Aynı tas aynı hamam

05.03.2020 - 12:52

Avustralya yangınlarının El Nino’dan beslendiğini, bu etkileşimin ardında iklim krizinin bulunduğunu biliyorduk. 

Uluslararası bir araştırma grubu, yine aynı nedenle oluşan sıcak hava dalgalarının da yangınlarda önemli rol oynadığını söylüyor.

Araştırmacılar, insan kaynaklı ısınma nedeniyle, yakıcı sıcakların asgari %30 arttığını -yani sorumlunun fosil yakıtlar olduğunu - bu sıcak dalgalarının toprağı ve bitki örtüsünü kuruttuğunu gösterdi. “En az %30,” diyor Oxford Üniversitesi iklim uzmanı Friederike Otto; “Çok daha fazla olduğunu tahmin ediyoruz aslında. [Kullandığımız] modeller, sıcak dalgalarını pek yansıtamıyor.” Anlamı şu; iklim modellerince öngörülenler, gerçeklerin yanında ılımlı kalıyor.

Penn State Üniversitesi’nden ünlü iklim uzmanı Michael Mann bunu yıllardır söylüyordu zaten. Mevcut iklim modelleri, en önemli atmosferik süreçleri, yani gezegensel dalga titreşimlerini dışarıda bıraktığı için, bunların sonucunda ortaya çıkan aşırı hava olaylarını öngöremezler ki yakıcı sıcak dalgaları da bunlar arasında.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü araştırmacılarının üç yıl önce paylaştığı bulgular, Güney Asya’nın yakıcı sıcaklara teslim olacağını, beraberinde nemin de aşırı yükseleceğini, nefes almanın bile zorlaşacağını ve bölgede yaşayan 1,5 milyar insanı zor günlerin beklediğini gösteriyordu. Fakat raporun ilerleyen kısımlarında alevler büyüyüp yayılıyor. Görüyoruz ki ABD’nin önemli bir bölümü, Avrupa ve Ortadoğu da yüksek risk seviyesinde.

Geçtiğimiz haftalarda/aylarda yakıcı sıcakların Moskova ve Antarktika’yı bile ele geçirebildiğine tanık olduk. “Bu bir uyarı işareti!” diyor araştırmacılar; “Başa çıkabileceğimiz limitleri aşmaya başlıyoruz.”

Geçtiğimiz yıl yürütülen başka bir araştırmada yine benzer sonuçlara ulaşılmış, bir iklim krizinin içinde olmasak Avrupa’daki öldürücü sıcakların hiç yaşanmayacağı anlaşılmıştı. Hatırlarsanız, Avrupa’yı vuran sıcak hava dalgaları Grönland’ı da eritmişti. Ve 1,5C’lik küresel ortalama ısınma limitini aşma yönünde devam ettikçe, bunların sayıları, sıklıkları ve sürelerinin arttığına şahit olacağız.

27 farklı şekilde öldürebilir

Vücudumuz bildiği her yolu deneyip yine de kendini serinletemezse ‘ısı stresi’ denen durum yaşanıyor. Normalde terler ve vücut ısısını dengede tutarız. Fakat nem oranı çok yüksekse terimiz aynı hızda buharlaşmaz. Bu, zaten aşina olduğumuz sıcak çarpmasına neden olabilir. Yakıcı sıcaklar ise beraberinde çok daha ciddi sağlık sorunları getiriyor.

Hawai’i Üniversitesi araştırmacıları, sıcak dalgalarının fizyolojik açıdan 27 farklı yol kullanarak şunlara sebep olabileceğini tespit etti: Beyin hasarı; kalp, karaciğer, böbrek ve solunum yetmezliği; pankreas ve bağırsak sorunları.

Ölüm oranlarının, nüfusun geri kalanına oranla daha fazla olmasının beklendiği yaş grupları ise çocuklar ve yaşlılar. Sosyo-ekonomik açıdan değerlendirildiğinde, bu kez yoksullarda riskin yükseldiği görülüyor.

“Sıcak hava dalgaları ölümleri, dehşet filmlerindeki sahnelere benzeyecek” diyor araştırmacılar, çünkü belki de müdahale etmeye bile fırsat bulamadan, hatta karşımızdaki insana tam olarak ne olduğunu çözemeden onu kaybetmiş olacağız. Ve araştırma, 2100 yılında dünya nüfusunun %74’ünün yakıcı sıcaklara maruz kalacağını da ekliyor. 

Dahası, solunan havanın içeriği de değişecek; önce ozon seviyesi artıyor, buna bağlı olarak da azot oksit seviyesi... Sıcaktan bunaldıkça klimalara yükleneceğiz ve onların yoğun kullanımı da atmosfere zararlı parçacıklar salınmasıyla sonuçlanıyor.

En kötü durum senaryosu

On yıl önce yayımlanan RCP 8.5 adlı korkunç iklim senaryosunu duymuş olabilirsiniz. Tamamen bilimsel verilerle oluşturulan bu iklim senaryosu, tesadüfe bakın ki tıpkı bizim gibi fosil yakıtları terk edemeyen bir uygarlığın yüksek emisyonlu geleceğini resmediyordu ve bu sebeple “aynı tas aynı hamam” senaryosu olarak tanındı.

Yayımlandığı yıllarda acımasızca eleştirildi elbette. Ne de olsa iklim krizi falan yoktu; her şey ne kadar da abartılıyordu. Ardından birçok farklı iklim senaryosu geliştirildi ve bunlardan 25’i IPCC tarafından sunuldu. Ancak zaman geçtikçe, IPCC senaryolarının, tıpkı elimizdeki iklim modelleri gibi fazla ılımlı olduğu anlaşıldı.

Neticede RCP 8.5 kimsenin öyle kolayca kabullenemeyeceği feci bir felaket senaryosu. Ama son birkaç yılda işler öyle değişti ki, öncesinde bir kenara itilen, dalga geçilen senaryo bir anda tekrar rağbet görmeye, hatta son günlerde, korkunç gerçeklere dikkat çekmek isteyen bilim insanları tarafından gündeme taşınmaya başladı. Çünkü özellikle son iki yılda yaşanan iklim felaketleriyle birlikte, RCP 8.5 tahminlerinin şaşırtıcı derecede tutarlı olduğu ortaya çıktı.

Sözün özü, şöyle diyor senaryo: Bu şekilde devam edersek, 2100 yılında gezegeni 4,9C’ye kadar ısıtmış olacağız.

2C’de, (aynı yoğunlukta salım yapsak bile) atmosfere karışacak CO2 miktarının zincirleme reaksiyonlar nedeniyle ikiye katlanmaya başlayacağını, bu nedenle hızla 3C’ye ulaşacağımızı, 3C’nin kısacık bir zaman diliminde 3,5C’ye varacağını, 3,5C’de dağlarda kar kalmayacağını, zehirlenen yeraltı suları ve kuruyan nehirler yüzünden içme suyu bulmakta zorlanacağımızı, tüm resiflerin çoktan ölmüş olacağını ve haliyle okyanus ekosistemlerinin çökeceğini söylersem, sanırım artık 4,9C’de neler olacağını duymak istemezsiniz…

Fosil yakıt kullanımını sonlandıramazsak, bu senaryonun gerçeğe dönüşme ihtimali çok yüksek. Sırf bir avuç milyarderi ayakta tutmak adına, çocuklarımıza RCP 8.5 geleceğini bırakmayı kabul ediyor muyuz?

Küresel ısınmayı dengelemek varoluşsal bir zorunluluk. 1,1C’lik küresel limiti çoktan aştığımız düşünülürse ve 4,9C’lik geleceği önlemek istiyorsak, mümkün olduğunca hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçmek zorundayız. Her yarım derecelik artışın, küresel ekosistemler ve yaşam için daha da yıkıcı olacağını unutmayalım.

Kaybedeceğimizi şimdiden bildiğimiz halde inanılmaz bir kumar oynuyor, yani aklı gerçekten başında olan hiç kimsenin yapmayacağını yapıyor; yüzümüze doğru hızla yaklaşan trene gülüyoruz.

Aklımızı başımıza toplamaya karar verdiysek, geleceği değiştirmek için hâlâ vaktimiz var. Bugüne dek süren kayıtsızlığımızın sonuçlarını düzeltebiliriz. Ancak önümüzdeki 10 yıl kritik öneme sahip. Bunu hemen şimdi değil de 2030’da denemeye kalkarsak geç kalmış olabiliriz.

Önümüzdeki felaket senaryosu aynı zamanda benzersiz bir fırsat aslında. Günümüze dek küreseli değil yereli gördük, uzun değil kısa vadeli düşündük. Gezegeni pek umursamadık, böyle devam edebileceğimizi sandık. İklimle oynadık, ormanları yok ettik, ihtiyacımızdan fazlasını üretirken toprağı aşındırdık, okyanusların kimyasını değiştirdik, nehirlerden zehirli atıklarımızı akıttık, bu esnada ürettiklerimizin büyük kısmını çöpe attık (ki ömürleri de pek kısaydı zaten) ve hepsinin acısını yoksullara çektirdik. Buna hakkımız yoktu. Daha birçok şeye olmadığı gibi… Hiç vermiyor, hep alıyoruz. Hep daha fazlasını talep ediyor, doğayı küstahça sömürüyoruz. Bu saldırının asıl sorumlusu yozlaşmış politikacılar ve şirketler olsa da onlara izin veren, olan bitene göz yuman da biziz.

Artık fazla seçeneğimiz yok, evet. Zaten tam olarak bu nedenle bir fırsat sunmuş oluyor. Yumurta kapıya dayandı, ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyoruz; ya fosil yakıtlardan kurtulacak, yeni bir geleceği ve ona inanan, bunun için rekabet yerine işbirliğini seçmiş, inanmakla kalmayıp uluslarüstü bir perspektifle adanmış, adil dağılım ve küresel adalet ilkelerini benimseyen yepyeni bir toplum inşa edeceğiz hep birlikte… ya da “aynı tas aynı hamam…”

Tuna Emren



Bültene kayıt ol