bu adalet arayışının ürünü olduğuna vurgu yaptılar.

Şimdi 19 Ocak geliyor. Bir kez daha eski Agos binasının önünde olacağız. “Hrant için adalet için, Hepimiz Ermeni’yiz” diye çıkan her ses, Türkiye’de işçileri patronların hakimiyetine sokan en temel ideolojiye, milliyetçiliğe vurulmuş büyük bir darbedir. Bu ses büyüdükçe, bugünlerde hayat pahalılığı ve yoksulluk karşısında büyük bir öfke duyan tek tek işçilerin kendileri için bir sınıf hâline gelmeleri mümkün olacaktır.

Dolayısıyla Hrant Dink için adalet arayışı yalnızca demokrasinin gelişmesi, özgürlüklerin tesis edilmesi için değil; aynı zamanda Türkiye’de sınıf mücadelesinin gelişimi için de gerek şarttır. Bu mücadeleyi büyütmek için, tüm dostlarımızla ve yoldaşlarımızla kol kola, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant” demek için bir kez daha Şişli’de buluşalım.

Taner Akçam - Araştırmacı

Yine 19 Ocak ve yine Hrant Dink’in hunharca katledilişi… Hrant’ı anacak ve Hrant’ı konuşacağız. Önce bir gözlem: Dile kolay tam 15 yıl geçti. Türkiye tarihinde cinayete kurban gitmiş hiçbir kişi bu kadar uzun bir süre, aynı inat ve kararlılıkla anılmadı. Bu bir ilktir.

Bunun ne anlama geldiği konusunda kafa yormak gerekir. Burada, bu 15 yıldır bitmeyen ve de bitmeden devam edecek olan anmaların anlamı üzerine bir şeyler karalamak istiyorum.

En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: Hrant Dink özlemini duyduğumuz yeni cumhuriyetimizin kurucusudur. Ve Hrant Dink Türkiye cumhuriyetinin kurucusu ilan edilmediği müddetçe de bu ülkede demokrasi ve insan haklarına saygı egemen olmayacaktır.

Çok sık duyduğum bir cümle var, “Cumhuriyeti kurduk şimdi onu demokrasi ile taçlandıracağız.” Bu cümle cumhuriyetin kuruluşuna çok olumlu bir anlam yükler. Bu bakımdan sorunludur.

Çünkü Hrant Dink’i öldüren tohum, bu Cumhuriyet’in kurucu felsefesi ve kuruluş ilkeleri ile atılmıştır. Hrant Dink, bu cumhuriyetin kuruluş ilkelerini sorguladığı için öldürülmüştür.

Ama öte yandan bu cümle doğru bir cümledir. Bu cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılması gerekir, bunun imkanları vardır. Ve bu taçlandırma ancak ve ancak yeni kurucularla ve bu kurucuların felsefelerini bu cumhuriyetin kuruluş felsefesi yapmakla mümkündür.

Hrant Dink, demokrasi ile taçlandırılacak bu yeni cumhuriyetin en önemli kurucusudur. Elbette başka kurucular da vardır. Tahir Elçi ve Seyit Rıza bilinen diğer iki isimdir. Başkaları da vardır ama ayrı bir tartışma konusudur.

Hrant Dink cumhuriyetin kurucusu ilan edilmedikçe bu Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılamaz. Hrant Dink’in kurucu ilan edilmesi, ilk Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin hatalarının sorgulaması ve düzeltilmesi anlamına gelir.

O halde iki temel tezini şöyle özetleyebilirim:

1) Cumhuriyetin kuruluşunun yapısal hataları vardır ve Hrant Dink cinayeti, cumhuriyetin kuruluşunun bu yapısal hatalarının ürünüdür.

2) Bu yapısal hatalar ancak ve ancak Hrant Dink yeni cumhuriyetin kurucusu ilan edilirse ortadan kalkabilir. Onun kurucu ilan edilmesi, yapısal hataların düzeltildiğini sembolize eder.

Önce birinci tez üzerine aydınlatıcı ek bir fikir, soru şu: Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ırkçılık nasıl ortadan kalkar; daha eşitlikçi ve adaletin tesis edildiği bir toplum nasıl kurulur? Amerikan sivil haklar hareketinin cevabı şudur: Irkçılık ABD'nin kuruluş hatasıdır. İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı verilirken, köle sahipleriyle uzlaşmaya gidilmiş ve köle ticareti anayasal bir hak olarak tanınmıştır.

Zaten bağımsızlık mücadelesinin önderlerinin önemli bir kısmı köle sahipleriydi. Bu nedenle, kölelik Amerikan anayasasının önemli bir ilkesi haline getirilmiş, ırkçılık Amerika’nın kuruluşunun yapısal bir unsuru olmuştur. Amerika’yı sadece onu ilk kuran kurucuları ile tanımlamak ve anlamak, bu yapısal ırkçılığın devamını savunmak anlamına gelir.

ABD tarihi, ırkçılığa karşı eşit yurttaşlık hakları için mücadele tarihidir ve ancak bu mücadeleler sonucunda Amerika hukuksal eşitliğin tanındığı bir ülke olabilmiştir.

Eğer, bu mücadeleyi veren ve bu uğurda hayatlarını kaybeden insanları, ABD’nin kurucu babaları olarak saymazsanız, Amerika’da ırkçılığı yenemezsiniz. Örneğin yurttaşlık hakları için mücadelede hayatını kaybeden Martin Luther King Amerika’nın yeni kurucu babasıdır. King ırkçılık üzerine kurulmuş ABD'nin eleştirisidir ve onun demokrasi ile taçlandırılmasını sembolize eder.

Hrant Dink, Türkiye’nin Martin Luther King’idir. Hrant Dink, aynı Martin Luther King gibi, Cumhuriyetin kuruluşunu sorgulayan bir felsefeye sahip olduğu için öldürüldü. Eşit Yurttaşlık hakları istediği için öldürüldü.

O halde altını çizelim. Türkiye cumhuriyetinin kuruluşu ciddi yapısal hatalar içermektedir. Tıpkı ABD'nin kuruluşunun ırkçılığı yapısal olarak içselleştirdiği gibi, bizim Cumhuriyetimiz de eşitsizliği yapısal olarak içselleştirmiştir.

Bu Cumhuriyet, Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudilerin ötekileştirilmesi üzerine kurulmuştur. Kürtlere, Türk egemenliğine itaat dışında hiçbir seçenek bırakmayacak bir biçimde kurulmuştur. Tıpkı Amerikan ırkçılığı gibi bu ülkede de ne Hristiyanlar ne Yahudiler ne Aleviler ne de Kürtler tam vatandaş sayılmamışlardır.

Sünni Türk en eşittir, ötekiler sonra gelir. Eşitsizlik bu cumhuriyetin yapısal bir sorunudur ve eğer bu cumhuriyeti sadece onu ilk kuranlar ile tanımlar ve anlatırsanız, sadece Mustafa Kemal’e övgüler düzmekle yatar kalkarsanız yapısal eşitsizliği savunur ve devam ettirirsiniz.

Hem sadece ilk kurucularla yetineceksiniz hem de din, dil, kültür farklarına rağmen herkesin eşit olduğu bir toplum isteyeceksiniz, bu mümkün değildir.

Hrant Dink, "ben Ermeni’yim, bunu böyle kabul edeceksiniz", dediği için öldürüldü. Eşit vatandaş olmak için Türk olmak gerekmediğini söylediği için öldürüldü. Hem Ermeni hem de eşit vatandaş olmanın mümkün olduğunu söylediği için öldürüldü. Tıpkı Martin Luther King’in hem siyah hem de eşit vatandaş olmak mümkündür dediği için öldürüldüğü gibi…

Yani Hrant, Türkiye’de, Ermeni’nin, Rum’un, Süryani’nin, Yahudi’nin ve Kürdün, herkesin eşit ve eşdeğer vatandaşlık hakkını savunduğu için öldürüldü. Onun Cumhuriyet’in kurucusu ilan edilmesi, bu cinayete karşı yapılacak en büyük özeleştiridir.

Son bir sözüm de şu: evet, biliyorum, Türkiye yeniden kuruluş ayarlarına geri döndü. 2000’li yıllardaki demokratikleşme süreci hüsranla sonuçlandı. Başta Ermeni soykırımı konusunda olduğu gibi, tarihte işlenmiş cinayetler konusunda yeniden fabrika ayarlarına geri dönüldü. Kürtlerin temel haklarını tanımaya yönelik açılım girişimleri tamimiyle kapatıldı. Ülke büyük bir karanlık içine yuvarlandı ve hala orada…

Ama unutmayalım, bunlar oldu ve oluyor ama çok şey de kazanıldı. Bana göre, Hrant Dink kazanılmış manevi bir zaferdir. Yaşanmış yılların boşuna olmadığının, geride, yeni cumhuriyet için elimizde çok şey kaldığının sembolüdür.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, 2007 yılına kadar, “1915’te büyük bir katliam yaşandı, bir millet yok edildi” diyen insanlar kovuşturmalara tabi tutuluyorlardı. Başta Hrant olmak üzere, bu insanlar aleyhine kampanyalar düzenleniyor, ölümle tehdit ediliyorlardı. Bu insanlar aleyhine açılmış onlarca dava vardı. Şimdi artık bunu aynı saldırganlıkla yapamıyorlar.

İddiam şudur: Hrant Dink psikolojik üstünlüktür, artık onun gibi düşünenler savunmada değiliz. Şaşırtıcı gelebilir, ama artık üstünlüğün bizde olduğunu savunuyorum. Artık savunmada olan inkârcılıktır. Yaptıklarını savunma psikolojisi ile yapıyorlar, bu fark önemlidir. Yapacaklarını yapıyorlar ama yenildiklerini çok iyi biliyorlar.

Hrant Dink, belki çok yavaş bu toplumun kılcal damarlarına sızıyor. Etrafınıza bir bakın, her yıl daha önce görmediğiniz yeni insanların Hrant Dink’i andığını, konuştuğunu göreceksiniz.

Elbette ‘gemiyi terk eden fareler’ de var ama onlar çok az. Hrant Dink’i bilmek ve anlamak isteyenlerin sayısı artıyor çünkü Hrant Dink özlediğimiz bir yeniyi temsil ediyor. İnsanların, din, dil, inanç farkına bakılmaksızın eşit yurttaşlar olmasını temsil ediyor. Yeni cumhuriyeti ve onun demokrasi ile taçlandırılmasını temsil ediyor. “Ne Mutlu Türküm Diyene” değil, “dinim, dilim, kültürüm ne olursa olsun eşit yurttaşım” diyeni temsil ediyor.

Hrant Dink’i kurucu ilan etmezsek bu cumhuriyetin yapısal eşitsizliğini tamir edemeyiz. Bu cumhuriyetin kuruluşuna inşa edilmiş eşitsizliği ortadan kaldıramayız. Ve bizler Hrant Dink’i yeni cumhuriyetin kurucusu ilan ederek, bu yapısal hatayı tamir edeceğiz. Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması ancak böyle mümkündür.

Son sözüm şu: lütfen artık açın Türkiye-Ermenistan sınırını ve sınır kapısına Hrant Dink kapısı adını verin. Bu cumhuriyetin kuruluş hatalarının giderilmesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır

Yıldız Önen - DurDe aktivisti

Tüm konuşmacılara teşekkür ederiz. Milliyetçiliğe ırkçılığa karşı mücadelede her zaman dayanışma içinde olduk. Şimdi Hrant’a yapılana benzer saldırıları göçmenlerle dayanışan aktivistlere yapıyorlar. Göçmenlerle dayanışmak çok önemli. Hrant’ı koruyamadık, en azından göçmen aktivistleri korumalıyız. Herkesi Hrant anması için 19 Ocak Çarşamba saat 14’te Agos’un önüne bekleriz.



Bültene kayıt ol