Batıda ve Türkiye’de İran’daki isyan dalgası farklı şekillerde ele alındı.
Batıda İran'daki protesto hareketleri genellikle geri kalmış, muhafazakâr bir dine karşı isyan olarak sunulurken Türkiye’de de bazı gazeteciler ve bazı muhalif kesimler durumu böyle ele aldı, ancak aslolarak İran’daki eylemler zinciri görmezden gelindi. Elbette solun bazı kesimleri, kadın örgütleri İran’daki hareketin önemini hemen gördü. Batıda politikacılar kendilerini özenilecek bir gelişmişlik modeli olarak sunup İran’daki hareketin kendilerine ulaşmak isteyen geri kalmış bir yerde yükselen eylemler olduğunu düşündüler, Türkiye’de ise özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü özgürlüğünü gündeme getirdiği günlerde, İran bize benzemeye çalışırken şimdi zamanı mı, sorusu soruldu.
Her iki yaklaşım da “batılı değerler” ya da seküler değerleri öne çıkartıyor. Halk isyanının içindeki örgütlü öfkeyi ve bu eylemleri yönlendirenin ne olduğunu kavramayı başaramıyor.
Uzun direniş geleneği
Protestolar İran'daki uzun bir direniş geleneğinin parçası. Bugünkü hareket ile 1979'daki Batı destekli diktatör Şah'ı deviren devrim arasında doğrudan bir bağlantı var. Şah, acımasız baskıyla eşitsizliği derinleştiren ve bunun üzerinde yükselen bir rejim inşa etmişti. Batı ise İran'ı bölgedeki ABD ordusu için garnizon olarak kullanmalarına izin vermesi nedeniyle şahı sevmişti. Şah yönetimi 1953'te ABD ve İngiltere tarafından düzenlenen bir darbenin ürünüydü.
1977'de yaşanan ekonomik kriz, tüm rejime karşı bir isyana dönüşen protestoları tetikledi. Hareket grevleri ve gerilla mücadelesini içeriyordu. 1979'da Şah devrildi, kısa süren bir demokrasi deneyimi yaşandı.
Devrimin liderliği için savaş hızla sertleşti. Ayetullah Humeyni'nin İslamcı hareketi liderlik için mücadele eden güçlerden sadece birisiydi. Şahın baskısını hisseden bir orta sınıf için yeni fırsatlar ve yoksul insanlar için sosyal adalet vaat ediyordu.
Humeyni bu vaatleri toplumu "İslami" çizgide yeniden inşa etmeyi hedefleyen bir ideolojiyle birleştirdi. Bu, yeni orta sınıfın siyasi hırslarına fayda sağlayan İslam'ın siyasi bir yorumuydu.
Humeyni bir dizi manevra ve geçici ittifaklar kurarak devletin zirvesine çıktı. Hemen ardından sola, işçi örgütlerine ve rakip gördüğü tüm siyasi güçlere şiddetli bir baskı uygulamaya başladı. ABD destekli Irak'ın 1980'de İran'a saldırmasından sonra tüm iktidarı ellerinde merkezileştirdi.
Mollalar rejimi
Humeyni'nin projesi devrimi ezmek ve İran'ın sanayi orta sınıfı için yeni bir kapitalist düzen kurmaktı. ABD, İran'ı savaş ve ekonomik izolasyonla boğmak için yola çıkarken, rejim büyük çaplı devlet müdahalesiyle ayakta durmayı başardı. Bu devlet müdahalesi, sanayinin kamulaştırılması, bankalar ve devlete bağlı ekonomik temeller oluşturmak anlamına geliyordu. Kuşkusuz aynı zamanda yoksul taraftarları yatıştırmak için sosyal programlar da içeriyordu.
Ancak İran son derece eşitsiz bir toplum olarak kaldı. Devlet kontrolündeki sanayi, İslamcıların orta sınıf tabanından yeni bir yönetici katmanı yarattı. Yeni rejim hayatta kaldı. Böylece savaştan sonra İran hükümeti, 1990'larda ekonomiyi pazara “açma”, fiyat kontrollerini ve sübvansiyonları sona erdirme sürecine başlasa da İran'ın izolasyonu bunu engelledi.
Özelleştirmeler egemen sınıfa kâr elde etmeleri için yeni fırsatlar verdi. Çoğu zaman bundan yararlanan insanlar devlet bağlantıları olanlardı. Hükümet veya yarı hükümet organları, kendi ekonomik çıkarları olan işletmeler olarak faaliyet gösterecekti. Yolsuzluk bu sürecin doğal bir parçasıydı elbette.
Bu değişim sıradan İranlıları yoksullaştırdı. Zengin ve fakir arasındaki uçurum büyürken, özelleştirilen şirketler işsizliğin tırmanması anlamına geldi. Rejime halk desteği her geçen gün aşınmaya başladı. Aynı zamanda kentleşme, toplumda laiklik yönündeki istekler ve çalışan kadınların sayısındaki artış değişim yönünde bir basınç oluştururken yönetici elit bu gelişmelere nasıl yanıt vereceği konusunda bölünmüştü.
İstikrarsız bir egemen sınıf
Peşi sıra gelen hükümetler, muhalefeti bastırmak için tasarlanan otoriter önlemleri yoğunlaştırmakla bu önlemlerin yaratacağı sosyal tepkiyi soğurmak için tasarlanan reformlar ve serbestleştirme arasında bocaladı. Bu fikri ve politik farklı eğilimlerin aynı anda uygulanma çabası rejimde bunalıma neden olurken aynı zamanda genç aktivistlerin özellikle kampüslerde örgütlenmeleri için alan açtı.
Bu örgütlenmeler arasında dindar ve dindar olmayan halkı, sosyalistleri ve feministleri bir araya getiren kadın hakları kampanyaları da vardı. İşçi sınıfı büyüdükçe ve büyük sanayilerde yoğunlaştıkça işçi hareketi de 1990'lardan itibaren gücünü göstermeye başladı. Bazı önemli grev hareketleri de oldu.
2009'da seçimlerde oyların çalınması gibi hileler nedeniyle başlayan yığınsal sosyal patlamalar yaşandı. Daha yakın zamanlarda yoksullar ve işçi sınıfı fiyat artışlarını, işsizliği ve sübvansiyon kesintilerini kitlesel eylemlerle protesto ettiler.
Eylemlerin gücü
Bu hareketler hem İran'da hem de Batı'dan müdahalelerle manipüle edilmeye çalışıldı. Fakat rejime tümüyle karşı olmasına rağmen bu eylemlerin hiçbiri ABD ile bağlantı talep etmiyor veya İran'ın Batı'dan bağımsızlığını reddetmiyor ve din karşıtı olmayı bir şart olarak koşmuyor.
Son eylemlerde dindarlar ve dindar olmayanlar otoriter yönetimin sembolü olarak başörtüsünün zorunlu giyilmesine karşı çıkıyorlar. İranlı protestocular “Bunun yoksulluğa ve siyasi ve sosyal haklar üzerindeki baskıya karşı çıkan radikal gençlik içinde artan bir duygu” olduğunu söylüyorlar.
Protestolar kaçınılmaz olarak hükümeti hedefliyor. “İster Şah, ister ulu lider olsun-Kahrolsun diktatör" sloganları 1979 devriminin vaatlerini yerine getiren bir toplum kurma arzusunun da bir ifadesi.
Bu hem İran rejimi hem de Türkiye dahil batıdaki tüm iktidarlar için bir tehdittir.
(Sosyalist İşçi)