İsrail devleti ve Filistin direnişine ilişkin temel argümanlar...
1. İsrail emperyalizmden oluşmuştur
Britanya, İmparatorluğunun çıkarları doğrultusunda İsrail'in yaratılmasında çok önemli bir rol oynadı. 1917'de Muhafazakar Parti dışişleri bakanı Arthur Balfour , Filistin'de "Yahudi halkı için bir ulusal yurt" tanıma sözü verdi. Güçlü Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Filistin'i sömürgeleştirmek Britanya'nın, nüfuzunu yeniden şekillendirme projesinin bir parçasıydı.
Kudüs'ün ilk İngiliz askeri valisi Sir Ronald Storrs, Siyonist devletin "potansiyel olarak düşman bir Arap denizinde küçük bir sadık Yahudi Ulster (Kuzey İrlanda'ya atıfla, sömürgecinin uç karakolu)" olacağını söyledi.
Bu siyasi amaçlar aynı zamanda 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan Siyonist hareketin planlarının da gerçekleşmesine hizmet ediyordu.
Siyonistler, Yahudi halkının Avrupalı egemen sınıfların şiddetinden kurtulup, güvende olmasının ancak, Yahudilere özel bir devlette mümkün olacağını savundu. Tarihi ve dini kökleriyle Filistin sadece önerilerden biriydi.
Yeni bir devlet için diğer olası yerler arasında Arjantin, Uganda ya da Azerbaycan'daki bölgeler ve ABD'deki "boş" araziler yer alıyordu.
Pek çok Yahudinin reddettiği Siyonizm hiçbir zaman Yahudilere sığınma arayışı içinde olmadı. Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devlet yaratmak her zaman bir sömürge projesi olmuştur ve bu da ancak diğer halkların topraklarından sürülmesiyle mümkün olabilir.
Balfour Anlaşması İngiliz Siyonist yöneticilere bu sömürge planlarını uygulama olanağı tanıdı. Bu sömürgeleştirmenin mimarlarından biri de Filistin'deki ilk İngiliz yüksek komiseri Herbert Samuel'di.
1920'den itibaren Filistin'in komiseri olarak Siyonist yerleşimcilerin Filistinlilerin topraklarına el koymasına izin veren bir dizi yasayı kabul etti.
1919'dan 1923'e kadar Yahudi yerleşimcilerin sayısı iki katına çıktı. İngiliz sömürgeciler, Yahudi işadamlarına ve çiftçilere uzun vadeli cömert krediler sunmak için Ticaret ve Sanayi Bakanlığı'nı kurdular.
2. Siyonizm etnik temizlik anlamına geliyordu
Yeni Siyonist devlet, Filistin topraklarını ele geçirmek ve Yahudi çoğunluğunu sağlamak için sistematik bir plan geliştirdi.
Felaket anlamına gelen Nakba sırasında en az 850.000 Filistinli evlerinden zorla çıkarıldı . Köy ve kasabalarının yarısı “sadece moloz ve taş bırakarak yok edildi”.
İsrail yanlıları hâlâ böyle bir planın olmadığını söylüyor. Filistinlilerin komşu Arap ülkeleriyle olan savaş nedeniyle kaçtıklarını iddia ediyorlar.
Ancak Dalet Planı, Filistinlileri temizlemeye yönelik onaylanmış bir askeri operasyondu. Kullandığı teknikler açıktı: “Köyleri yok ederek (ateşe vererek, havaya uçurarak ve molozlarına mayın yerleştirerek).
"Direniş halinde silahlı kuvvetler yok edilmeli ve halk devlet sınırları dışına sürülmeli."
Yerleşimciler, insanlara canlarını kurtarmak için kaçmalarını söyleyen hoparlörlü kamyonetleri sürerken, köylere petrol varil bombaları attılar. Bu teknikler İsrail'in resmi kuruluşuna giden aylarda ve sonrasında geliştirildi.
Siyonist ordu Haganah vahşet ve katliamlar gerçekleştirdi. Hem Yahudilerin hem de Arapların yaşadığı Hayfa şehrinde Haganah, Arap bölgelerini yoğun bombardıman ve keskin nişancı ateşiyle kuşattı.
Daha sonra İsrail ordusunun genelkurmay başkanı olacak olan tugay komutanı Mordechai Maklef basit emirler verdi. “Karşılaştığınız Arapları öldürün. Tüm yanıcı nesneleri ateşe verin ve kapıları patlayıcılarla zorla açın.
İsrail'in o zamanki başbakanı David Ben-Gurion, 14 Mayıs 1948'de İsrail'in kuruluş bildirgesini imzaladı. BM, Filistin'in yüzde 55'inin Siyonist yerleşimcilere verileceğini belirterek bildirgeyi onayladı.
1948'den önce Filistin'de yalnızca 600.000 Yahudi yerleşimci yaşıyordu. Bu sayı Nakba'yı takip eden üç yılda neredeyse iki katına çıktı. İsrail'i 1948'de devlet olarak tanıyan ilk ülke, İsrail'in en büyük emperyalist müttefiki ABD'ydi.
3. Filistin direnişi nasıl oluştu?
1950'lerde, ulusal kurtuluş hareketinin yavaş yavaş inşa edilme süreci, bölgeye dağılmış mülteci kamplarında hız kazandı.
Filistinli mülteciler BM kuruluşlarından yetersiz destek aldılar ancak ev sahibi ülkeler tarafından siyasi haklardan mahrum bırakıldılar. Zengin veya orta sınıf Filistinliler, kamu hizmetlerinde ve medyada kilit rol oynadıkları Körfez'e yöneldiler.
Yeni bir Filistin hareketi işte bu çevrelerin arasında doğdu. El Fetih 1959'da kuruldu. Kurucuları arasında Yaser Arafat ve Mahmud Abbas da vardı. Abbas, Filistin devletinin şu anki başkanıdır.
El Fetih'in temel ilkelerinden biri “müdahale etmeme” idi; Filistinliler, yaşadıkları Arap ülkelerindeki mücadelelerde taraf olmamalıydı. Bu, son derece sorunlu da olsa, Filistinlilerin diğer anti-emperyalist grupların gerilla taktiklerinden esinlenerek İsrail devletine karşı silahlı direnişe odaklandığı anlamına geliyordu.
1967'deki Altı Gün Savaşı İsrail'in, aralarında Mısır, Suriye ve Ürdün'ün de bulunduğu Arap devletlerinden oluşan bir koalisyonu yok etmesine tanık oldu. Savaşın sonunda İsrail Gazze, Batı Şeria, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nın kontrolünü ele geçirdi. İsrail birlikleri, çoğu sürgün olan direniş savaşçılarını yendi ve esir aldı.
Ancak 1968'de Ürdün'ün Karameh şehrinde El Fetih savaşçıları karşısında utanç verici bir yenilgiye uğradı. El Fetih, 1964'te Arap rejimleri tarafından Filistin halkının resmi temsilcisi olarak kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) hakim olmaya başladı.
El Fetih kontrolündeki FKÖ, Filistin'in tamamının özgürleştirilmesinin mümkün olduğu fikrinden uzaklaştı. İsrail'in yanında mini bir Filistin devletinin yeterli olacağı düşüncesine taviz vererek sahte barış görüşmelerine sürüklendi.
FKÖ'nün liderleri, kendi sınıf konumları nedeniyle, Arap liderlerin yakından desteklediği Filistin egemen sınıfının bir parçası olabileceklerini hayal ettiler.
4. İlk İntifada her şeyi değiştirdi
1950'lerden 1980'lere kadar siyasi ve askeri yönetim İşgal Altındaki Topraklar'da değil, sürgündeki Filistin liderliğindeydi.
1987'de işgal altındaki yaşamın sefaletinden duyulan hayal kırıklığı bir ayaklanmayla ya da İntifada'yla patladı. Bu durum hem İsraillileri, hem ABD'yi, hem de FKÖ liderliğini şaşırttı.
Birinci İntifada İsrail işgalinin vahşetini dünyaya gösterdi. İsrail güçlerinin Aralık ayında Jabalia mülteci kampında kamyonlarını bir dizi arabaya çarparak dört Filistinliyi öldürmesinin ardından protestolar alevlenmişti.
10.000 kişinin katıldığı cenazelerinden yalnızca bir gün sonra İsrail askerleri protestoculardan oluşan kalabalığa ateş açtı. 17 yaşındaki Hatem Ebu Sisi'yi öldürdüler.
İşgal altındaki topraklarda Filistinliler ayaklandı ve protestoları, ayaklanmaları, grevleri harekete geçirdi ve sağlık ve eğitim sağlamak için yerel komite ağları oluşturdu.
21 Aralık'tan itibaren Filistinli işçiler esas olarak meyve ve konaklama endüstrilerinde greve çıktı. Birinci İntifada sırasında ortaya çıkan Filistinlilerin hiddetini İsrail devletinin kontrol altına alması beş yıldan uzun bir süre imkansız oldu.
Birinci İntifada, 1990'ların başında İsrail devleti ile barış görüşmeleri sözü verilmesiyle sona erdi. FKÖ, özgürlüğe giden yolu hiçbir zaman sıradan insanların isyanlarından geçtiğini görmemişti ve bu görüşmelerin bir parçası olmaktan mutluluk duyuyordu.
5. Barış süreci Filistin için emperyalist bir tuzaktı
Batı'nın aracılık ettiği sözde "barış anlaşmaları" her zaman bir yalandan ibaret olmuştur. Bunlardan biri 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmalarıydı .
Bunun asıl amacı, Filistin'e İsrail'in yanında var olabilecek bir devlet verilmesi bahanesiyle İsrail'in toprak üzerindeki hakimiyetini güvenceye almaktı.
Anlaşma, İntifada aracılığıyla halk mücadelesinin kazandığı fırsatları israf eden FKÖ liderleri tarafından kabul edildi. Ancak Filistinli akademisyen Edward Said, Anlaşmaları "Filistinlilerin teslimiyetinin bir aracı" olarak nitelendirdi.
FKÖ yetkilileri Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistinlilerin küçük bir alandaki özyönetimine ilişkin zayıf vaatlerden memnundu. Bunlar beş yıl boyunca uygulanacaktı.
Bu arada Filistin'in geri kalanı İsrail egemenliği altında tutulacaktı. El Fetih'in hakimiyetindeki yeni kurulan Filistin Yönetimi'ne (PA), işgal altındaki Batı Şeria'nın yüzde 18'i verildi. Yaklaşık yüzde 22'sinin İsrailliler ve Filistinliler tarafından birlikte yönetileceği iddia ediliyordu.
İthalat ve ihracatın kontrolü de dahil olmak üzere geri kalan kısım (yüzde 66) İsraillilere bırakılacaktı. Oslo Anlaşmaları Filistin'in İsrail olmadan ayakta kalmasını daha da imkansız hale getirdi.
Sınırların kapatılması Filistin ekonomisini boğdu. Anlaşmalardan önce Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin üçte biri İsrail'de çalışıyordu. 1996'da bu oran yüzde 15'e düşerken, İsrail'de çalışmadaktan elde edilen kazanç Filistin'in GSYİH'sının yüzde 25'inden yüzde 6'sına düştü.
Bugün Filistin Yönetimi bir miktar güç sahibi görünebilir. 132 temsilciden oluşan seçilmiş bir organı vardır. Hatta Oslo Anlaşması'nın bir şartı olarak kendi polis teşkilatına da sahip.
Ama İsrail hala Filistin'e tahsis edilen bölgelerde istediğini yapıyor. Bir zamanlar İsrail'e karşı silahlı direniş göstermeyi hayal edenlerin kontrolündeki Filistin Yönetimi, sömürgeciliği sürdürmeye yönelik bir mekanizmadır.
Hamas çok geçmeden Filistin halkının hayal kırıklığını temsil eden ve Filistin Yönetimi'nden daha radikal ve askeri bir alternatif sunan parti haline geldi. Hamas, İkinci İntifada'nın merkezindeydi.
Bu durum, 2000 yılında İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat arasında yapılan Camp David Zirvesi'nin hiçbir şey başaramamasının ardından alevlendi.
6. Yalnızca, Araplar ve Yahudiler için tek devlet bir çözüm sunuyor
Filistinliler 100 yılı aşkın süredir Siyonist yerleşimciler ve onların destekçileri tarafından uygulanan şiddete, vahşete ve ırkçı yasalara maruz kalıyor. İsrail daha fazla Filistin topraklarını ele geçirmeye devam ederken, verilen söz üstüne sözler tutulmadı.
Filistinliler hiçten daha kötü bir durumda bırakılmışken, İsrailli yerleşimciler cesaretlendi. Sözde iki devletli çözüm başarısız oldu. Başarısız olmaya devam edecek çünkü İsrail devleti hâlâ Yahudi çoğunluğu oluşturmaya ve tüm Filistinlileri yok etmeye kararlı.
İsrail hiçbir zaman Filistinlilere çaldığı topraklardan bir devleti isteyerek teslim etmeyecek veya milyonlarca Filistinli mültecinin geri dönmesine izin vermeyecektir.
Bugün İsrail devleti kendi tek devlet çözümünü güçlendirmeye devam ediyor. İsrail hükümetinin desteklediği İsrailli yerleşimciler, Filistinlilerin evlerine ve topraklarına el koyuyor.
Sosyalistler, Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanların ve diğerlerinin bir arada yaşadığı laik ve demokratik bir devletin mümkün olduğunu savunmalıdır . Bu tür bir devlet Balfour'un anlaşmasından önce vardı, dolayısıyla yeniden olması mümkün.
Oslo Anlaşmaları yaşayabilir bir Filistin devleti yaratmış ve Batı Şeria ile Gazze'deki İsrail yerleşimlerini ortadan kaldırmış olsaydı bile, adalet hâlâ sağlanmayacaktı.
Böyle bir çözüm, İsrail'in varlığının dayandığı tarihi suçu görmezden gelecektir. Aynı zamanda ABD emperyalizmi tarafından silahlandırılan ve bölgedeki bekçisi olan ırkçı, sömürgeci bir devleti de yerinde bırakacaktır.
Ancak bunu kazanmak, Filistin ve Orta Doğu bölgesinde İsrail devletini ve onun emperyalist destekçilerini altüst edebilecek devrimci ayaklanmaları gerektiriyor.
Sophie Squire
(Socialist Worker'dan Ali Baydaş çevirdi)